Mevlana, bir gün yanında talebeleri, kendisi atın üzerinde namaza camiye giderken Şems Hazretleri ile karşılaşır. Şems Hazretleri, Mevlana’ya bir soru sormak ister:
“Evlat, bir maruzatım var, sen cevap verebilirsin?” der.
“Bizim çare bulamadığımız şey mi olur? İlim istiyorsan burada, deryası burada, ne istiyorsan burada, Kâbe’si burada.” diyor Mevlana.
“İyi evlat maşallah! Oğul, Bayazîd-i Bistâmi’yi bilir misin?” diyor.
“Tabii ki!” diyor. “Allah dostlarından, büyük Veli’lerden… falan.”
“Peki, o şöyle bir söz söyledi, onu bana şerh et!” diyor.
“Ne söyledi?” diyor.
“Bak, ne söylediğini bilmiyorsun!” diyor.
“Ne söyledi?” diyor.
“İhtiyar dedi ki” diyor, “Mahkeme-i Kübra’da benim sancağım Resulullah’ın sancağından büyüktür, bana bunu şerh ediver, ben bunu anlayamadım” diyor.
Mevlana bir düşünüyor kıpkırmızı oluyor, bir daha düşünüyor, “Allah!” diye feryat ediyor. İlmin deryasıydın ya ilmin Kâbe’siydin ya, ne oldu! Ne bilsin karşısındakinin Şems Hazretleri gibi “Zamanın Gavs’ı” olduğunu. Onu susturmaya geldi o… Bir daha bakıyor, bakıyor Şems’e, bir feryat daha atıyor, bayılıp düşüyor attan aşağı. Şems Hazretleri vuruyor bunu sırtına, doğru gerisin geriye evine. Cuma namazına vaaza gidiyordu.
Orada anlıyor ki Mevlana, “Heyhat!” diyor, “Dur bakalım, sen bir şey değilmişsin.”
Orada halvet hayatı, halvet hayatı, zikir, halvet hayatı, zikir, Mevlana koptu halktan ama oldu bir derya. Yaktı, kavurdu onu.
Yunus’un dediği gibi:
“Zinhar esirgeme beni, aşk oduna yak çalabım.”
Bu hale geldi ve başladı… Sabahları rüzğarların karşısına geçip söylemeye başladı, duygu denizi açıldı, gönül açıldı, uyandı. Nerden uyandı? Gafletten uyandı, dalaletten uyandı, hicap perdelerinden kurtuldu. Şems yaktı, kavurdu, tam onun aşkının zirvesinde, onu terk etti, gitti.
Mevlana deli divane oldu, onun peşine aylarca adam yolladı, buldurdu, getirttirdi, bu sefer de Konya’lılar Şems’i öldürdü Mevlana’yı kıskandıklarından. O ölüm, onun aşkını yüz kat daha artırdı. Bu sefer Cenab-ı Hakk’a; “Ya o şeker gibi gönlü bana geri ver ya da sen çık ortaya!” diyordu Cenab-ı Hakk’a onun yerine. Naz ehli olmaya başladı. Ya Şems’i istiyor ya Cenab-ı Hakk’ı istiyor. “İlle de!” diyor, “Biriniz çıkacaksınız ortaya.”
“Gel!” diyor Cenab-ı Hakk’a.
“Gel, gel, gel dostum gel.”
“Sana!” diyor.
“Ne evet demek yaraşır ne hayır, dostum, senin şanına sadece gelmek yaraşır” diyor.
“Başın küllü ıslaksa da gel, ayağına diken batmışsa da gel, gel demeden kurtar beni, Allahaşkına!” diyor. Kime diyor? Cenab-ı Hakk’a diyor. Neden? Tutuşturdu, tutuştu gönül.
Bütün mesele; o gönlü tutuşturmak. Küçücük bir ateş alsa, merak etme o yangın ne olur sonra, asla sönmez. Aşk ateşi bir gönle düştü mü onun sönmesi kabil değildir.
Adam Allah’a kızar, çeker gider derğahtan, adam şeyhine kızar, çeker gider derğahtan, adam arkadaşlarını beğenmez, çeker gider derğahtan. Üç, beş sene dolanır o ateş sönmez, döner dolaşır gene gelir. Neden? Onu söndüremez, o tutuştu bir kere. O tutuştu, o yangın başlar, büyüye büyüye, büyüye büyüye, büyüye büyüye “Aşkullah” olur. Hiçbir sufi yoktur ki bir derğaha 20 kere, 30 kere gelsin de o yangından bir miktar almasın. O aşk ateşidir.
Azmi Baba diyor ki:
Bana anlat aşktan, sevgiden, vefadan.
Çok çektim, inledim hep bu beladan.
Olsaydı bende ki gam mecnunu müptelada,
Bülbüller yuva mı kurardı gönüldeki tahta
Bana anlat aşktan, sevgiden, vefadan
Çok çektim, inledim hep bu beladan…
Bütün arifler hem onu şiddetle istediler hem onun için şiirler yazdılar, hem onla olamadılar hem onsuz olamadılar. İşte sufilerin en büyük aracı, en büyük amacı, en büyük şahikası, en büyük hedefi; “Aşkullah”tır.
“Senin aşkına dokunan ebedi gülmez Allah’ım.” diyor, Yunus diyor bunu.
Nerede gülmez? Dünyada gülmez. Niçin gülmez? Yahu Mecnun Leyla’ya aşık dağları taşları mesken edindi kendine yani insana olan aşk. Sonra, o aşkla yanarken İlahi aşka ulaştı, Leyla’yı istemedi artık. Leyla’yı ararken Mevla’yı buldu. Yani dünya aşkıyla, İlahi aşka ulaştı. E bunlar ezeldeki nasiplerdir.
İşte Yunus’un demin dediğim gibi:
“Zinhar esirgeme beni.” Yani bana merhamet etme.
“Aşk oduna yak çalabım” diyor. Yanıyor dünyada.
Ama o öyle bir yanma ki, içinde çile var, ızdırap var, ayrılık acısı var, tereddütler var, terennümler var, sevinç var, gözyaşı var, mutluluk var… Bak! İlaçla zehir karışık, hepsi bir arada, daha var da var. Ee bu adam nedir, bu adam nedir? Dünyada “Ha, ha, ha, hi, hi, hi” edenlerden değildir. Neden, bir amacı var artık, bir şey için yanıyor, tutuşuyor, bir şey için koşuşuyor.
İşte, Hazreti Mevlana’nın dediği olaylar o zaman başlar. Nedir bunlar?
“Burada dikilip duran da benim, yürüyüp giden de ben, çok uzaklardan geçen bir hayal gibiyim ben, hani yok da sayılmam, hani birazcık var olan bir şeyim ben” diyor.
İşte kişi o hali alır. Allâhu Teâlâ’nın bütün rahmeti, merhameti, ilmi, irfanı, birçok şeyin merkez kutbu olur, insan-ı kamil, kul; Kâbe’den büyük olur. Onun için ilk söylediğim gibi, “Sufilere sohbet gerek” diyor, “Ahilere ahret gerek, Mecnunlara Leyli gerek, bana seni gerek, seni” diyor Yunus.
———————————————
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#ilahiaşk #Allahaşkı #HzMevlanaileŞems #HzMevlana #Şems
Allah razı olsun
Amin cümle müminlerden inşaallah.