Hz. Yunus, gönlünün coştuğu bir dönemde insanlara şöyle bir hitapta bulundu:
Okuyamaz defterimi şaşarsam,
Mahşer yerlerinde derde düşersem,
Mümin kullarından ayrı düşersem,
Ayıp bana yazık bana vah bana!
O kadar güzel bir söz ki, yani dört dörtlük söz. Mümin kullarından ayrı düşersem, ayıp bana, yazık bana, vah bana!
Efendimiz (s.a.v); “Birlikte rahmet, ayrılıkta zulmet vardır” diyor.
En çok birlik, beraberliğe muhtaç olduğumuz dönemde yaşıyoruz şu anda dünya hayatında. Yunus bile, “Mümin kullarından ayrı düşersem, yazık bana, vah bana!” diyor. Allâhu Teâlâ’nın bütün müminler üzerinde, bütün mahlukatların üzerinde çok büyük lütufları vardır, işte bu gece, o lütuflardan biri.
Cenab-ı Hak’ı birçok kul, birçok mahlûk, birçok melek ve aklımızın ermedikleri zikreder. Fakat Allâhu Teâlâ kimi zikreder? Diyor ki; “Ey kulum, sen Ben’i yalnız zikredersen, Ben seni yalnız zikrederim. Ey kulum, sen Ben’i bir toplumda zikredersen, Ben seni, senin toplumundan daha hayırlı bir yerde zikrederim. Ey kulum, niyetlerin sabit olmak kaydıyla Bana bir adım gelirsen, sana on adım gelirim. Ey kulum, Bana yürüyerek gelirsen, Ben, sana koşarak gelirim.”
Şimdi, Cenab-ı Hakk’ın lütuflarının büyüklüğüne bak. Bu gece, birçok derviş değişik mekanlarda, değişik insanlarla, Yaradan’ı zikredecek, Yaradan’da bunları zikredecek. Yaradan’ın zikrettiği bir kulun, değerini anlayabiliyor musunuz?
Yaradan’ın zikrettiği kul, Kâbe’den de büyüktür, Allah’ın Arş’ından da. O kul ki, onun gönlü Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı olmuştur.
“Allah!” diyoruz, Allâhu Teâlâ diyor ki; “Ey Ahmet, Ey Mehmet, Ey Hasan, Ey Hüseyin .Ben’i mi zikrediyorsunuz? Ben’i zikrettiğini duydum, işittim ve bununla da hoşnut oldum.”
Allâhu Teâlâ’nın zikrettiği kulun değerini hangi tartıyla, hangi ölçüyle ifade şekline sokacağız, sokamayız! Onun üzerinde öyle gönüller var ki, “Birinci derecede sufi zakirler” der Cenab-ı Allah ayet-i kerimede. “O zakirler ki, onların gönlü Allâhu Teâlâ’nın nazargâhıdır.” Onların, bu dünyada ne kazandıklarını anlamaları hiç mümkün ve kabil değildir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde diyor ki; “Üzerine farz olan hacca gitmek, gidecek hale gelmişsen (nisab miktarı var İslam’da), Allah için 20 sefer cihada katılmaktan daha hayırlıdır ama salavat getirmek bunların hepsine denktir.” Düşünebiliyor musun? Salavat getirmek bunların hepsine denk! Bu gece getirilen salavatlar, anında melekler tarafından Resûlullah (s.a.v.)’a ulaştırılır, anında, ağzından çıktığı an! Şimdi, burada 20 kişi vardır zikreden, 20 milyon melek vardır görevli, her hayırlı cemiyette böyle. Her ağızdan çıkan salavat, zikir taşınıyor.
“İki şey vasıtasız taşınır, biri Kelime-i Tevhid, biri Ayetel Kürsi ama bunlar müstesna” diyor Cenab-ı Hak. Ama burada, okunan her salavat, anında Resûlullah (s.a.v.)’a ulaştırılır, kendisi nerede olursa olsun, belki buraya da gelir, oda ayrı bir konu… Salavatı ulaştırırken melekler; “Ya Resûlullah, falan oğlu falan sana salavat getirdi, sana selam yolladı” der.
Peygamberimizde; “Selamını aldım kabul ettim, salavatını aldım kabul ettim, benden de onlara selamımı ulaştır, benden onlara özlemimi ulaştır” der.
Bütün Allah dostları ittifakla diyorlar ki; “Hurufunakat sıdk-ı sadakatle getirilen bir tek salavat, adamın amel defterinden 10 bin büyük günahı siler.” Hiçbir sufinin, defterinde 10 bin büyük günah yoktur. Şimdi bakın, buradaki Cenab-ı Hakk’ın lütfunu görelim. Salavat ve salavatı şerife öyledir, ulaştırılır ve Peygamberimiz bizden memnun olur, kendi sevgisini, kendi selamını meleklerden bize iletmesini ister.
Eğer biz nefsimizin zaaflarından tamamen kurtulursak, Peygamberimizden dönüp gelen melek ile tokalaşırız ve onun her kelimesini işitir, duyarız. Hicap perdeleri var, duyamıyoruz, bu büyük bir yanlış mı? Hayır, yaşadığımız dönemde çok kolay açılması mümkün olan bir olay değildir. Çünkü; yediğimiz şüpheli, içtiğimiz şüpheli, kazandığımız şüpheli, gözümüz günah işliyor, dilimiz günah işliyor, kulağımız günah işliyor, ayağımız günah işliyor, kalplerimiz günah işliyor, midemiz günah işliyor işliyor da işliyor…
Bunlardan kaçınmak asrı saadette kolaydı ama şimdi değil. Salatu selam Efendimiz (Allâhu Teâlâ şefaatine nail etsin hepimizi, bütün müminleri):
“Benim zamanımda, İslam’ın kurallarından onda dokuzunu yapıp, birini terk eden helak olurdu. Öyle bir gün gelir ki, İslam’ın kurallarından onda dokuzunu terk edip, birini yapan kul; cennete girer” diyor.
İşte biz, böyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ve böyle bir zaman diliminde, yaşayan insanın yaptığı, her türlü ibadetitaatında değeri çok yüksek ve çok büyük oluyor. Cenab-ı Hak, onu bir fidan gibi büyütüyor, kendinden bunu yolluyorsun, o kendinden daha büyük bir şeyle karşılaşıyorsun gittiğin zaman.
Şimdi böyle gecelerde “Zikir, tefekkür, fikir, salavatın değeri tahmin edemeyeceğimiz kadar” diyor, şu dünyanın sana tamamını verseler bu geceki manevi yönden kazandığının yanında hiçbir şey değil! Çünkü; biliyorsunuz ki cennette, cennetin en fakirine verilecek olan mülk, bu dünyanın 40 katı kadar yer, cennetin en fakiridir bu. Salavat-ı şerife mutlaka böyle gecelerde Peygamberimizin âline, Ashabı’na da salatu selam getiriyoruz. Burada ne kazanıyoruz Allah’ın rızasını kazanıyoruz.
Bir müminin gayesi, Allâhu Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Allâhu Teâlâ’nın lütfuyla senedeki böyle nadirde olsa, gecelerde rahmetidir, merhametidir, şefkatidir kullarına olan.
1 “Allah”; 1000 Allah eder, 10 bin Allah, 50 bin, 70 bin Allah olarak yazılır. Yani, 1’e; 70 bine kadar ne oluyor, artarak devam ediyor. Bir Kadir Gecesi’ni değerlendirmek 83 yıl, 7 aya tekabül ediyor. Düşünün bak, kaç katına çıkıyor. Bir kıldığın namaz 83 yıl, 7 ay kıldığın namaza eş düşüyor, o gecelerde kıldığın namazda ecir alıyorsun.
Ecir almak demek, geçmişteki borcunu öder anlamına da gelmez.
Farz-ı ayın, 15 yaşını dolduran her müminin üzerine farzdır, mutlak yapılması gerekendir. Fakat ecir olarak bu kadar büyük bir ecir alıyor. Bu gece, Cenab-ı Hak senden razı olursa, Peygamber senden razı olursa, senin için bundan daha büyük bayram sevinci düşünülebilir mi? İşte o sevinci gönlümüzde hissedelim, onu duyalım.
Şimdi bu gece Cenab-ı Hak tüm müminlere diyor ki:
“Sırf İslam âleminde, bütün dünyada kimi Kur’ân okur, kimi istiğfar eder, kimi zikir için toplanır, kimi cemaatlere gider, kimi camilere gider, kimi mevlit dinler, bunların hepsi iyi niyetin sembolleridir, hepsi Allah’ın rızasına taliptir. Allâhu Teâlâ böyle gecelerden sonra, tertemiz bir defter ihsan eder kullarına. İşte biz, bu gecede aldığımız defteri, ilkokula yeni başlayan bir çocuğun karaladığı gibi sayfaları simsiyah etmeyelim.
Allâhu Teâlâ’nın zikrettiği bir kul, Peygamber Efendimizin selam gönderdiği bir kul artık nasıl davranmalı, bunun idrakine varalım! “Ahmet şunu yapıyor, biz de biraz yapsak ne olur?” demeyin, demeyelim! O sayfayı, temiz tutalım artık. Sen, Ahmet’te değilsin, Mehmet’te değilsin!
İnsanları, kimseyi küçümsemiyoruz ama Cenab-ı Hak diyor ki; “Sufiler Ben’im seçkin kullarımdır.” Allâhu Teâlâ koyuyor bu kuralı, “Onlar ezelde nasibini almıştır, bu dünyada da Ben’i zikrederler”, ağzımızı gönlümüzü birçok melekelerimizi zikirle süslemiş.
Cenab-ı Peygamberimizde diyor; “O zakirler ki, o zikredenler benim ehlimdir, ev halkım gibidir.”
Şimdi, sen “Ahmet bunu yaptı, Mehmet şunu yaptı…” deyip de, onunla kendini niye kıyas ediyorsun ki? Burada Allâhu Teâlâ’nın hükmü var, bununla kıyasla. Peygamberimizin hükmü var, bununla kıyasla.
Şimdi, şuradan sıradan bir vatandaş, içki içip de nara atarak evine gitse, “Kendini bilmezin biri…” der geçilir, ama bir vilayetin valisi bunu yapsa, bir memleketinin başbakanı bunu yapsa… Anlatabiliyor muyum? Bir vilayetin emniyet müdürü bunu yapsa, büyük ayıp sayılır, gazetelerde bilmem nerelerde, şurada burada mevzu olur, işte bir dervişinde öyle…
“Ahmet’in, Mehmet’in yaptığı işi, bizde biraz yapsak…” demek buna benzer, sen bu değilsin, sen ne yapacaksın? Böyle bir gecede arınmışsın, temizlenmişsin, Yaradan’ın zikrettiği kullardan olmuşsun. Nefsin zaaflarını, tamamen terk edeceksin! Bütün olay, nefis ve onun zaaflarıdır. İnsan ne kadar hata işlerse, ne kadar günah işlerse, ne kadar yanlış yaparsa bak ki hepsi, nefsin zaaflarındandır.
Bu gece hepimiz hicret edeceğiz, “Ya Rabbi!” diyeceğiz “Biz hicret ediyoruz”. Peki, nereden nereye? Yanlıştan, doğruya hicret ediyoruz, cehaletten ilme hicret ediyoruz, hilime hicret ediyoruz, en önemlisi de tembellikten tefekküre hicret ediyoruz.
Peki, tefekkür ne?
Tefekkür; “Fenâfillah”, “Bekâbillah” Makamları’na giden yolun merdivenleridir, ancak bu merdivenleri tırmanmak kaydıyla tefekküre ulaşırız.
“Fenâfillah”, “Bekâbillah” ve devam eden “Muhsinler”, “Ulûlelbab”a ulaştığı an “İnna fetahna leke fethan mübina” ayet-i kerimenin kelimesine mazhar olursun. Peki, karşılığı ne? O âlemler açılıyor, bunun karşılığı ruh âlemi açılır.
Nasıl Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesselam, bütün melekeleri ile fizik bedeni ile, ruhu ile, astral bedeni ile, Cenab-ı Hak onu Miraç’a davet edip huzuruna kabul etti ise, işte bu tefekkür merdivenini tırmandığımız zaman, “Fenâfillah”, “Bekâbillah” ki bunlar evvela şarttır, “Ulûlelbab Makamı”nda Cenab-ı Hak seni kabul eder ve bizzat seninle konuşur. İşte, birinci diriliş budur, yoksa biz diri değiliz, biz sadece kendimizi diri zannediyoruz.
İnsan; doğar hayaldir, sünnet olur hayaldir, askere gider hayaldir, evlenir hayaldir, insan zengin olur hayaldir, insan fakir olur hayaldir, insanın çocuğu olur hayaldir, insan yaşlanır hayaldir, insan ölür hayaldir, kabir hayatı hayaldir, Mahşer hayatı hayaldir. Kaç yaşındayız her birimizin geçmişi hayalden başka nedir?
Geçmişinize şöyle bir bakın, bir gecelik rüya ve hayaldir…
Peki dirilişle, birinci diriliş bu tefekkür merdivenlerini tırmanarak “İnna fetahna leke fethan mübina” ayetine mazhar olur “Ruhani Miraç -birinci diriliş”; dünya hayatındaki diriliş, ikinci varoluşta Mahşer’de.
Sufiler hesaba kitaba tabi tutulmaz. Cenab-ı Hakk’ın vechini görmek, her şeyin varlığını, varlığın başı, sonu, işte orada var oldu birinci varoluş, diriliş, işte; Ruhani Miraç’la başladı. Dünya hayatında bundan sonra artık hata yapamaz, hiç kabil değildir, elinden gelmez, zaten o kapıyı kapatır Allâhu Teâlâ. İşte böyle gecede başlanan insan gönlündeki yolculuk, insan gönlündeki gayret, tefekkür merdivenlerini rahat rahat tırmandırabilir ve bu makamlara ulaşır ve birinci varoluş, birinci diriliş…
Nefsimizin zaafları bizi istediği yere oynatır. Bugün için biliyorsunuz ki, insanlık âlemindeki zahiri insanları ele alalım, iki meta var; birincisi kadın, ikincisi para, gerisi hiç önemli değil, şimdi buna sen “diri” diyebilir misin? Bu adam diri değil, bu adam tamamen nefsin zaaflarına teslim olmuş, teslim olduğu vakit nefsini zaten şeytana satmıştır. Şimdi şeytana satılan bir insan ölü müdür, diri midir? Öbür âlemde ölü müdür, diri midir? Allâhu Teâlâ diyor ki; “Onlar cehennemde ne ölüdür ne diridir.” Peki, bu kadar büyük bir tehdit varken insan bile bile buraya kürek çeker mi? İnsanlar çekiyor.
Biz bunu ayıplamıyoruz, o ayrı konu çünkü, söylesen de faydası yok! Neden? Bir insanın Yaradan’ı zikretmesi bakın “Ezelde, Ben taksimatı yaptım” diyor Cenab-ı Hak, herkese ulaşacak rızıktan, dünyada neye muhatap olacaksa Cenab-ı Hak onun taksimatını yapmış, biraz evvel Cenab-ı Hak ezelde tahsis ettiği ile karnımı doyurup kalkıyorum. Dünyaya geldiğimden, bugüne kadar Cenab-ı Hak beni doyurmuştur, giydirmiştir, yedirmiştir, sevindirmiştir, üzmüştür, hasta etmiştir yani birçok şey vermiştir, şimdi ben güdülenim.
Cenab-ı Hak âlemlerin sahibi, merhamet O’nun.
Ben, kendi kendime geçen gün anlattığım bir olayı tekrar dile getireyim; bana bir misafir geliyor, 15-20 gün bana biraz ağır gelmeye başladı, ben o zaman diyorum “Ya Rabbi, sen ne kadar büyüksün ki ben bir misafirin kahrını zor çekiyorum, sen bu kadar âlemde bu kadar insanın kahrını nasıl çekiyorsun?” şimdi buradan düşünürsek Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğünü, lütfunu neler neler anlarız…
Yani bunlar tefekküre girmiş kapılardır, yani tefekküre de bunlarla girilir hani. Biz diyoruz ya, “Biz insanız, akıllıyız böyleyiz şöyleyiz…” niye sen bir insana 1-2 ay dayanamıyorsun. Nedir bu; nefsin zaafıdır. İşte; nefis orada başlıyor, sana bir şeyler fısıldatmaya, baştan demese de sonra diyor.
Cenab-ı Hak, bu kadar âlemde neler var, neler, hepsini kahrını çekiyor, günah işlediğinde hiçbirini anında helak etmiyor.
İşte kardeşlerim, bu gecelerde Allâhu Teâlâ’nın bize sunduğu büyük hediyeler, işte böyle gecelerde Cenab-ı Hakk’ı hurufunakat sıtk-ı sadakatle zikredersek Cenab-ı Peygamberimize, Ashabı’na, ehline, hepsine salatu selam getirirsek, tertemiz bir defter açılır, bunu karalamadan idrak edeceğiz.
Peki, neyi idrak edeceğiz?
Ben Cenab-ı Hakk’ı zikrettim, O’na söz verdim, O’da beni zikrettiğine söz verdi, ben Allah’ın zikrettiği kullardan oldum, ben Resûlullah’ın selam gönderdiği, salât gönderdiği kullardan oldum, artık hırstan tamaha, sertlikten hilme, yumuşaklığa dönelim, mümkün mertebe sabırlı olalım, sabır imanın yarısıdır, Allâhu Teâlâ sabır ve şükürden yarattı, bunların farkına varalım.
İlim olarak değil, hal olarak üzerimize alalım. Allâhu Teâlâ’yı sevmeyi öğrenelim. Allâhu Teâlâ’yı sevmek için birtakım meseleler oluşturalım. Kime sorsan “Allah’ı seviyorum” der ama iki dudak arasında, Allâhu Teâlâ’yı seven insan; halde, tavırda, harekette, konuşmada, her şeyde bariz bir şekilde diğerlerinden ayrılır.
Kendimize bahaneler bulalım, ne bulalım? Diyelim ki; “Cenab-ı Hak beni yaratmıştır, yoktan var etmiştir, beni insan yapmıştır, hayvanda yapabilirdi, yılanda yapabilirdi ama beni insan yaptı, beni insan yaptığı için Allah’ımı seveyim. Bunca sene sana sıhhat, afiyet vermiştir.”
İnsanlar alimleri sever, alimlerin âlimi onun için de sevelim. Allah’ı bu şekilde insan kendi kendine, kendi gönlünde aradığı vakit yetmiş tane, yüz yetmiş tane, bin yetmiş tane kendine neden bulur.
Bakın, şu âlemlerde gözünün görmediği canlıdan, Hz. Cebrail’den Mikail’e kadar yarattığı çok büyük varlıklarla çok küçük şeylere kadar bir tekini unutmuyor, bir tekini rızıksız bırakmıyor, bir tekini akılsız bırakmıyor, bir tekini ihmal etmiyor.
Allah’ın yarattığı bir kuşu incelediğinde, yaptıklarına şaşıp kalıyorsun, demek ki, Cenab-ı Hak aklımıza ne geliyorsa en uç noktadan en alt noktaya kadar hepsine tasarruf ediyor, hepsinden haberdarda, diyor ki:
“Ey kullarım, Ben size şah damarınızdan daha yakınım.”
Burada önemli olan bir faktör daha var, Allah’tan hayâ etmeliyiz, kendimize bundan sonra düstur bilelim hayâyı. Şimdi ben bir kabahat işlerken sağa sola bakıyorum, “Ahmet, Mehmet görürse bu adama bu yakışır mı?” der diye.
Ne büyük yanlışa düşüyorum!
İyi de bana şah damarından yakın olan Allah’ı niye hatırlamıyorum?
Allah’tan bir şey gizlenebilir mi? Mümkün değil, saklamamız mümkün değil! Öyleyse, farkına varalım, neden size “Şah damarınızdan yakınım!” diyor, “Âlemlere sığmam, mümin kulumun gönlüne sığarım” diyor. Peygamber salatu selam Efendimizin hayatına bakalım, bir ömür niye didindi, gayreti neydi? Biliyorsunuz ki, her şeyin bir sonu var, dünyanın da sonu var.
Kıyamet’ten sonra, uzun yıllar Allâhu Teâlâ âlemleri boş bırakacak, sonra dirilişler…
Dirilişten önce melekler yaklaşır, Cenab-ı Hak; “Ya Hazreti Cebrail, git Habib’imi al getir” der.
Cebrail; “Ya Rabbi, hayâ ederim” der.
Mikail’e der; “Ya Rabbi, bende hayâ ederim”.
İsrafil’e der; “Bende hayâ ederim” der.
Cebrail’in, Mikail’in, İsrafil’in hayâ ettiğinden biz hayâ etmiyoruz! Hz. Azrail’e Cenab-ı Hak der ki; “Ya Azrail, hadi Habib’imi çağır!”
“Peki” der. Allah’ın huzurundan çıkınca diğerlerine de der:
“Gelin hep beraber kabrine gidelim.”
Ne Ravza kalmış, ne Kâbe kalmış, ne nehir, ne deniz, ne dağ…
Böyle, Arşı Ala’dan iki Nur dikilir, Peygamberimizin kabri şeriflerine bunlar gider o Nur’u takip eder, dördü birden “Ya Muhammed (s.a.v.), Allah seni çağırıyor!”, toprak yarılır, kalkar oturur, bakar; “Ümmetim, ümmetim nerede?” der.
“Ya Resûlullah, ilk seni çağırdık!” Hemen secdeye kapanır.
“Yarabbi, ümmetimi affet. Yarabbi, ümmetimi bana bağışla!”
Bir Peygamber Mahşerde çağrılırken dahi, böyle tavır içindeyse, bizde böyle bir Peygamberin ümmeti isek, ona layık olmaya gayret edelim.
Biliyorsunuz ki, doğduğunda da “Ümmetim, ümmetim!” diyerek doğdu, ikinci dirilişte de aynısı oldu.
Ona çokça salavat getirelim, onun hoşnut olmadığı şeyleri yapmayalım, onun tavsiye ettiklerini yapalım. Cenab-ı Peygambere itaat, Cenab-ı Hak’a itaattir, hiç değişmez. Cenab-ı Hak bunu ayetlerinde beyan ediyor; “Ona itaat, Bana itaat” diyor.
Bunları birçok insan, ilim olarak muhakkak biliyor ama ilim olarak şeytanda çok şey biliyordu, meleklerin imamıydı. Bilmek kâfi değil, uygulamak lazım, bildiğimizi üzerimize hal edebilirsek, o zaman bir şey ifade eder. Çünkü bildiği ile amel etmeyen kişinin hesabı çok zor oluyor.
Onun için, döne döne diyorum “Allâhu Teâlâ’nın çok büyük lütfudur, hediyesidir böyle geceler”. İstiğfar edersin, Allâhu Teâlâ seni affeder, sen zikredersin, O seni zikreder; yeni bir sayfa açar bize, soldaki melek kardeşimizin eline yeni bir sayfa verilir tertemiz, onu mümkün mertebe önceki dönemlerdeki hatalarımız gibi karalamayalım.
İnsanız muhakkak hatalarımız olur ama büyük hatalara düşmeyelim.
“Benim ümmetim, puta tapmaz” diyor sallallahu aleyhi ve sellem, “Ama gizli şirkten korkarım.”
Nedir bu gizli şirk? Allah’tan daha çok başkasını seviyorsan, işte sen gizli şirk yapıyorsun. Allâhu Teâlâ’nın hiç affetmediği kullardansın. Sevgilerin en büyüğüne, en temizine layık olan Allah’tır. Ondan sonra kimi seversen sev ama sen Allah’ın ve Resulullah’ın önünde başka bir sevgiye yer ayırmışsan işte bu gizli şirk, Allah’tan gayrısından istemek de gizli şirk!
Mesela; ben hacı abiden niyet ettim, yarın 50 lira para isteyeceğim, niyetim bu, bu parayı istediğim zaman belli mi? Hacı abiye, Ahmet’e, Mehmet’e umut bağlarsam şirktir. “Yarabbi, hacı abi sebeptir, ikramın her türlüsü senden gelir.”
Hadis-i şerifte diyor ki; “Sebebe teşekkür etmeyen, Allah’a şükür etmiş olmaz.” Ne diyor ayet-i kerimede; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”, “Her şeyi yapan Ben’im” diyor, veren, alan, hastalık veren, zengin eden, fakir eden, dirilten, öldüren… Öyleyse, ben Hacı abiden isterken, Allâhu Teâlâ’yı unutmayacağım.
Elhamdülillah, biz buna iman etmişiz. Ahmet’ten, Mehmet’ten isterken Allâhu Teâlâ’yı unutuyoruz. “Hacı abiden bin kere Allah razı olsun” diyoruz, dönüp de “Yarabbi şükür” demiyoruz. Eğer, Cenab-ı Hak izin vermezse, hacı abi sana para vermez, istese de veremez!
“Yirmi yıl sonra, bir ağaçtan bir ağaca, hangi yaprağın üzerine düşeceğini yazdık!” diyor Cenab-ı Hak.
Öyleyse, artık bu gafletten kurtulalım, artık silkelenelim, artık uyanalım!
Hz. Mevlana ne diyor; “Biz, hepimiz uykudaydık, sen bize tekme atmıştın, sıçrayıp uyanmıştık.” Artık uyanalım!
Âlemde insana ulaşan hangi lütuf olursa olsun, onun kaynağı Cenab-ı Hak’tır, ondan sonraki zincirin halkasındakiler sadece sebeplerdir.
Cenab-ı Hak, birçok şeyi kulları ile melekleri ile tasarruf eder, artık bunun farkına varalım. Bizde Ahmet’e, Mehmet’e takılıyoruz Allah’ı unutuyoruz. Allah, ömür boyu insana sıhhat vermiştir, birçok ev almıştır, araba almıştır vs. Acaba oturupta balkonda arabasına hayran hayran bakarken, hiç Allah’a şükrü akıl etti mi? “Yarabbi, bu nimeti veren sensin, senin sevgin söz konusu olduğu zaman, bu hiçlik derecesindedir.”
Çünkü malı veren, sıhhati veren, rızkı veren bütün dünya hayatındaki yaşama faktörlerini, fiillerini zaten yaratan Cenab-ı Hak’tır. Cenab-ı Hakk’ın hakkı ödenmez, hiçbir şekilde, hiçbir dil, hiçbir lisan O’na olan şükrü eda edemez.
Onun için Efendimiz diyor ki; “Ben dahil, bütün Peygamberler amelimizle asla cennete girmeyiz!”
Cennet Allâhu Teâlâ’nın lütfudur! Biz böyle bir gecedeyiz, önündeyiz, arkasındayız farkına varalım. Cenab-ı Hak zikir meclislerindeki her cemiyeti zikreder, bu da makam kazanmadır, büyük bir değer kazanmaktadır meleklerin gözünde, ondan sonra melekler bizim için istiğfar eder, “Ya Rabbi, bunlar senin zikretmiş kulların, bunların hataları için, biz istiğfar ediyoruz!” derler.
Artık, has mümin olmaya niyet ettik, en azından yönümüzü oraya çevirdik. Bundan sonra, halimize, tavrımıza, hareketimize, dilimize, gözümüze, kulağımıza ona göre çekidüzen vereceğiz. İnşaallah kendimize söz vereceğiz, o gayrete gireceğiz. Sözü Allah’a değil, kendimize vereceğiz, Allah’a verip cayarsak, çarpılırız. Yani, bu tür geceler cennetin kapısı gibidir, kapı büyüktür, yetmiş senelik yoldur.
Bu gecelerde, cennetin kapısına layık olarak gayrete geldiğimiz zaman, “Niyet, amelden üstündür!” hadisine göre insana büyük getirileri olur.
Tefekkürü terk etmeyelim, Fenâfillah, Bekâbillah Makamı’na ulaşmanın merdivenidir bunlar.
Her insanın yaradılışı çok farklıdır, nasıl Cenab-ı Hak şurada 1,5 santim yere 7-8 milyar çizik çizmişse parmak izi dediğiniz yere, bir parmak izinde çeşit varsa, insanın o engin gönlünde ne haller var, bir düşünelim.
“İnsan gönlü” Kâbe’den de, Allah’ın Arş’ından da büyüktür. Gönül öyle bir şey ki, sen kendinde ne arıyorsan, gönlünde ara.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in gönlü Ravza-ı Mutahhara’dan başlar, ta Arşı Ala’nın altına kadar gider, düşünebiliyor musun gönül nasıl bir yerdir? İşte Allah hepimizi inşallah bu gecelere layık insan eder. Çünkü; dünya ahiretin tarlasıdır, ne kazanacaksak Allah’ın rızasından, Resûlullah’ın rızasından.
Ne kazanacaksak, dünya dediğimiz bu kısacık molada kazanacağız. Uzun bir yoldayız, dünya hayatı ise bir ağacın altında verdiğimiz bir moladır. Ebedi hayat için, ebedi âlem için ne kazanacaksak, bu mola verdiğimiz kısacık zamanda kazanacağız, inşallah bedbahtlardan olmayacağız.
——————————————–
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Kahhar #Esma #Esmaulhusna #Esmaülhüsna #Mekke #Şam #Medine #Allahınisimleri #Allah #Sohbet #nefis #nefs #salavat #salavatınfazileti