Yahya (a.s) şeytanla bir gün yolda karşılaştı. Ona sordu; “Senin insanlarla ilişkin nasıl? Yani onlarla nasıl mücadele ediyorsun?”
O da dedi; “Üç çeşit insan var. Bunlardan birinci sınıf olan sizlersiniz. Sizde İsmet sıfatı var. Siz günah işlemiyorsunuz. En çok zorlandığımız sizlersiniz. Bir takım daha insanlar var. Onları ise en kolay olan. Onları istediğimiz gibi avucumuzda oynatıyoruz. Yani istediğimiz günahları yaptırabiliyoruz onlara. Onlar bizim için,” dedi, “Çocuk oyuncağı yani. Biz onları kendimize mürit yaptık” dedi, “Hatta onlar müritlikte baya ileri bile gittiler. Bizi geçtiler bile” dedi.
Çünkü zamanın birinde bir adam yola çıktı yolculuk yapmak için. Şeytanda kılığını değiştirdi. İnsan kılığına büründü. Gitti ona; “Seninle,” dedi, “Yol arkadaşlığı yapabilir miyiz? Yolda yani beraber gidebilir miyiz?”
O da kabul etti tabii onu. Beraber gittiler. Akşam vaktine kadar beraber yediler, içtiler.
Akşam olunca şeytan buna döndü; “Ben senin şerrinden Allah’a sığınırım” dedi.
İnsan tabii şaşırdı onun bu deyişine. “Neden dolayı?” dedi.
“Ben Allahu Teâlâ’ya bir defa secde etmedim” dedi. “Ondan bertaraf oldum yani. Huzurdan kovuldum yani” diyor ama diyor, “Sana baktım, sen sabahtan akşama kadar ezan okundu. Ne öğleni kıldın ne ikindiyi kıldın, ne akşamı kıldın!” dedi. “Yani Allah bilirsen sabah namazını da kılmamışsındır. Muhtemelen yatsıyı da kılmayacaksındır” dedi, “Ben bir kere bu Allah’ın emrine asi oldum. Ama sen,” dedi, “Sabahtan akşama kadar Allah seni beş defa huzuruna çağırdığı halde sen hiçbirine riayet etmedin. Ee sen benden on gömlek daha üstünsün. Onun için ben senin şerrinden Allah’a sığınırım” dedi. “Ki Allah bana secde etmeyi, başka bir yarattığına secde etmeyi söyledi. Emir eyledi. Ama sana ise kendine secde etmeyi buyuruyor. Sen ona bile asi oluyorsun. Sen benden daha şerlisin” dedi ona. Ve ondan ayrıldı.
Ondan sonra Yahya (a.s)’a 3. sınıftan bahsetti şeytan. “Bir de 3. sınıf insanlar var” dedi. “Onlar,” dedi, “Ne onlar galip geliyor,” dedi, “Ne biz galip geliyoruz. Onlarla hep uğraş içindeyiz” diyor.
“O kimselerde kimdir?” dediğinde, işte; “Onlar,” dedi, “Günah yani biz onları vesveseyle desiseyle günaha düşürüyoruz. Ondan sonra onlar hemen vakit geçirmeden tövbe ediyorlar. Yine eski hallerine dönüyorlar. Bunlar galip geliyor. Sonra aradan biraz zaman geçiyor. Biz yine onlara galip geliyoruz. Günaha düşürüyoruz. Onlar yine tövbe ediyorlar.”
Hz. Ali (r.a) Efendimize bir kişi geldi. “Ya Ali,” dedi, “Ben günah işliyorum, tövbe ediyorum ama,” dedi, “Sonra yine günah işliyorum, yine tövbe ediyorum. Yani bir randıman tutturamıyorum yani”.
O da dedi; “Günahı,” dedi, “Terk edinceye kadar tövbe etmeye devam et” dedi.
Çünkü insan bir günah işledikten sonra tövbe etmeyi bırakırsa yani ben günahlara dalıyorum, bu işi beceremiyorum diye bir şey yaparsa o zaman şeytanı sevindirmiş olur. Mücadeleden yani vazgeçmiş olacak. Ama tövbeyi devam ettirse hem namazına, niyazına, ibadetine devam edecek ve o günahlara da yine tövbe edecek. Ama vazgeçmiş olsa hem günahlara dalacak hemde ibadetinden, taatından da geri kalacak. Bu daha kötü. Öbür türlü bir mücadele var her ne kadar kaybedip, tekrar kazansa da. Çünkü tövbeyi bırakıp günahlara dalmak ayete de muhalif olma durumuna düşürüyor insanı.
“Ey günahta aşırı giden kullarım, Allah’tan ümidinizi kesmeyin” diyor. Çünkü Rabbil Alemin. İşte bu ayet nazil olduğundan sonra Vahşi de iman etti. Peygamber Efendimiz’in huzuruna geldi. Peygamber Efendimizde ona dedi ki; “Annenden ilk doğmuş gibi şimdi temiz oldun”. Bunu duyunca, bir şair vardı Peygamber Efendimiz’e hakaret eden müşriklerden yani Allahu Teâlâ’nın affediciliğini; bu da kıllık değiştirip, Ashabın arasına girdi. “Beni de Allah affeder mi?” diye. “Ya Resulullah!” dedi, “Allah herkesi affeder mi her ne kadar günah işlemiş de olsa?”
“Evet!” dedi, “Affeder” dedi.
“Peki,” dedi, “Beni de affeder mi?” dedi. Çıkardı yüzündeki o şeyi. Baktılar o, Ashap hemen ona hareket etti, ona müdahale etmek için.
O da dedi, “Evet, affeder” dedi. Bu sefer ona şiir okuduydu. Şiirin devamında “Sen hak ile batılı ortadan ayıran kılınç gibisin” diye baya bir övgülü şiirleri, kasideyi okudu ona Kaside-i Bürde diye. Peygamber Efendimiz hatta ona hırkasını hediye etti. Yani düşün bir andaki karanlıktan aydınlığa çıkıyor. Yani geceden gündüze geçiş gibi. Kendine insanın reset atmasıdır bu tövbe istiğfar etmesi.
Hazreti Peygamber (s.a.v) Efendimiz bile günde yetmiş defa istiğfar, tövbe istiğfar ettiği söylenir. Sorduklarına; “Ben Allahu Teâlâ’ya tövbe istiğfar edenlerden olmayayım mı?” diye buyuruyordu ki geçmiş ve gelecek günahları affolunduğu halde. Kızı Fatıma ise Hazreti Ali ile nikahlanacağı zaman nikah mehiri olarak Peygamber Efendimiz’den dua istedi.
“Ne istersin?” dedi.
“Ya Resulallah!” dedi. “Senden babacığım dua isterim”.
“Peki nedir o?” dedi.
“İşte ümmetinden günahkar, tövbe edenler olursa onların günahlarını affetmesini ve cennetine koymasını eğer Allah kabul ederse,” dedi, “O şekilde nikahımı kıy.”
Peygamber Efendimiz o zaman ağladı. “Ya kızım,” dedi, “Peygambere layık olduğunu gösterdin.”
Peygamber Efendimizde “Ümmetim, ümmetim” diye dua ederdi. Kızı Fatıma onun evladı, o da aynı ayarda. O da aynı ümmeti için dua istiyor.
İşte insanları günaha düşüren bir de insanın içinde neler vardı? Hannaslar. Min şerril vesvâsil hannâs. Elleżî yuvesvisu fî sudûri-nnâs. Vesvese veren hannasın şerrinden Allah’a sığınıyoruz. O gidiyor insanın göğsündedir ve ona vesvese verir. İşte o vesveseyi kalbe veriyor. Kalbe verince insanın kalbi neydi; Allah’a aramaktaki, yol bulmaktaki, onunla olmaktaki olan merci, merkez. İşte insanları bu merkeze bunu oturtmayınca bu sefer başka arayışlara ve oyalanmaya yol arar, yol bulur yani.
İşte İmam Gazali bununla ilgili insanlar bu özden yolunu sapıtınca o zamanda revaşta olan şey satranç oynamakmış. İşte satranç insanlar gününü oyalanmaklarını öyle geçiriyorlar. Bugünkü de aynı şey. Bugün de ne var? İskambil kağıtları var, okey var. Halbuki bu iskambil kağıtları ve okeyi Amerika’da spastik özürlüler, beyin özürlüler oynuyormuş ki işte beyin gelişimi sağlasın diye. Nefiste bir şey yapacağı zaman hemen onun bir bahanesini de buluyor.
İşte ne diyor insan? “Ben işte beynimi geliştiriyorum, alzheimer olmayayım” diye. Halbuki Allah’ı zikreden kişi de alzheimer olmaz, kafasını sert bir cisme çarpmadıktan sonra. Yani bir bahane de, kulp bulması lazım ki o şeyi icra etsin. İşte o zaman satranç revaçtaymış. Şimdi günümüzde mesela cep telefonu var. Yaşlısından, gencine, çocuğuna kadar hepsini alıyor. “Ben onsuz yapamam!” diyor. İşte diyor; “Hayatımın anlamı…” gibilerinden. Kimse de yani neyi seviyorsa insan onu baş tacı hedefi, mihenk taşı hedefi olmuş oluyor. İşte “Ben şarkı söyleyemeden yaşayamam!” diyor. “Yaşamımın hayat kaynağı…” Yani böyle bir şirk dolu kokan sözlerden dem vuruluyor.
İşte burada da Peygamber (s.a.v) Efendimizin şu hadisi hemen meydana geliyor, açığa çıkıyor; “Kişi neyi seviyorsa O onun Rabbidir, ilahıdır”. Yani kişiyi Allah’a unutturacak derecede bağımlı olduğu her şey nedir? O onun Rabbidir. İşte tasavvuf yolu, tarikat yolu bu bağı, yani Allah bağını zikirle, ibadat-ı taat ile bu bağı tam kuvvetlendirme yoludur yani.
Peygamber Efendimizin bir de Ashab-ı Suffa denilen bir topluluk vardı. Bunlar neydi işte? Kimsesiz, ondan sonra gariban kişiler, işi gücü olmayan ama kendilerini Allah yoluna vermiş. Bunlar camide yatıp kalkarlardı. Ve işleri de neydi; sabah akşam Allah’ı zikretmek, Allah’ın ayetlerini okumak ve Peygamber Efendimiz’in sohbetinde bulunup bunlara, insanlara icra etmek. Bunların günlük yaşantıları bu şekilde yani.
İşte zenginler geliyor Peygamber Efendimiz’in yanına. “Ya Resulallah!” diyor, “Bunlar gariban adamlar, üstleri başları yamalı mamalı. Bir tane elbiseleri var üst üstünde değiştirelim”. Muhtemelende kokuyor da olabilirler. Çünkü o Hicaz bölgesi sıcak. “Biz bunlardan rahatsız oluyoruz” diyor, “Biz geldiğimizde bunları gitsin. Biz yani sohbette muhabbette bulunalım. Biz gittikten sonra da onlara ayrıyeten sohbet muhabbet yap” yani.
Tabi Peygamber Efendimizde onları da kaybetmemek için, “İyi” diyor. “İyi” dediği anda da Cebrail (a.s) geliyor. O ayeti getiriyor. Ashab-ı Suffa hakkındaki olan ayet. “Rablerinin vechini sabah akşam dileyerek ona yönelenleri,” diyor; “Yanından terk etme” yani uzaklaştırma. “Onların yaptıkları kendine, senin yaptıkların da kendine sakın onları uzaklaştırıp da,” diyor, “Zalimlerden olma”. Hemen ayet geliyor. Peygamber Efendimiz o ayeti duyunca onların hakkında onlara karşı sevgisi daha çok oluyor. Ondan sonra “Yok!” diyor, “Ben onları yanımdan uzaklaştıramam” diyor. Allah ayeti de okuyor orada zaten hemen. Ve onlarla daha çok beraber oluyor. Daha çok yakınlık kuruyor Peygamber Efendimiz’in. Daha çok sevgisi hemdem oluyor. Daha çok çoğalıyor.
Kehf Suresi’nde de yine Ashab-ı Suffa hakkında vurgu var. Orada sabah akşam O’nun yoluna yönelerek Rabbine çağrıda bulunanlarla beraber olmada sabırlı oluyor. Dünya hayatının çekiciliğine kanarak gözlerini onlardan ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız tutkularına uymuş, işi aşırı olan kimselere boyun eğme buyuruyor Rabbil Alemin.
Yani “Onun yoluna yönelerek yürüdüğü ne?” diyor. Yürüdüğü nedir? Müridi ne? Aynı şey demek. Mürid yani muradullah, Allah’ın murad ettiği kişi. İşte mürid olma yolu nedir? Allah’ın murad ettiği kişi olma yolunda yürümektir yani. Allah’ın murad ettiği kişi. Çünkü ne diyor? “Zakirler benim has kullarımdır” buyuruyor Rabbül Alemin. Peygamber Salatu Selam Efendimiz ise, “Benim ev halkım gibidir” diyor. Bak o Ashab-ı Suffa’da onun ev halkı gibi, hep onlarla beraber.
Sohbet ederken Ebu Hureyre (r.a) gömleğini çıkar yere serermiş. Sohbet bittikten sonra topluyor gömleğini tekrar sırtına giriyor. Ebu Hureyre de şey bu; “Kedilerin babası” demek. Namaz kılarken, ibadet-i taatındayken oturuyor yerde tesbihini zikrini çekiyor. Kedi de gelmiş o şeyinde eteğinde uyuyor onun. Kıyamıyor ona. Bakıyor bayağı da kaçacak gibi de değil. O eteğinin bir köşesini kesiyor. Yine kedi orada rahat rahat uykusuna devam etsin diye. Ondan Peygamber Efendimiz diyor onu halini görünce; “Ebu Hureyre” diyor yani; kedilerin babası demek.
Hazreti Ali’ye de ne demişti? “Ebu Turap”, o da Fatıma validemizle bir gün bir tartışma yaşadılar. Bundan dolayı da yüreği burkuldu. Bir şey de diyemedi Resulullah’ın kızı olduğu için. Gitti hurmalığa doğru. Orada bir hurma ağacının dibine yattı. Yüzü gözü toprak olmuştu. Peygamber Efendimiz’in o halini görünce; “Kalk ya Ebu Turab” dedi, “Kalk”. Ondan sonra ikisinin yine gönlünü hoş etti. İkisini barıştırdı.
Çünkü Peygamber Efendimiz zamanında da herkes neydi? Zikirliydi, virdliydi yani. 12 kişiden 8’i cehri, 4’ü hafi. Sesli zikiri talim ediyorlardı. Bunlar hafi olanlar işte. Hazreti Ebu Bekir (r.a) da Efendimiz’den geliyor. Cehri ise Hazreti Ali (r.a) da Efendimiz’den geliyor. Osman da hafi idi. Ömer ise cehri idi. Ama onların kolları tabi günümüze kadar ulaşmadı. Ebu Bekir ve Hazreti Ali (r.a) ile Efendimiz’in kolları günümüze kadar ulaştı. İşte bizim yolumuz da Ashabın yolu yani. Ashab’ın yaptığı şeyleri yapıyoruz bizler de. Onlar da ne yapıyor? Zikrediyorlar, ilim öğreniyorlar, Kur’ân-ı Kerim okuyorlar. Aynı ibadet-i taatları şu anda biz de işte yaparak ne yapmış oluyoruz? Aynı Ashab-ı Kiram’ın yolunda devam etmiş oluyoruz.
Bir derviş vardı tarikattan işte ders aldı. Beş yıl geçmiş üzerinden bakıyor diyor, “Ya benim,” diyor, “Şeyhimde herhangi bir keramet görünmüyor. Bunu sorayım bakayım nedendir?” diyor. “Başka şeyhlerin,” diyor, “Kerametleri var, o su var, bu su var”. Soruyor, “Efendim ben size pek keramet görmedim mi? Ben 5 yıldan beri bu yolda hizmetteyim”.
“Evladım, Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifi var,” diyor. “Ahir zamanda en büyük keramet kişinin imanlı olmasıdır,” diyor. “Ahir zamanda imanlı olabilmek kor ateşi elde tutmak kadar zor olacaktır” diyor.
Ve başka bir hadiste ise “Ahir zamanda istikamet sahibi olan kişi kırk şehit sevabı alır” diyor. Resulullah (s.a.v) Efendimiz. “Şimdi senin bunları tahlil etmen lazım. Eğer namazını kılıyorsan, ibadat-ı taatındaysan, tövbe istiğfar ediyorsan, zikrini çekiyorsan,
bunları işte keramet sahibisin, bunları sen yapıyorsan sen bile,” dedi, “Keramet sahibi olursun”.
Keramet inanmayanlara gösteriliyor. Peygamber Efendimizden de hep mucize istemişlerdi. Gördükten sonra iman etmeyince o zaman daha çok kötü duruma düşüyorlar.
Peygamber Efendimize Ebu Cehil geldi arkasına sakladı taş almış eline, “Elimde avucumda ne olduğunu bilir misin?” dedi. Eğer bilirse de bu Peygamberdir. “Elindekilerinde ne olduğunu değil,” dedi, “Onlar benim Peygamberliğime şehadet getirirlerse de inanır mısın?” dedi.
“O zaman,” dedi, “Belki inanırım” dedi.
Sonra elindeki taşlara Kelime-i Tevhidi “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” deyince; “Bu,” dedi, “Ya sen çok büyük,” dedi, “Büyücü olmuşsun yani, sihir yapıyorsun sen” dedi. Yani yine inkar etti. İşte inkar edecek olanlara da sıyıracakları bir menfez, Allahu Teâlâ bir açık bırakmış yani onlara. Onlar o kulpa tutunuyorlar bu sefer de.
Yani insan bir günah işleyecekse ya da bir şeyi inkar edecekse, illa bir kulp bulması lazım. Halbuki Peygamber Efendimiz’den hiç yalan hasıl olmamış. “Muhammedü-l Emin” diye lakabı, ünvan takmışlar ona. İşte ilk dini yayacağı zaman topluyor kavmini. Diyor; “Sizi buraya ne için topladım bilir misiniz?” diyor, “Şimdi ben size söylesem ki şu dağın tepesinde bir düşman askeri var. Bana inanır mısınız?” diyor.
“Evet!” diyor, “İnanırız biz senden çünkü hiç yalan işitmedik.”
“Peki,” diyor, “Benim Allah’ın Peygamberi olduğuma iman eder misin? Allah’ın varlığına, birliğine ve benim de Peygamber olduğuma”.
Hemen ilk inkar eden, en yakın olandan taş geliyor. Ebu Leheb, “Ya,” dedi, “Bu benim yeğenim kafayı sıyırdı biraz,” dedi, “Sihire büyüye yani cine uğramış gibi” dedi.
Milleti oradan ayarlarını kaçırdı yani. En yakını olma hasebiyle işte ilk taş en yakından da geliyor, en ikram olan yine en yakından geliyor. Bir amcası var ona destek oldu, öbür amcası var köstek oldu. Hazreti Abbas ile ise, o ise daha sonra Müslüman oldu, hicretten sonra. Onun için derviş olan, mümin olan bir kişiye el karda, gönül yarda, sırat-ı müstakim yolunda yürümeye, gayret etme mecburiyetindedir yani. Bu yolda yani azimli olup yürümek, mürid olmak, Allah’ın murad ettiği olmak en değerli şeydir. İstikametten sapmayan kullardan olalım inşaallahü’r-rahman.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#KehfSuresi#KelimeiTevhid #HzFatıma #HzAli#tövbe #affetmek #AshabıSuffa #keramet #hafi #cehri #zikir #EbuCehil #şeytan #nefis #KasideiBürde