Hz. İsa bir gün uzun bir yola çıktı. Yolda biri arkasından yetişti; “Nereye gidiyorsun?” dedi. Hz. İsa; “Falan yere” deyince, “Bende oraya gidiyorum!” dedi. Ve yol arkadaşı oldular. Yarım gün yol gittikten sonra bir suyun başında mola verdiler. Hz. İsa’nın torbasında üç yufka ekmeği vardı. Birini kendisi yedi, birini yol arkadaşına verdi, o yedi. Hz. İsa ekmeği yedikten sonra abdest almak için suyun yanına gidip, abdest aldı. Sonra geri geldi, üçüncü ekmek yok ortada. Arkadaşına dedi ki:
“Seni Yaradan Allah için söyle, doğru söyle, oradaki üçüncü ekmek ne oldu?”
“Görmedim, bilmiyorum. Yemin ederim ki, bilmiyorum!” dedi.
“Peki” dedi İsa Aleyhisselam. Boş torbayı aldı omzuna yola devam.
Bir yarım gün daha gittiler, yine karınları acıktı. Üçüncü ekmek yok ortada. Oturdu bir dua etti, bir ceylan koşarak geldi İsa Aleyhisselam’ın önüne. İsa Aleyhisselam arkadaşına:
“Bir ateş yak!” dedi. Kesti, yüzdü, etini ateşte kızarttı. Karınlarını doyurdular. İsa Aleyhisselam kemikleri topladı bir araya, yine dua etti. Ceylan dirildi, koşarak yayıla yayıla çekti gitti. Yol arkadaşıda bakıyor.
İsa Aleyhisselam biliyorsun ölüleri diriltiyordu. “Ruhullah” denir onun için. Musa Aleyhisselam’a “Kerimullah” denilir, Peygamberimize “Resulullah” denilir, Adem’e “Safiyullah” denir. Bunların hikmetleri vardır.
Ve İsa Aleyhisselam dedi ki; “Şu Allah’ın lütfunu görüyorsun, ayağımıza rızık gönderiyor, yiyoruz, içiyoruz, dirilip gidiyor, bunun hakkı için söyle, üçüncü ekmek ne oldu?”
“Vallahi ve billahi, bilmiyorum!” dedi.
“Peki!” dedi.
O gece, orada konakladılar, yattılar. Karınları tok nasılsa. Sabahleyin kalktılar yola devam. Önlerine bir göl geldi. Gölü dolaşsalar yol 15 gün uzayacak. Gölün kenarına geldi İsa Aleyhisselam, şöyle elini uzattı dedi ki; “Avucunu avcuma koy, gözlerini kapat!” dedi. O koydu avcunu avcuna, gözlerini kapattı. “Yürü şimdi!” dedi. Suyun yüzeyinde yürüyerek, toprakta yürür gibi gölü geçtiler karşı tarafa.
İsa Aleyhisselam yine sordu, dedi ki; “Şu Allah’ın kudretine bak ki, Allah’ın lütfuna bak ki, şu rahmetine bak ki, bizi 15 gün yormadı suyun yüzünde yürüterek karşıya geçirdi. Bunun hürmeti için söyle, üçüncü ekmek ne oldu?”
“Vallahi billahi tallahi, bilmiyorum, görmedim!” dedi.
“Peki” dedi İsa Aleyhisselam. Karşısı da çöl.
“Şimdi, ikimiz burada 1 saat çalışacağız, büyük bir kum tepesi yapacağız.” O, onun hikmetini bilmiyor.
“Neden?” dedi.
“Nedenini sorma, sonra görürsün!” dedi.
Hadi bakalım birer yassı taş buldular. Sıyır, sıyır sıyır koca bir kum tepesi yaptılar.
“Şimdi, bu kum tepesinin üçe ayıracağız” dedi İsa Aleyhisselam. Üçe ayırdılar. Üç tane kum tepesi daha küçükçe. İsa Aleyhisselam oturdu, bir dua etti. Üçü de altın oldu. Ve peygamberlerin duasından sonra, o bir daha taşa dönmez, altın olarak kalır.
Dedi ki İsa Aleyhisselam; “Bak bu altın tepelerinin biri senin. Bir ekmeği sen yedin. Biri benim, bir ekmeği ben yedim. Bu üçüncü altın tepeside, bu üçüncü ekmeği kim yediyse onun!” dedi.
“Ya İsa, ben sana şaka yaptım, vallahi ben yediydim!” dedi. Menfaat var ortada.
“Be mübarek, Allah bizi suyun üzerinde yürüttü, söylemedin. Allah bizim ayağımıza canlı rızık yolladı. Yedik, içtik, dirildi, gitti. Bunlar, bundan daha mı değersizdi? Al, bu üç altın tepesi de senin olsun, burada yol arkadaşlığımız bitmiştir, hoşça kal!” dedi.
İsa Aleyhisselam yürüdü, gitti. Akşamüstü oldu bu olay, çünkü sabah geçtiler bu gölü ama onların toplaması, ayırması, dua etmesi vs. akşamı buldu. İsa Aleyhisselam bastı gitti. Bu adam deli gibi dönüyor, büyük bir servet, üç tane altından tepe.
Karşıda da bir tepede üç tane eşkıya. Biri diyor ki:
“Ya, tee orada bir şey parıldıyor, altın parıltısı gibi. Ne ki bu?”
Öbürü bakıyor.
“Hakikaten öyle ya!” diyor. Diğeri bakıyor. “Hakikaten öyle ya.”
“Ulan, gel gidelim bakalım nedir bu? Böyle bir şey yoktu. Biz, bu bölgelerin adamıyız.”
Geliyorlar bakıyorlar ki, üç tepe altın. Bir tane adam dolanıp duruyor etrafında. Eşkıyaların biri kılıcı sıyırıyor, bir koyuyor, bunun kelle bir tarafa, kendi bir tarafa. Üç yığın altın, üç tepe altın.
“Ulan, ne yapalım bunu?” diyor eşkıyalar.
“Valla, evvela bir karnımızı doyuralım, sonra gece olunca falan yerden bir kervan getiririz, bunu kaldırırız.” Eşkıyaların başı, bir avuç altın alıyor yığından, adamın birine veriyor.
“Git, falan yerden bize yiyecek, içecek getir.” Yığınla tepeler halinde para var.
“Bir karnımızı doyuralım şöyle akşam olmadan. Akşam kervan getiririz, kaldırırız bu parayı.”
Eşkıya bir avuç altını alıyor, yola düşüyor. Yolda düşünmeye başlıyor. “Ulan, niye bu parayı bölüşeyim ben, bunlarla karnımı doyurayım. Bunların yiyeceğine de katayım baldıran zehrini. Bunlar, bunu yiyince geberecek. Paralar bana kalsın.”
Bu ayrılınca kalan ikisi de diyor ki; “Ulan, niye biz bu parayı üçe bölelim. Gelir gelmez, bunun kellesini uçuralım, ikimiz bölüşelim bunu.”
Bunlarda kavilleşiyor. Adam gidiyor, karnını güzelce doyuruyor, bunların yiyeceğine de baldıran zehrini atıyor. Geri geliyor. Gelir gelmezde, bunun kelleye bir kılıç, kelle bir tarafa, vücut bir tarafa. Oturuyor bunların ikisi de diğerinin getirdiklerini afiyetle yiyor mu? Bunlarda kıvrılıp, geberiyor.
İsa Aleyhisselam bir hafta 10 gün sonra, Havari’leriyle geri dönerken aynı yoldan, Havari’ler bir bakıyor ki, üç yığın altın tepe. Dört tane ölü; ikisi kafası kopmuş, ikisi kafası yerinde.
“Ya Ruhullah, bunlar nedir?” diyor Havari’ler. Hiçbiri altınla ilgilenmiyor bile.
İsa Aleyhisselam diyor ki; “Bunlar ehli dünyadır, bunlar ehli dünyadır, bunlara nazar etmeyin, kalbiniz katılaşır!” diyor. Konu uzunda…
Ulan bu devrin insanı olacakta üç tepe altın olacak ilgilenmeyecek. İşte o Havari’ler öyleydi. Peygamberin Ashab’ı da öyleydi.
Mevlana ne diyor; “Sen altına aşıksın, altında benim rengime aşık.”
Diğer bir yerde de; “Bazen altın ile kandırır beni, bazen şanla, şöhretle” diyor Allah için. “Oysa, O’ndan altın felan istemiş değilim, şan ile şöhreti çoktan boşverdim.” İşte adam bu. İşte yiğit bu. İşte insan bu. İşte mümin bu.
Asla onun sevgisini kalbe sokmayacaksın. O kalbe giren ateş gibidir. İşte nefsin zaaflarıdır, nefsin arzularıdır, nefsin, istekleridir. Ha mutlaka, parada lazım, evde lazım, 10 günlük ömre, 15 günlük rızık lazım ama sevgini Allah ve Resulü’ne adayacaksın. Ondan sonra, eşine, dostuna, çoluğuna, çocuğuna. Para sevgi için zurnanın son deliğidir. İhtiyaç mıdır? İhtiyaçtır, amenna. Nefes almakta ihtiyaç. Daha önemli bir ihtiyaç. Biz nefes almanın değerini biliyor muyuz? Hiç umurumuzda değil.
“Offf altın!” diyoruz, “Para” diyoruz, “Bilmem ne…” diyoruz. Gözünün görmesi, ondan daha mı değersiz? Kulağının işitmesi, ondan daha mı değersiz? Gözüne bir toz kaçıyorda dünya zindan oluyor adama. Bunların hiç farkında değiliz.
Sanki Allah bize bunları, lütfetmeye mecbur. Böyle bir şey yok! İnsan üzerinde, paradan çok daha değerli haller var ama insan bunun farkında değil. Neden hikmet gözü kör olmuş, himmet gözü kör olmuş, rahmet gözü kör olmuş, hırs gözü açık, tamah gözü açık. Adam böyle bir hal almış ki, insanların içinde avam var, has var, havas var. Adam devamlı zorluyor yani, nerede zorluyor? Has ve havas olmaya zorlamıyor, avam olmaya zorluyor, yani ateşe atlamaya. Hani kelebek gelir, ateşin etrafında kendini kavurur ya, ona benziyor insanlar. Derelerin denize aktığı gibi, insanlar cehenneme akıp gidiyor. Niçin? Nefsin zaafları.
Allâhu Teâlâ bak seni var etmiş, yaratmış seni. Sana bunca sene, rızık vermiş, aç ölmemişsin, yaşın olmuş 50-60-40-30 neyse. Bu yaşa kadar Allah seni aç mı öldürdü? Bundan sonra mı öldürecek? Ya Allah’a güvensene, Allah’a tevekkül etsene, Allah’tan razı olsana.
İnsanların birçoğuna bakarım, Allah’a küstür. Birçoğu Allah’a sitem eder. Birçoğu işte şu eder, bu eder. Birçoğu der ki; “Bende zengin olsam, namaz kılardım, oruç tutardım, zekât verirdim, şunu yapardım felan…”
Ya Allah’la pazarlık olur mu? Bir “Ol!”, “Kün!” emriyle bu âlemleri yaratanla pazarlık mı olur? Sen nesin? Sen, O’na tabi olacaksın. Sen, O’nun tarafından güdülensin. Senin canını, hayatını yani; aklını, fikrini, her şeyini veren O. Senin aklını, şöyle bir milim oynatsın, donunu başına geçirir gezersin. Allah için bunlar zor değil ki. Öyleyse, haddini bileceksin. Kime külhanbeylik ettiğini bileceksin. Onu bildiğin an zaten kamburun çıkar.
Onun için Allah razı olsun.
Allâhu Teâlâ diyor ki; “İnsan, çok cahil ve çok nankördür.” Evet, çok çok nankör insanoğlu. Şükür yok, sanki Allah sana nazlı bebek gibi bakmaya mecbur! Allah’ın üzerine hiç, hiçbir şey farz veya vacip değildir. Âlemler, O’na boyun eğmiş, yani; her şey O’nu zikrediyor ama insan nankör, baş kaldırıyor. Sitem yapıyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor…
Bu kışlara bedel bu yazı yaptın.
Evvel bahar, sonra güzü yaptın.
Mizan’ı iki göz terazi yaptın.
Noksan’ı tartarsın. Sen noksancı mısın? diyor Allah’a adam.
Söyleyişe bak. Bunlar “Naz Makamı”ndaki insanlar ama hemen arkadan haddine geri dönüyor.
Bilirsin ben kulum,
Sen sultanımsın,
Dilde zikrim,
Kalbimde tercümanımsın” diyor.
Orada bir nazını yapıyor. Onlar naz ehli Veli’ler. Onlar Allah’a naz yapar durur. Herhalde, Allah’ın da hoşuna gidiyor, kesin bilmiyoruz. Onlara naz yaptırıyor, onlara izin veriyor ama bu tür sözler normal insanlar tarafından yapıldığında şirk olur.
Mevlana’da diyor, Allah’ı çağırıyor:
“Gel ne olursun gel. Ayağına diken batmışsa da gel.”
Allah’ın ayağına diken mi batar?
“Başın küllü ıslaksa da gel”
“Gel demeden kurtar beni” diyor.
“Ben senin, malın mülkün olsun diye çalışıyorum, senin başını sokacak bir yerin, dikili bir ağacın olsun diye, yoksa hürriyeti kulluğa taş patlasa satmam” diyor.
Bunlar naz ehli. Bunlar naz ehli diye, sen ben naz ehli gibi olamayız.
“Naz ehli” var, “Niyaz ehli” var. Niyaz ehli, naz yapamaz işte. Allah, onları biraz şımartıyor mu, biraz ne yapıyorsa, sende bir küçük çocuk kızdırırsında abuk subuk konuşur hoşuna gider ya, işte onlar gibi bir şey herhalde, yani bizde kesin bilmiyoruz.
Allâhu Teâlâ’ya karşı haddini bileceksin. Bu âlemlerdeki en mükemmel, eksik sıfatlardan en uzak olan tek Zât; O’dur. Diğer her şey, kusurludur. Defosuz Allah’tan gayrı hiçbir varlık yoktur ama gel bugünü gör materyalist sistem. Ne var? Para. Ne var? Seks. Başka değer yok. Öğünsün, böbürlensin. “Kafamı çalıştırdım da, şöyle yaptım da, böyle yaptım da, böyle kazandım da, böyle yedim de…”
Adam Fransa’ya karısını berbere götürür. Ama yanındaki adama, bayramdan bayrama bir çorap almaz. Bu insan mıdır yani? Buna insan diyebilir misin? Köpek desen, köpek darılır. “Ben bu kadar adi miyim?” der, “Niçin bu kadar adi ile beni kıyaslıyorsun ki?” der. Köpek sadakatinden sahibi için canını veriyor. Bu adama “Köpek” diyebilir misin? Allah, ayet-i kerimede “Onlar köpektir,” diyor. Hemen Allah bile sözünü geri alıyor, “Hayır, köpekten de aşağıdır, köpek de olamazlar!” diyor.
Allah razı olsun. İnsan, eğer “Ben insanım” diyorsa, haddini bilecek. Her önüne geleni yemeyeceksin, her diline geleni konuşmayacaksın. Şüpheli şeylerden bile geri kaçmak lazım.
#Hzİsa #kıssa #nefs #şükür #şüphelişeylerdenkaçın