Kandil geceleri Osmanlı zamanında camilere takılan kandillerden sonra bu ismi verilmiştir. İşte o günün önemini belirtmek için kandiller asılarak, o gecenin mübarek olduğunu belirtmek için denilen sözcüktür. Halbuki; Kadir Gecesi, Beraat Gecesi, Regaib Gecesi, Mevlüt Gecesi zaten bizde günler nedir? Akşam üstünden sonra olur. Mesela biz bugün Pazartesi günü akşam ve yatsı namazını kıldık, halbuki o; salı gününün akşam ve yatsı namazıdır. Yani gün gece 12’den sonra olmuyor. Akşam üstünden itibaren başlıyor.
İşte Allahu Teâlâ da bu gece ve mübarek günlerde rahmetinin ziyadesiyle fazla olacağını, coşacağını (s.a.v) Efendimizin hadislerinden bize bildiriyor. Berat; Arapça bir kelime olarak anlamı ise saçılan, savrulan. Yani Allah’ın rahmetinin saçılıp savrulduğu zaman dilimleri anlamına geliyor. Peygamber Efendimizde Şaban’ın yarısındaki Allahu Teâlâ’nın yeryüzüne tecelli edecek ve burada rahmetinin saçılacağına ifade buyuruyor. Bir de Berat Gecesinde Kur’ân-ı Kerim’in yani; Allah kelamının dünya semasına indiği tecelli buyurduğu ve Ramazan’ın Kadir Gecesinde de yeryüzüne indiğini ifade buyurmuştur (s.a.v) Efendimiz. İşte bu geceleri ihya eden, hürmet edenlere Allahu Teâlâ ecirlerini kat kat vereceğini kutsi hadislerde de buyuruyor. Yani bu bire ondan, bire yediyüz bine kadar katlarıyla vereceğini ihlas ve samimiyetine göre.
İmam Gazali Hazretleri; “Ben,” diyor; “İhlası bir berberden öğrendim” diyor. Haç zamanı bu Hicaz bölgesine gidiyor. Orada da diyor, “Param bitti. Paramında bir yerden gelmesi lazım, onu bekliyorum” diyor. “Ama çıkta kaldım yani. Cebimde 5 kuruş para kalmadı. O anda da berber ihtiyacı duydum. Bir berbere girdim. Beni,” diyor, “‘Tıraş eder misin?’ dedim” diyor. O arada zengin birisini tıraş ediyordu. “Ben Allah rızası için beni tıraş eder misin diye söyledim ona.”
O, diğer müşterisini bırakıp hemen bana geldi. “Yani beni tıraş etmeye başladı” dedi. Sonra o zengin olan dedi; “Niye beni bıraktın yani ben sana parasını vereceğim. O adam yani para bile vermeyecek”. Bu dedi, “Allah rızası için istiyor” dedi. “Bunun istediği benim için daha önemli. Allah’ın rızası benim için daha önemli” dedi, “Sen biraz daha beklesen olur.”
“Ben ihlası,” dedi, “O berberden öğrendim yani” diyor. Allah için olan şeyi kendi menfi olan şeyini terk edip Allah rızası için olan şeye koşturduğu için. “Sonra aradan az bir zaman geçti benim param geldi. Sonra ona bir kese altın vermeye gittiğimde onu asla kabul etmedi” dedi.
“Ben onu Allah rızası için yapmıştım” dedi. “Eğer onu alırsam o zaman benim yaptığım boşa gider diye onu bile kabul etmemişti benden” diyor.
Bir de bu gecede olacak olan şeylerden bir tanesi de önümüzdeki bir yılın her şeyi takdir edilir. Yani zengin mi olacak kişi, fakir mi olacak, hasta mı olacak, ölecek mi, yaşayacak mı, yangın mı olacak, zelzele mi olacak. Yani ne olacak ise o yıl içinde muhasebesi yapılır ve bu gece Cenab-ı Hakk’ın görevli meleklerine teslim edilir. Yani Allahu Teâlâ ezelde her şeyi takdir etti. Lakin Kalubelâ’da da ama her yılın programını görevli meleklere verir. Yani tahakkuk sahasına indirir. Bu gece de öyle bir gecelerdendir. İşte bu mübarek gecelerde; Allahu Teâlâ’dan tövbe istiğfar etmek, dua etmek, yani istemek, duadan maksat ne; çağırmak, kapıyı çalmak.
Çünkü Hazreti Ömer (r.a) da bir gün yağmur duasına çıkmışlardı. O hep tövbe istiğfar ediyordu. Dedi; “Ya Emir-ül müminin, sen,” dedi, “Tövbe istiğfar ediyorsun. Yani biz yağmur duasına çıktık.”
“Ben,” dedi, “Allah’ın rahmet kapısını çalıyorum”. Yani onunla birçok şeylerin tecelli ettiğini buyurdu.
Tabi duanın başına ilk Allahu Teâlâ’ya hamd’ü senâyla başlamak, Peygamber (s.a.v) Efendimize salatu selam eylemek, onların arasında dua ne istenilecekse, ne dilenecekse diledikten sonra da en son yine hamd’ü senâyla ve Peygamber Efendimize salat ile kapatmak, efdal olan ve adaba yakışan olan dua şeklidir.
Duada bir de Allahu Teâlâ’ya “Ver” diye hitap etmek, emir şeklinde olduğu için. Çünkü Türkler savaşçı bir kavim olduğu için “Ver, al, vur, tut, yap, at…” Yani böyle kısa cümlelerle savaşçı bir kavim olduğu için hep bu kısa cümleleri kullanmışlar. Şimdi “Ver” demek de Allahu Teâlâ’ya emir niteliğindedir. Yani “Onu ver, bunu ver, şunu ver.” Yani bu emir yağdırmak gibi oluyor. Halbuki onun yerine, “Allah’ım bizim halimiz sana ayandır beyandır, acizane, fakirane senden bunları talep niyaz eğiliyoruz” demek daha uygundur.
Zamanında bir bedevi vardı. Peygamber (s.a.v) Efendimizin Ravza-i Mutahhara’ya gitmişti. Orada sesli bir şekilde dua ediyordu; “Ya Rabbi” dedi, “Ben günahkarım beni affeyle” dedi, “Eğer affedersen,” dedi, “Senin şanına yakışır. Habibin sevinir” dedi, “Düşmanında üzülür şeytan. Ama,” dedi, “Beni affetmezsen, şeytan sevinir. Habibin üzülür” dedi. “Onun için,” dedi, “Peygamberini üzme, şeytanını da mağrur etme ya Rabbil Alemin” diye. Böyle can alıcı gönülden içten dua ediyordu. Dua Allah’ın duayı kabul edeceğine inanarak istemek, dilemek. Çünkü Rabbil Alemin ayette de öyle buyuruyor; “Eğer sizin dualarınız olmasa Ben sizi neyleyim? Ya da Bana dua edin, icabet edin ki Bende size icabet edeyim. Yani karşılığını vereyim.”
Şimdi duanın üç şekil kabul olma şekli vardır, ya hemen kabul olunur, ya tehir edilir. O ileriki bir zamanda gerçeğe vuku bulur. Ya da bu dünyada gerçekleşmese de ahirette sevap olarak karşımıza çıkar. İnsanı yapmış olduğu ibadet-i taatlarda oradaki cennetteki köşk olsun, bahçeler olsun orada etiketi vardır. Bir de etiketsiz olanlar vardır. Kul onu sorar; “Ya Rabbil Alemin bunun etiketi yok. Yani şu namazdan dolayı şu nimete kavuştum ama bunda etiketi yok. Bu neden dolayı bana verildi?” diye sorduğunda, “O dünyadayken dua etmiştin, Ben onun ecirini burada veriyorum” der Rabbil Alemin. Kul o zaman der ki; “Keşke dünyadayken de hiçbir duam gerçekleşmeseydi de burada tecelli etseydi.” Çünkü dünya gelip geçici. Ama ebedi hayat olan ne? Ahiret hayatı, öbür hayat.
Bir de biz kul aciz olarak olayların hikmetini tam kavrayamıyoruz. Biz şimdi istedik. Yani bir çocuk nasıl bir eczacıya, hekime gitti. Oradan işte bir sürü ambalajlı ilaçlar var. İşte cafcaflı olan ilacı isteyebilir. Ama onun için zararlı olabilir. İşte biz de istiyoruz Allahu Teâlâ’dan ama bizim için yararlı mı, faydalı mı? İşte onun hikmetini Allahu Teâlâ biliyor. İşte nasıl ki bir doktor, eczacı biliyorsa ona hangi gerekli olan ilaçlar, biz çocuk gördüğün her şeyi istiyor belki de zararlı senin için. İşte vermemesinin nedeni ondan dolayı. Ama istediğimizden dolayı onu bu dünyada vermezse yine ahirette onu karşımıza çıkaracak. Çünkü o gani, rahmeti geniş, cömertlerin en cömerti.
Hz. Ali (r.a) da yine böyle sıkışıklık zamanı yani yokluk zamanı Rabbil Alemine dua ediyor, istiyor lakin bu normal isteme yani fiziki olarak dua dilinden döküldü, gönlünden de istedi, bir de bunu fiziki istemesi var, yani fiili istemek yani bunu da işte yapmış olduğumuz hareketlerle Hz. Mevlana diyor; “Ya kişi elma yemek istiyorsa ya tohum eksin ya da fidan” yani Allahu Teâlâ’dan tamam istedin ama sende bir fiiliyatta bulunman lazım, yani “Ben bunu gerçekten istiyorum” diye Hz. Ali (r.a) Efendimizde çarşıya pazara çıkıyor yani bu bir sebep olacak ki Allah o istediğini verecek gerçekleştirecek. Çarşı pazarda dolaşıyor işte, bir arkadaşının yanına gidiyor. O günkü
erzak satıyor. Yani bugünkü bakkal gibi. Bakıyor Hz. Ali Efendimiz suskun ve durgun. Biraz da hüzünlü. Diyor, “Bir ihtiyacın mı var? İste karşılayayım”. Ama o Allah’tan istemişti. O kendinden şey olarak verecek, bağış olarak. Tabi istemedi o. “Herhangi bir sıkıntım yok” dedi.
Tekrar çarşıya çıktı dolaşırken bir kişi geldi karşısına. Elinde de deve. “Ya Ali!” dedi, “Deveyi satmak istiyorum,” dedi, “Alır mısın?”
“İyi de bende 5 kuruş para yok, yani alacam da parasını ödeyemem”.
O dedi; “Tamam,” dedi, “Hiç önemli değil. Sonra da versen olur yani ne zaman cebin para görecek o zaman versen olur. İlla devemi sana vereyim” dedi.
“Peki” dedi, “Ne kadar? 250 dinardan fazla eder ama sana da 250 dinardan vereyim”. Hz. Ali Efendimiz aldı deveyi gidiyor evine doğru. Düşünüyor şimdi, “Bunu keseyim çocuklara erzak olarak yesinler mi? Yoksa satayım mı ondan başka erzaklar mı alayım?” Öyle düşünceyle giderken karşısına bir kişi çıktı.
“Ya,” dedi, “Çok güzel deven varmış. Bana böyle bir deve lazım. İlla bunu satar mısın?”
“Ben yeni aldım. Yani hastalığı var mıdır, onu var mıdır, bunu var mıdır? Tam bilmiyorum ama sen,” dedi, “Ne kadar fiyat verirsin buna?” dedi.
“Helalinden sana 750 dinar veririm” dedi.
Hz. Ali Efendimizde illa da ısrarla da isteyince, “Peki” dedi, verdi. Arkasını döndü çarşıya. O satın aldığı kişiyi bulsun ki ücretini versin. Baktı baktı yok, çarşıda öyle bir insan. Dolaştı sonra erzak aldı. Döndü evine. Baktı Peygamber Efendimiz orada. “Ya Ali” dedi “Alışverişin hayırlı mübarek olsun” dedi. “Bilir misin,” dedi, “Deveyi sana satan kimdi?”
“Allah Resulü daha iyi bilir” dedi Hz. Ali Efendimiz.
“O,” dedi, “Deveyi satan sana Mikail (a.s). Deve İsraif (a.s)’dı. Senden satın alanda Cebrail (a.s)’dı.” Allahu Teâlâ’dan istediği için bak Allahu Teâlâ ne yaptı? Ona gönderdi bir sebep.
Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin de öyle başından olay geçti. O da sıkıntılı zamanı. Onu alacak, onu satacak bir türlü para dönmüyor yani yokluk zamanı o da artık Allahu Teâlâ naz ediyor. “Ya Rabbi” dedi, “Ben tamam şu tepenin oraya gidiyorum uzanıyorum. Sen bana,” dedi, “Bal ile kaymak göndermedikten sonra,” dedi, “Ben daha uğraşmayacağım artık. Biliyor yani fiili olarak gitti o tepenin oraya. Allahu Teâlâ bir şey sebep olup ona gönderecek ya. Gitti orada yattı sabahtan akşama kadar, yani bekledi. Sonra bir kervan geliyordu. Baktılar orada, “Allah Allah bir kişi uzanmış herhalde” dedi, bu bayıldı etti. “Gidelim bakalım şuna…” baktılar. Dudakları falan kurumuş. Dediler; “Buna bir yiyecek verelim. Kendine gelsin canlansın.” O kervanında ticaret olarak taşıdı malda bal ile kaymak, getiriyorlar hemen ona. Birazcık da ekmeğe sürüyorlar. Yediriyorlar ona.
Ondan sonra canlanıyor tabi Abdülkadir Geylani Hazretleri. “Ya Rabbel Alemin” diyor, “Ben senden balla kaymak istedim ama sen ekstradan yanında ekmek de göndermişsin” diyor. Ondan sonra tekrar başlıyor diğer faaliyetlerine yani dünya hayatına. O Abdülkadir Geylani Hazretleri insanların dua ederkende isteklerindekini fark ediyor. Diyor, “Siz Allah’tan isterken alacaklı gibi istiyorsunuz” diyor. “Dilenci gibi isteyin” diyor. “Öyle istemek mi olur yani?” diyor.
Hazreti Ömer (r.a) Efendimiz ise, “Siz diyor ibadeti az tutuyorsunuz ama duayı,” dedi “Çok uzatıyorsunuz. Yani bir sürü Allahu Teâlâ’dan tamam istiyorsunuz. Yani sizin durumunuz mehiri az verip, en güzel kızı isteyenler gibisiniz” dedi.
Üftade Hazretleri de bir kasidesinde:
Sen bir palaz yavrusun kuş kanatsız uçar mı?
Emmareye kul olan hayrı şerri seçer mi?
Diye devam eden kasidesi vardı onun. Yani biz şimdi biz bir palaz yavruyuz. Kanat takmadan işte manevi mertebelere yükselmek için kanattan maksatta; ibadat-ı taatlar, zikirdi, dua idi, ilimdi. Yani bunlar kanat olarak düşünürsek, sen bir palaz yavrusun kuş kanatsız uçar mı? Yani bunları edineceğiz ki ondan sonra işte merhaleler kat edeceğiz. Yoksa o kanat olmadan ne olur? Kuş bir karış uçamaz, yere düşer. Yani yem olur. “Emmareye kul olan hayrı şerri seçer mi?” diyor. Yani işte nefis derecatlarında da bazen Emmare, Levvame, Mülhime şeylerine insan indiği zaman hayrı şerri tam seçemez. Yani Allahu Teâlâ’dan bir şey istedik. Ama hikmeti neticesinin ne olduğunu bilemeyiz. Amma velakin işte bu. Kanat takıldıktan sonra Allahu Teâlâ o kullarına öyle hak vermiştir ki, yani; ettiği duaları anında kabul olunuyor ve tasarruf hakkı bile vermiş.
Mesela; bu İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmet her türlü teçhizatı yapmış. İşte havan topları, şahin topları, yer altından levazımatçılar, karadan ordular. Yani İstanbul’un düşmemesi için hiçbir engel yok. A-B-C’de bütün planları da yapmış ama bir türlü İstanbul düşmüyor. Kapanıyor. Bunun yani bir manevi bir engel var. Hocasına, Akşemseddin’e soruyor, “Manevi engel olarak ne var?” diyor, “Bir bakar mısın?”
O da rabıta edip şöyle gönlüne bir bakıyor. Öbür İstanbul tarafında bir veli var. O da “Aman,” diyor, “Gavurcuklarıma bir şey olmasın” diyor. O gelen topları alıyor. İnfilak etmesini engelliyor. O da işte çok merhametli, şefkatli. Çocuklara hep cebinden şeker verir, dağıtır. Yani oradaki halka şefkat, merhamet ediyor. Çünkü Allahu Teâlâ’ya Fatiha Suresi’nde ilk ayette ne diyordu? “Elhamdulillâhi Rabbil’alemin”. Yani bütün alemlerin Rabbi olduğu için, o da şefkat nazarıyla onlar ne kadar Hristiyan da olsa onlara merhamet ediyor, şefkat ediyor, onları koruyor. Onlarda onun bu Veli vasfını biliyorlar. Yani Allah’ın sevdiği bir kulu olduğunu. Ondan yardım talebinde bulunuyorlar. İşte bombalar atılmaya başladığında, onun mahallesine herkes sığınıyor. Çünkü o engellediği için onu fark ediyorlar. O da, “Aman gavurcuklarıma bir şey olmasın…” tutuyor onları. “Aman gavurcuklarıma bir şey olmasın”.
Ondan sonra Akşemseddin dua ediyor; “Ya Rabbil Alemin, bu fethi ya bize müyesser et ya ona”. Yani bunun bir neticesi olsun diye. Ondan sonra İstanbul düşüyor.
Bir de Ya Vedud Hazretleri var. O da zikri Ya Vedud olarak çekiyor. Allah’ın sevgisini celbeden Esmadır o. O da öyle dua ediyor. Diyor ki; “Ya Rabbi, İstanbul fethedilmeden benim canımı alma” diyor. “Fetih olsun,” diyor, “O gün benim canımı al ama ben İstanbul’un fethedildiğini göreyim bileyim” yani. Nitekim olaylar öyle cereyan ediyor. Ondan sonra İstanbul fethediliyor. O Ayasofya Cami’ne girdiğinde Fatih Sultan Mehmet o soldaki ağlayan terleyen direk var. Onun o dibinde bakıyor Ya Vedud Hazretleri, hatta göğsünde Ya Vedud yazısı var. Onu işte kefene alıyorlar, sarıyorlar cenazesini defnedecekler. Dışarı çıkıyorlar bir rüzgar onları ilahi yani yönlendiriyor. Aşağı Eminönü’ne kadar gidiyor. Orada Haliç’te bir tekne var, gemi üstünde ama hiç kimse yok. Kayığa bindiriyorlar onu. Ne yelkeni var ne küreyi. O kendi kendine gidiyor Eyüp Sultan Hazretlerinin o bölgeye doğru. Orada yine karaya yanaşıyor. Ondan sonra yukarı doğru çıkıyorlar. Defin yeri hazırlanmış. Hatta Ya Vedut Cami, Ya Vedut Sokağı diye var orada yeri onun. Oraya defin ediyorlar. Yani kerameti öldükten sonra bile devam ediyor.
İşte Allahu Teâlâ bunlara tasarruf hakkı vermiş bu kullara. Ama ne zaman? İşte belirli bir merhaleye geldikten sonra.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#BeratKandili #BeraatKandili #dua #ibadet #Allahtannasılistenir #istanbulfethi#HzAli #AbdulkadirGeylaniHz #İmamGazali#YaVedudHazretleri #HzMevlana #ÜftadeHazretleri