Her önüne geleni yemeyeceksin, her diline geleni konuşmayacaksın. Şüpheli şeylerden geri kaçacaksın. Şimdi bakın; ben fetva makamı değilim. Ben hiçbir köy hayrına katılmam. Ha katılana da; “Yanlış yapıyorsun!” demem. Ne için? O, onun sadece kendisine verdiği bir fetvadır. Şimdi, bugünkü hayırlar yapılırken, Allah rızası pek güdülmüyor. Sadece köyün namı, şöhreti, bilmem nesi düşünülüyor. “O köy yaptı da, biz neden yapamıyoruz? Falan filan…” Yani ilkin, her şeyin önünde, Allah rızası olmazsa, o işte hayır yoktur. Benim için önemli olan bu. Biz bunu Allah için yapıyoruz. Ya köy hayrı dediğin, ödünç birbirine yemek yedirmekten başka birşey değilde nedir? Soruyorum sana.
Ben yıllar önce Balıkesir’de bir zengin tarafından iftara çağrıldım. Dedim:
“Beni çağırmayın.”
Dedi; “Efendi Hazretlerini de çağırdık.”
“Ya onu çağırmışsınız ama beni çağırmayın.”
Israr etti, “Allah rızası için”. Allah rızası için, kelle verilir. Bitti. Baktım Balıkesir’in bütün zenginleri orada, bir tane fakir yok. İşte yenildi içildi, falan filan. Kısmi bir sohbet başladı.
“Allah’a şükür, hayrımızı, hasenatımızı yapıyoruz!” dedi ev sahibi.
Dedim; “Sen şimdi hayır mı yaptın?”
“E ne yaptım?” dedi.
“Ya ödünç yemek yedirdin içirdin, burada bir tane fakir var mı? Bunlar, her gün et yiyor, bunlar Balıkesir’in en zenginleri. Yani, hayır zenginlere mi yapılır? Bugün bu zengini çağır, yarın başkasını çağır, birbirinize yemek veriyorsunuz, ne ilgisi var bunun hayırla?” dedim.
“Ya, nasıl yok?” dedi.
“Ne ilgisi var ya, burada yardıma muhtaç bir kişi var mı? Peygamberimiz demiyor mu; ’Bir sofrada fakir yoksa, o sofrada hayır yoktur’ diye.”
Şu bu… Hacı Naci Efendi dedi:
“Ali Efendi çok doğru söylüyor, yaptığınız hayır değil. Niye Ali Efendi’ye kızıyorsunuz ki? Herkes söylemez ama o söyler. Bu size söylemedi mi, ‘Beni çağırmayın’ diye. Siz zorla çağırdınız. Ne için? ‘Ali Efendi görsün, bak biz nasıl yemek yediriyoruz diye’. Dava buydu yani!” dedi.
“Ama o adam söyler, ben söylemem ama, o söyler” dedi, “Doğru söylüyor!” deyince, gık kesildi tabi.
Allah razı olsun. Hayır bu değil ki. Hayır, Allah için olacak, muhtaca olacak. O köy buna ödünç yemek yedirmiş, onlar bunlara yedirmiş, o köy yaptı, biz niye yapamıyoruz? Bu değil ki! Bir şeyde, niyet bozuksa, geri kalan her şey bozuktur zaten. Allah, ilk önce niyete bakıyor. Senin amelinden önce Allâhu Teâlâ’nın ilk baktığı şey, senin niyetindir. Sonra, niyetten sonra, ilmine bakar. İlimden sonra, ameline bakar. Amel ta üçüncü kategoride geliyor.
Ben katılmam, onun için ama katılana da; “Yanlış yapıyorsun!” demem.
Ya bakın şuradaki köy, ben 5-10 sene mi, 15 sene önce mi tam tarihini hatırlamıyorum, tam akşamüstü, şimdi o kahveler yıkılmış, geçen giderken bakmıştım yıkılmış. Akşam ezanı okunuyor, tam köye girdik. Dedik:
“Şurada akşam namazını camide, cemaatle kılıp geçelim.”
Karşımdaki kahvede 100 kişi var. Camiye bir girdik ki, bir tek imam. Bir kişi yok. Yalnız namaz kılacak! Biz de 4 kişi, 5 kişi girince adam sevindi:
“Cemaat olduk bugün!” dedi.
Namazı kıldık, çıktık camiden. Arkadaşlara dedim:
“Valla isterseniz gidin, ben bu köyde bir dayak yiyip, öyle gideceğim, burada dayak yemeden gitmeyeceğim!” dedim.
“Yok ya!” dediler beni yalnız bırakmadılar, beraber girdik kahveye.
“Selamünaleyküm!”
“Aleykümselam!”
Ak sakallı bir sürü insan. Bir de sakal bırakmış, bembeyaz bu kadar. “Ooo, hoşgeldiniz”, beş gittiniz, getir çaylar, gelsin kahveler misafire.
“Ya çok güzel bir caminiz var. Yani, bayağı emek çekmişsiniz, iyi bir hayır yapmışsınız cami için. Cami çok hoş, çok hoş, şu bu…” falan övdüm biraz. Böbürlendiler.
“Yalnız bu camiyi satın siz. Satın!” deyince tık kesildi.
“Ya, cami satılır mı?”
“Niye satılmasın. Neye yarıyor bu camii? İyi para yapar, satın. Güzel sağlam bina satında, kurtulun bundan!” dedim.
Karşımdakilerde hep ihtiyar. “Şu sakalınızdan utanın, Allah cezanızı versin, Allah sizi kahretsin! Ulan, 10 adım bir yol var aranızda. Burada Allah’ın nizamına çağrılıyor, siz burada zıkkımlanıyorsunuz. İmam orada, tek başına namaz kılıyor. Geberince mi gideceksin oraya? Yakın zaten, çok uzakta değil. Satın şunu da kurtulun. Ya ‘Camimiz yok!’ dersiniz, onun için ‘Neden gitmediniz?’ diyen olmaz size…”
Bir açtım ağzımı. Gık çıkmadı kimseden. Yarım saat söylendim, söylendim. Dedim:
“Bir dayak yiyeyim şurada.” Başladılar oradan buradan.
“Misafir doğru söylüyor. Ağzına sağlık kardeşim.” Sesleri oradan buradan çıkmaya başladı.
“Beni tasdiklemeniz önemli değil, önemli olan Allah için oraya gidip, Allah’a secde etmeniz. Ya oraya gidin yada o camiyi satın!” dedim.
Kalktık gittik, aradan birkaç yıl geçti. Bir gün özellikle sallandık, mallandık bu camide akşam namazı kılalım. Bir gittik ya 15-20 kişi vardı. Aynı imamdı, bizi tanıdı.
“Sen ‘Bu camiyi sat’ diyen adam değil misin?” dedi.
Namazdan çıkınca koluma girdi.
“İlle gidelim, bir yemek yiyelim. Sen mübarek bir adamsın!” dedi.
“Ne adamı? Bizde adamlık ne gezer kardeşim?” dedim.
“Ya senin lafın çok etki yaptı bunlara. Daha gelmeyende bir sürü namaz kılan var. Bunlar namaz niyaz bilmezdi. ‘Şu camiyi satın’ lafı, bunlara çok koydu!” dedi.
Ya insanlar bu halde kardeşim. Ya bu kadar beyaz sakal bırakmış bir de. Onu da söyledim ya. “Bunu niye bırakıyorsun Ebu Cehil gibi kazı. Bu sana yakışır mı? Bu Peygamberimizin sünneti. Şurada, 10 adım yav, yolun bir tarafı cami, bir tarafı kahve. Niye bırakıyorsun bunu? Sen münafık mısın?” dedim.
İnsanlar dalalet içinde kardeşim. İnsanlar hıyanet içinde. İnsanlar Allâhu Teâlâ’nın dediği gibi çok nankör, çok cahil. Lafa gelincede meydanı kimseye bırakmazlar. Yani, her şeyi bilen de onlar, yapanda onlar, başaranda onlar, yiyende, içende, böbürlenende onlar. Hamza abi onlar yani.
#hayıretmek#köyhayrı#yardım #fakiridoyurmak#namazkılmak