İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz diyor ki hadiste; “Bütün peygamberler benimle övünür, bense Numan ile övünürüm.”
“Ya Resulullah, Numan kim?”
“Benden çok sonra gelecek dine çekidüzen verecek bir müctehid alim” buyuruyor. İmam Azam Ebu Hanefi Tufi 1000 yılında doğdu, 450 yıl önce. Şimdi bunun ailesinden biraz dem vuralım ki, kişi tam anlaşılsın.
Bir gün İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin (Bizim mezhep imamının.) babası evlenmeden önce, bir dere kenarına iniyor abdest almak için abdest alırken suyun yüzünde bir elma geliyor, elmayı alıyor ısırıyor, elmanın suyunu tadıyor, dişleri geçirmiş, suyu tadıp yutunca aklı başına geliyor, “Benim değil ki bu!” diyor. Hemen dişlerinden çıkarıyor elmayı, alıyor eline dere boyu yukarı çıkıyor. Giderken bakıyor ki, dere kenarında bir elma bahçesi, ağacın dalları dereye doğru inmiş, bakıyor elmaya, o ağacın elması, giriyor içeriye, bir yaşlı adam çıkıyor, selam veriyor, diyor ki:
“Beyim, durum bu, aşağıda abdest alıyordum, elma suyun yüzünde geliyordu, suyunu tattım yani…” diyor.
“Neyse parasını ödeyim, hakkını helal et!” diyor. Adam ters biri.
“Helal etmem!” diyor.
“Peki, nasıl öderim hakkını?” diye sorunca.
“Burada bir yıl çalışacaksın ücretsiz, o zaman helal ederim!” diyor. Bir elmayı ısırdı, suyunu tattı diye bir yıl çalışıyor. Diyor:
“Beyim, bir yıl doldu artık, hakkını helal et!”
“Hayır!” diyor, “Bir şartım daha var, benim bir kızım var, topal, gözleri kör, kulakları sağır, elleri tutmaz, ancak onunla evlenirsen hakkımı helal ederim!” diyor.
“Peki!” diyor ona da nikahı kıyıyorlar, gerdeğe girince bakıyor ki, dünya güzeli bir kız. Adam bir yıl sınamış onu. Girdiği gibi geri çıkıyor:
“Baba, ben yanlış yere mi girdim?” diyor.
“Hayır, doğru yere girdin, benim kızımın gözü harama kördür, kulağı harama sağırdır, eli ayağı harama kötürümdür”.
İşte, İmam-ı Azam Hz. onlardan dünyaya geliyor. Dört yaşında hafız oluyor. Annesi; “Baban o elmayı ısırmasaydı, sen ne olurdun?” diyor. Böyle aileden geliyor.
İmam-ı Azam, müctehid alim, birçok fetvası var. “Gurer–Durer” diye bir fetva kitabı var, 70.000 mi 7.000 mi fetvası var, ben okumuş değilim, olduğunu biliyorum.
İmam-ı Azam Hazretleri zengindi, atının eyeri altındandı. Bir gün “Ya imam!” diyorlar, “Hem müctehid alimlik taslıyorsun, bu kadar ilim irfanla, bu giysin ne?”
Açıyor elbisesini, içinde çul var, “Çul kendim için, bunlar sizin için, bunca varlık içinde çul giyersem, ‘Şunun kılığına bak!’ der siz günaha girersiniz, sizi günahtan korumak için” diyor. Beş yüz rekat nafile namaz kılardı her gece.
Bir gün eve giderken iki sarhoş görüyor aralarında konuşuyor, biri sarhoş sarhoş diyor, “Bu adam, her gece bin rekat nafile namaz kılıyor”.
Sarhoşu yalancı çıkarmamak için bin rekat kılmaya başladı. Borç para verdiği kişilerin evlerinin gölgesinde gölgelenmezdi “Faiz olur” diye. Böyle bir zâttı imam.
Bir gün namazdan çıkıyor, ayakkabıları çalınmış, güzel bir ayakkabı, bizim ayakkabımız çalınsa ne yaparız? Bakıyor ayakkabıları çalınmış, dönüyor kıbleye; “Ya Rabbi, benim ayakkabılarımı çalan adam fakirse, zengin et, imansız ise; hidayet nasip eyle!” diyor.
Ben size yıllardır ne diyorum, “İyiliğe iyilik her kişinin işi, kötülüğe iyilik er kişinin işi, iyiliğe kötülük de şer kişinin işi” ölçüdür bu.
Aradan bir zaman geçiyor, İmam hacca gidecek, mahalleden tanıdık biri geliyor, on dinar para getiriyor buna.
“Ya İmam, sen tüccarsın ben fakirim, al bu 10 dinarı, oralarda bunu çoğaltabilirsen çoğalt, bir ticaret olursa olur, olmazsa, yine 10 dinarımı geri verirsin!” diyor.
“Peki!” diyor, alıyor 10 dinarı. Hacca gidiyor tavafı yapıyor, dönüp geri gelirken, biliyorsun atla eşekle uzun yolculuk, bir konakta önünü kesiyorlar, “İlla bize vaaz et, nasihat et!” diyorlar, alim bir zât tabi.
Bakın bu zât ne diyor; “Eğer İmam-ı Azam, Cafer-i Sadık’a intisap etmeseydi vallahi cehennemlikti!” diyor, bu müctehid âlimlerin dördü de Mürşid’e bağlı sofi.
İmam-ı Azam Hazretleri bir beldeden geçerken, iki tane kedi yavrusunu çocuklar sıkıştırmış bir köşede, öldürecekler taşlıyorlar.
“Çocuklar, ne yapıyorsunuz, durun!” diyor.
“Bunlar bize zarar veriyor, evden peynir çalıyor!” diyorlar.
“Tamam!” diyor, “Onları ben satın alayım, kaç para istiyorsunuz onlara?” diyor.
“On dinar!” diyorlar.
O adamın verdiği 10 dinarla kedileri satın alıyor. Kedileri heybenin iki gözüne koyuyor ve yola devam ediyor. Büyük bir kasaba gibi bir yere geliyor, bazı insanlar çıkıyor karşısına; “Allah aşkına, gel bu gece misafirimiz ol, bize sohbet et, nasihat et!” diyorlar.
İmam-ı Azam Hazretleri daveti kabul ediyor. Akşam yemeği yeniyor, yatsı namazı kılınıyor tabi İmam sohbet edecek onlara, sıcak ülkeler ya dışarda ateş yakmışlar. Etrafında insanlar toplanmış ama bu arada insanların etrafında iki kişi elinde sopa ile yere vuruyor. Sohbette bir şey olunca sohbet kopar. İmam-ı Azam Hazretleri de soruyor, “O nedir?” diye, “Sohbet esnasında bu pek uygun bir hareket değil!” diyor.
“Ya İmam” diyorlar, “Bu köyde o kadar çok fare var ki, sen konuşurken biz böyle vurup ses çıkarmazsak, gelir etini koparıp giderler, hiç çare bulamadık!” diyorlar.
Köylüler böyle deyince kediler aklına geliyor, “Şu heybemi getirin benim!” diyor, heybeyi açıp kedileri salınca, fareler kedilerin kokusunu alır almaz, çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Bu köylüler, daha önce hiç kedi görmemişler, varlığından dahi haberdar değiller. Soruyorlar:
“Ya imam, bunlar nedir? Onları bize sat, tam bizim için bunlar!” diyorlar.
Kedilerin ücretini soruyorlar, İmam-ı Azam’da; “Ne verirseniz verin!” diyor. Büyük bir beldeymiş, herkes birer altın getirmiş ve olmuş 1000 altın. İmam-ı Azam:
“Bu çok!” diyor. Ama köylüler, “Anamızın ak sütü gibi helal olsun!” diyorlar. “Bunlar bizim için bulunmaz nimet, biz bunları çoğaltırız, farelerden kurtuluruz!” diyorlar.
Yüklüyor heybeye geldiği gibi dönüyor İmam-ı Azam, 10 dinar oldu, 1000 altın. Birkaç gün sonra, 10 dinarın sahibi geliyor:
“Ya imam, ne yaptın, paramızı değerlendirebildin mi?”
İmam-ı Azam getiriyor 1000 altını önüne döküyor, “Al!” diyor, “10 dinarın karşılığı bu.”
Adam başlıyor ağlamaya, soruyor İmam-ı Azam:
“Neden ağlıyorsun?”
“Adam nasıl söyleyeyim?” diyor.
İmam-ı Azam diyor ki:
“Ayakkabılarımı çalıp 10 dinara sattığını, sonra da 10 dinarı getirip, bana ticaret için verdiğini biliyorum. O ayakkabıları çaldığında, ben dua etmiştim, ‘Ya Rabbi, bu ayakkabıları çalan fakirse, zengin et. Mümin değilse, hidayet et!’ Allah, her iki dualarımı da kabul etti, sen namaza başladın ve zengin oldun”.
Bu büyükler böyle insanlar. Ayakkabısını çalana dahi dua ediyor. Şimdi, bazı kişiler diyor ki, İmam-ı Azam kim oluyor? Dur bakalım, bir haddini bil! Müctehid alimlerde öyle bir zeka vardı ki, “Siyah rengi sana beyaz” diye ispat eder, hiç itiraz edemezsin, o kadar kıvrak bir zeka var. Kur’ân’ı tam anlayacaksın, bundan hükümler çıkaracaksın, sonra bir mezhep oluşacak bunlar kolay mı? Bir yanlış var ya ebedi ateşe götürür, kolay iş mi bu? Adam nerde öldü, zindanda öldü.
Padişah, İmam-ı Azam’ı baş kadı yapmak istedi:
“Ben o işe uygun değilim!” dedi İmam-ı Azam.
Padişah da, “Uygunsun!” dedi.
İmam-ı Azam’da; “Ben uygun değilim diyorum, sen uygunsun diyorsun, ikimizden birimiz yalancıyız!” dedi, “Eğer; sen doğru söylediysen, ben yalancıyım. Yalancıdan kadı olmaz eğer; ben doğru söylediysem, sen yalancısın, ben bir yalancıya kadı olmam!” dedi.
Padişah ikna edemeyince zindana attı onu, zindanda öldü İmam-ı Azam. Baş kadılık ne demek biliyor musun? Bugünün Anayasa Mahkemesi başkanı olmak demek, o gün ehil olsun olmasın, birine teklif etsen havada uçarak gider.
Onlar öyle insanlardı…
——————————–
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#imamıazam #haram #helal
Allah razı olsun . ?
Amin cümle müminlerden inşaallah.