“Ve la havle vela kuvvete illa billahi Aliyyül Azim” kapsamında öyle sırlar var ki, ondan sonra bir yıldız yukarıda patlar, Güneş’in on milyon katı ışık yayar, bize ulaşmaz, bunlar bize ulaşsa Dünyayı yok eder. Çok uzaklardan ve toz duman olur bu kâinatta yayılır. Sonra içindeki gazlar, moleküller, maddeler yeniden toplaşır, başka bir yıldız oluşur veya iki üç tane oluşur ondan; bir tanesinin yerine, üç tane oluşur. Bu kâinat devamlı sabun köpüğü gibi büyüyor, devamlı büyüyor. Bu kâinat devamlı yayılıyor, büyüyor gidiyor. Bir yıldızdan üç oluyor, beş oluyor, yedi oluyor ondan sonra yayıyor. Bu kâinatın büyümesi Kıyamete kadar devam edecek.
Nasıl gelişen bir ağaç her sene dal budak salıp durmadan büyüyorsa, bu kâinat her yöne o şekil büyüyor, kıyamete kadar. Kıyamette de bunların hepsi talan olup, yok olacak. Bir tek cennetler- cehennemler, bunun dışında bir şey kalmayacak! İşte, şu anda seyrettiğin gökyüzü milyarlarca sene evvelki gökyüzü. Bir günde, bir yıldızdan çıkan ışık en erken bir milyar yılda, bir milyarla-on dört milyar yılda Dünya’ya ulaşabiliyor, yani senin görebileceğin alana geliyor, sen şimdi o yıldızı, o yıldız gibi görüyorsun ya; o yıldızdan gelen ışık, o yıldız belkide beş yüz milyon sene, yedi yüz milyon sene, bir milyar sene, iki milyar sene önce yok oldu gitti, kıyameti koptu. Ama sen hala yıldız olarak görüyorsun onu, ondan çıkan ışık saniyede üç yüz bin kilometre süratle geldiği halde milyarlarca senede senin görebileceğin yere ulaşıyor.
Onun için ha gökyüzüne bak be, gökyüzüne bak ama gökyüzü bugünkü hali değil gökyüzünün. Yani, Allâhu Teâlâ’nın sistemize olayları çok farklı. Ya benim gözümle görüyorum, görüyorsun işte ama çok farklı, bugünü göremiyorsun milyarlarca evvelsini görüyorsun. Oradan yola çık, tefekkür et! Bin tane, yüz bin tane tefekkür kapısı açılır!
Denizcilerin yol bulduğu “Kutup Yıldızı”, bir de “Çoban Yıldızı”, bunlar hemen elini uzatsan en yakınları sayılıyor. Bunların ışığı dahi altı yüz milyon yılda -milyon yılda bak, altı yüz bin değil, altı yüz milyon yılda ışığı Dünya’ya ulaştı. Bunlar bu kâinatın tavanında olanlar değil, bunlar çok aşağıdaki şeyler. Bunun dışındaki bütün bu kâinattaki yıldızların ışığı 1 milyarla, 14 milyar senede ulaşır Dünya’ya, bu iki yıldız; Kutup Yıldızı’yla, Çoban Yıldızı, Dünya’ya çok yakındır. Bunların ışığı dahil altı yüz milyon senede senin göreceğin yere ulaşır. En yakınlardaki sadece ikisi için geçerlidir, bu diğerleri milyarlara girer.
İşte bunlar, insan gibi doğmadan, diğerleri büyük patlamalarda kendi gaz kütleleri var ve güneşin on milyon kat ışık yayar yukarılarda patladığı zaman, ondan sonra yukarıda, bak yukarıdaki atmosfere yayılan tozlar, gazlar, efendime söyleyeyim, birtakım atomlar, moleküller, maddeler sonradan bir yıldızda toplana toplana iki tane, üç tane, beş tane de olabiliyor, yedi tanede olabiliyor, tekrar yeniden Yaradan yaratıyor onları. Yani bir kadının üç tane çocuk doğurup, kendi boyuna yetiştirmesi gibi.
Bir de gökyüzünün canavarları vardır; “kara delikler”, bunlarda yakaladığı yıldızı yerler. Kendinden on milyon, yirmi milyon defa büyük yıldızları yiyor, çatır çatır yiyor ve devamlı da, Allah’a “Açım!” zikri yapar, “Yarabbi açım, Yarabbi açız!” hergün iki tane, üç tane yıldız yer. Kendinden milyonlarca büyük yıldızı yer, hala “Açım, açım Yarabbi! Açım Yarabbi!” bildiği şey bu, “Açım Yarabbi aç, hep açım”. Bunlara da “kara delik” denir. Bunlara ne bilim adamı, hiç kimse akıl erdiremiyor. Nedir bunun hikmeti, nasıl yer o kadar büyük şeyleri, nasıl yer kendinden on milyon defa büyük şeyi? Ya bir insanın bir şehri yemesine benziyor, insan bir şehri yiyor yinede Allah’a; “Yarabbi açım!”. Lan nasıl açsın, bu kadar şeyi yiyorsun da sonra nereye götürüyorsun bunları, nereye gidiyor bunlar?
Yukarılarda öyle topraklar var ki, bir çay kaşığı kadar toprak üç bin kilo ağırlığında, bir çay kaşığıyla aldığın toprak üç ton ağırlığında, ya, o kara delik ne yapıyor? Kendinden milyonlarca büyük şeyi yiyor, o nasıl bir kuvvet nasıl bir baskı oluyor ki, onun çıkardığı toprağın bir çay kaşığı üç ton geliyor, buna akıl erer mi? Bir teneke toprak bulsak bilmem Dünya’nın yarısı kadar ağırlıkta, bunu hiçbir güç kaldıramayacak. Bir çay kaşığı üç ton geliyor, abi bir çay kaşığı toprak Allâhu Teâlâ’nın sistemize olaylarına daldığın vakit yüz bin tane tefekkür kapısı açılır.
Ha biz neyiz bilmiyoruz işte, cahiliz, bilsek Allâhu Teâlâ’nın gücünü kuvvetini bir bilsek var ya, valla Mevlana gibi gece gündüz sema yaparız. Niye sema yapıyordu koca Veli’ler? Ahmeti Bedevi Hazretleri niçin seksen seneyi bir damın üstünde hiç uyumadan geçirdi! Seksen sene bir insan, hiç uyumadan yaşar mı? Ya seksen sene uyuklamadı, Allah huzurunda daimî zikirle meşgul oldu. Ama yüzünü gören yaşamadı. Ya işte, Allâhu Teâlâ’nın böyle kulları da var.
Allâhu Teâlâ’nın gücü kuvvetine hiç kimse akıl erdiremez, hiç kimse, kendinden gayrı, işte Yaradan’ımız böyle bir Yaradan. O her türlü eksik sıfattan münezzehtir, o kadar büyüklüğüne rağmen, bize bu kadar merhametler yapıyor. O kadar büyük hoşgörüler yani o iyilerin iyisi, güzellerin güzeli, alimlerin alimi, zenginlerin zengini yoksa Dünya’da toz olur, kâinatta toz olur giderdi. Yani öyle gücü kuvveti varken bu insanların bu kadar büyük görünmelerine ne yapıyor, sabırla muamele ediyor. Sabırla!…
O zebani melaikeleri, “Cehennemdeki zebani melaikeleri kulak memesinden omuz başına hızlı giden bir at” diyor Peygamber salatu selam Efendimiz; “Yetmiş yılda değil, yetmiş bin yılda ulaşır” diyor. Yetmiş yılda değil, yetmiş bin yılda ve cehenneme atılan insanlarda aynı hale geliyor. Bir dişi Uhud Dağı kadar oluyor, o kadar büyütüyor ki; Allâhu Teâlâ cehennem ehlinin cehennemde vücutlarını azabı çok duysun. Cehenneme giren her insanın bir dişi Uhud Dağı büyüklüğüne varıyor bir dişi, bir de bedenini düşün, ne hale gelir, işte o zebaniler gibi buradan çıkan bir at yetmiş bin yılda ulaşıyor vücudunda. Vücut ne kadar büyürse, o kadar çok yanıyor, o kadar çok azap duyuyor.
Allâhu Teâlâ işte dünyayı yaratıyor, “İşte adam gibi Benim yolum” diyor, “İşte Habib’im, Kur’ân’ı yolladım size, Peygamber yolladım, adam gibi gelirseniz işte cennet!” diyor. “Ama Ben’im düşmanıma, bildiğiniz düşmana tağuta kul olursanız, işte cehennem!” diyor ve işte akıbet.
Allâhu Teâlâ atmıyor bizi cehenneme, biz kendimizi cehenneme hazırlıyoruz. Allâhu Teâlâ zerre miktar haksızlık yapmaz. Neyi kazandıysan, onunla muamele yapar sana. Cehennemi insanlar burada hak eder; yani yanında götürdüğü amellerle, ordada cehenneme muhatap olur. Onun için yani gördüğün şey, gördüğün gibi değil! Bildiğin her şey, bildiğin gibi değil! Birçok şeyin üzerinde perde var, perdeler kalktıkça “Haa, vay anasını be, öyle değilmiş be…” insan hep böyle der, onun için şu üç günlük dünyada Allâhu Teâlâ’dan başkasına asla kul olmayacaksın.
Zaafların, insan zaaflarının, insan nefsinin sermayesi olduğunu bileceksin. İnsanın nefsininde şeytanın sermayesi olduğunu bileceksin. Bunlar birbirine bağlı şeylerdir. Onun için ne nefsini şeytana sermaye olarak vereceksin, nede zaaflarını nefsine sermaye olarak vereceksin çünkü; sen idrak gözüne sahipsin.
Allâhu Teâlâ hür iradeyi insandan gayrısına vermedi, insanın zaten büyüklüğü ondan, insanın melekten üstün olması ondan, insanda hür irade var, diğer mahlukatta hür irade yok. Onlar ne ile emrolundularsa, bütün ömrünü o emrolunduğu şeyle geçirirler. Meleklerin değişik zikirleri vardır. Ömür boyu onlar, o zikre devam eder ve öyle hayatlarını bitirir.
Oysa insan öyle değildir; namaza gider, diler meyhaneye gider, diler efendim sızar gider, diler çapkınlığa gider, işte diler uyur, diler yer, diler içer, diler ne dilerse irade var, hür irade var. İşte hür irade olduğu için emanet denilen de budur “hür irade”. Bunu hiç dağlar, taşlar dahi kabul edemez. Hür irade, hür iradenin mükafatı da büyüktür, cezası da büyüktür.
İradeni Allâhu Teâlâ’nın yoluna tahsis edersen, cennete gidersin. Hür iradeni şeytana tahsis edersen, cehenneme gidersin. Hür irade yalnız insanda vardır, insan düşünecek, taşınacak ve idrak edecek ve doğruyu yanlıştan ayıracak. Hani anlatsa Allâhu Teâlâ kimsenin kulağından tutup da “Gel şuraya, bu yol iyidir!” deyip çekmez. Çünkü neden sana hür irade verdi. Muhakeme, tartma, doğruyu, yanlışı ayırma iradesini sana bahsetti.
İşte sendeki imkan bu Mahkeme-i Kübra’daki Mizan okunmadan evvel kendi mizanında bunları tartacaksın ve idrak edeceksin ve muhakeme edeceksin ne doğrudur ne yanlıştır. O hür iradenin gereksinmesi de budur yani kişi tartacak, yani Allah için ne yaptın, şeytan için ne yaptın, kendi nefsin için ne yaptın, insan için ne yaptın, hayvan için ne yaptın? Yani tartacak yaptığın amellere kim şahittir?
İnsan değilse, melek. Melekler uyumaz, uyuklamaz, gözünden bir şey kaçmaz. Meleklerden kaçsa, Allah’ta her şey vakıf, senin kalbinden geçene de vakıf! Bir suç işlerken “Biri görmesin” deriz. Yahu seni Yaradan görüyor ya, yanında her zaman seninle olan Allah’ın tertemiz kulları var ya, onlar hile hurda bilmez. Onlar görüyor, sen neyi kimden saklıyorsun ya, ha bu nedir; insandaki idraktir. Bu hür irade verilmemiş olsaydı insana, tamam bunları düşünemezdi, ayırt edemezdi, muhakeme edemezdi ama hür irade verilmiş insana. Onun içinde hür iradenin mükafatı da büyüktür, cezası da büyüktür yoksa, cehennemlerde bu kadar büyük azaplar olmazdı.
İşte, dünyada üç günlük dünyadır, asla ve asla aldanmayacağız, kaç yıl yaşarsan yaşa, bir şeyin sonu varsa, bitiyorsa, tükeniyorsa ha elli yıl, ha bin elli yıl hiç fark etmez; bitiyor, tükeniyor. Bir gün bitecek yani, öyleyse fani olanını, baki olana tercih etmeyeceksin. Fani olanı, fani olarak göreceksin. Baki olanı, baki olarak göreceksin. Ateşe ne kadar dayanabileceksen, o kadar günah işleyeceksin.
Elimizi bir çakmağın üzerine tutamıyoruz kardeşim. Bir dişin Uhud Dağı kadar olacakta, o ateşe atılacaksın ki, bu ateş serinlik cehennem ateşi yanında.
Allah’tan korkacaksın. “Allâhu Teâlâ’dan korku imanın cilasıdır” diyor.
Adam aç kalmaktan korkar, adam parasız kalmaktan korkar, adam, kira ödeyememekten korkar, adam karısından korkar, adam jandarmadan korkar, adam polisten korkar, adam şundan korkar, bundan korkar, adam yalnız kalmaktan korkar…Yahu nedir bu gaflet, nedir bu dalalet, nedir bu hıyanet, ya Allah’tan korkacaksın, sen korkması gereken merciden korkmuyorsun, teferruattan korkuyorsun! Şahıstan değilde gölgeden korkuyorsun ya, ha bu nedir? Hür iradenin zaaflarıdır. Hür iradenin melankoli oluşudur, hür iradenin dejenere oluşudur, oysa mümin asla dejenere insan değildir.
Mümin, Allâhu Teâlâ’nın Nur’unla bakan, O’nun Nur’uyla gören, O’nun Nur’una muhatap olan bir varlıktır. Onun için melekten üstün yaratıldı.
Allâhu Teâlâ; “Biz ruhumuzdan insanoğluna üfledik” diyor. Kendinden bir zerre, bir nebze verdi insan oğluna, hiçbir mahlukata vermediği şeyi insanoğluna verdi.
Allâhu Teâlâ insana çok cömert davrandı. Ama Allâhu Teâlâ bu kadar cömert davrandığı halde insanın %99’u nankör çıktı, adi ve aşağılık çıktı. Allâhu Teâlâ’nın bunca lütuflarını görmez, yapışır şeytanın kuyruğuna ondan sonrada “Ha kafa çalıştırdım!” lafa bak. “Şöyle kazandım, böyle aldım, böyle tuttum, böyle attım, böyle tuttum…” Allah cezanı versin, ulan Allâhu Teâlâ bini bir eder lahzada, Düzce’de adamlar mesela zelzeleden bir dakika önce dolaplar dolusu dolarları vardı, tonlarca altını vardı bir dakika sonra hepsi yerin dibine girdi. Ne oldu senin kazandıkların, hani sen kazanmıştın ya ne oldu? Bir dakika da Allâhu Teâlâ yerin dibine geçirdi hepsini. Hani sen bu kadar güçlüydün, bu kadar kafan çalışıyordu, bu kadar atıp tutuyordun, ne oldu, netice ne oldu ha? Put yaptın kendini, put!
Allah murad etmezse, Allâhu Teâlâ lütfetmezse, sen kim oluyorsun ya? “Ben atacağım, tutacağım, becereceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım…”
Allâhu Teâlâ öyle diyor Kur’ân-ı Kerim’de, “İnsanlar derler ki; ‘Ya Allâhu Teâlâ bunca nimeti buna mı layık gördü?’”. Öyle ahmaklar, öyle beş para etmez insanlarda öyle paralar var ki. Ayet-i kerime açık seçik söylüyor. O insanlar der ki; “Bunu bana mı layık gördü bunca nimeti?” Ha “Onu konuşanları denemek için veririz” diyor Allâhu Teâlâ’ya.
Ha, orda tongaya düşme işte, çok akıllı çok zekidir Allâhu Teâlâ, çok muhteşem zekidir, he işte ne yapıyor o ahmağa bunu vermekle etrafındakileri deniyor. Derler ki diyor; “Allâhu Teâlâ bu mendebura mı verdi bunca nimeti?”
Ha, Allâhu Teâlâ işini bilmiyor da sen öğretecen terbiyesiz, sus “Bir hikmeti vardır.” de, ha, onu yaparsan kazanıyorsun.“Bir hikmeti vardır, Allâhu Teâlâ’nın bir bildiği vardır” dersen kazanıyorsun. “Ha, buna mı layık gördü ya, falan… Allah, yanlış yaptı!” gibi şeyler kelimeler bunu ifade eder, zamanla duman olursun. Allâhu Teâlâ yanlış yapmaz “Biz, diğerlerini denemek için yaparız” diyor ve haber de veriyor bunu. Müminlerden saklamıyorda Allâhu Teâlâ. Müminlerden gizli bir şeyde yapmıyor yani, seni denerken deneyeceğini de söylüyor. Ee öyle söylediği halde, apaçık söylediği halde, böyle bir ortama düşersen, e kabahat kimin? Kabahat senin, düşme işte, orada saklı, gizlide bir şey de yapmıyor Allâhu Teâlâ.
Burada anlıyoruz ki, her şeyde bir hikmet var, her şeyde bir hikmet var, her şey bizim gördüğümüz gibi değil. Biz şimdi gökyüzünü gördük zannediyoruz ya nasıl şu andaki gökyüzünü görmüyorsak, işte bütün olaylar da böyle perde var, setredilmiş ama biz onları ne zaman ayırmaya, farkına varmaya başlarsak, iman işte o zaman tezahür eder. Yoksa, iman küfleniyor, iman küfleniyor, iman kabuk bağlıyor, iman yorgun düşüyor, ha imanın ateşini tutuşturacaksın yeniden, işte tefekkürün faydaları bunlar.
———————
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#tefekkür #gözdekiperdeler #karadelik #yıldız #çobanyıldızı #kutupyıldızı #kainat #iman #kanaat #düşün