Cenab-ı Hak diyor ki; “Biz, şifasını yaratmadığımız derdi yaratmadık. Evvela şifasını yarattık, sonra derdi.”
Aslında hastalıkta Allah’ın selamıdır, mümin için. Allâhu Teâlâ bir kutsî hadiste öyle diyor; “Biz” diyor, “Kulumuza -mümine, bir hastalığı verirken üç grup melek göndeririz. İlk birinci grup melek gelir, ağzının tadını alır. İkinci grup melek gelir, rengini alır. Üçüncü grup melek gelir, günahlarını alır. Bu üçünü alır” diyor. Hastalık başlar. Allâhu Teâlâ o hastalıktan onu öldürmeyecekse, hastalığın süresi dolunca, dünya üzerinde sen çare ararsın, doktora gidersin, ilaç içersin, kendini kollarsın, şunu edersin, bunu edersin. Allah şifa verecekse verir, yani iyileşirsin. Yoksa zaten, o hastalık seni götürür, hastalık sebeptir yani, vade yetmiştir.
Kişinin iyileşeceğini murat etti mi Allah, ağzının tadını alan meleğe. “Ağzının tadını geri ver!” diyor. O yavaş yavaş yemeye, içmeye, tat almaya başlar. Sonra, rengini alan meleğe; “Rengini iade et!” der Allâhu Teâlâ. Rengi yavaş yavaş yerine gelmeye başlar. Üçüncü grup melek bekler. “Allah’tan bir emir çıkmadı!” diyor. Bekler bekler, bir emir çıkmayınca; “Yarabbi, bende de bir emaneti var, bende günahlarını almıştım.”
Cenab-ı Hak der ki; “Hastalık verdiğim mümin kuluma bunu iade etmekten ar ederim” der. Yani, onun için hastalık dahi Allâhu Teâlâ’nın selamlarından bir selamdır. Mümin için ama… Seni temizliyor yani, üçüncü grup melekle emaneti geri yollamıyor.
Allâhu Teâlâ, böyle bir Allah! Biz, O’na ne kadar şükür etsek ne kadar hamdü sena etsek yeterli değil.
Şu cemiyetlerde yaşayan insanların 60 yaşından sonra, kanı bile pek fazla işe yaramıyor. Ama orada adamın 150 yaşında çocuğu oluyor, 150 yaşında halay çekiyor adam, 150 yaşında soğuk sularda bütün gün balık avlıyor, soğuk sulara giriyor çıkıyor.
Bir Rus profesörü merak ediyor. İşte, nedir bunun aslı, neslini araştırıyor. Yediklerine bakıyor, içtiklerine bakıyor, yok! Uykularına bakıyor, evliliklerine bakıyor, aşk hayatlarına bakıyor, her şeyi inceliyor, cevabını bulamıyor.
Bir gün gene, bir araştırmadan geliyor. Fakat orada Allah’a inanan da inanmayan da günde beş vakit namaz kılarmış. Namaz kılmamak çok büyük ayıplardanmış orada. İnancı olsun olmasın, beş vakit camide yani…
Ve camilerde bir de görevli varmış, namaz dağılmadan önce koca bir semaver çay caminin avlusunda demlenirmiş. Bu adamın görevi, caminin çaycısı yani… Camiden namazdan dağılan avluda oturur, hepsi üçer beşer bardak çay içer öyle dağılırmış. Adet… Tam cemaat cami avlusunda çay içerken bu Rus profesörde geliyor, “Bir elimi yüzümü yıkayayım” diyor.
Diyorlar; “Sana bir çay verelim.”
“Ben çay sevmem!” diyor profesör. Çayı sevmeyen biriymiş.
“Ya, bizim çayımız farklıdır, ille bir bardak…” deyince, “Hadi ver!” diyor. Bir içiyor, çok hoşuna gidiyor, bir daha içiyor, bir daha içiyor, bir daha içiyor. Sonra bardağı yıkıyor, “Şundan bana bir numune verin!” diyor. Bir bardak çayı götürüp laboratuvarında araştırıyor. Bu çayda farklı maddeler buluyor. Sonra çay yapan görevliyi bulup soruyor.
“İngiltere’de, Dünyada en çok çay içilen ülke, onlar sizin kadar yaşamıyor ama… Bu çayda da farklı şeyler var. Bunu nasıl hazırlıyorsunuz, nasıl yapıyorsunuz?” diyor.
Onlar çayı şöyle demliyormuş. (Ben de birkaç sefer denedim, hiç çay içmeyen adam otuz bardak çay içiyor o zaman.) “Şimdi biz” diyor, “Biz bu çayı koyarız, az bir soğuk suyla şöyle yıkarız. Ondan sonra, kaynayıp soğuyan soğuk suyla bunu demleriz.” Ondan sonra, bunu koyarız kaynar suyun üzerine. Bu kaynar suyun harareti ile 80-90 dereceye çıkar. Ondan sonra, bu demliği güzelce havluya sararız veya ona benzer bir şeye, bir beze… Bir 15 dakikada öyle tutarız, yoğurt mayalar gibi.” Rus profesör hikmetini sonradan anlıyor. İngiltere’den çay örneği alıyor. O özellikler yok, onlar da bizim gibi demliyor, kaynayan suyu döküyor şaldır şaldır kuru çayın üstüne… O kaynayan su döküldüğü zaman çaydaki birçok yararlı şey parçalanıyor, 70 küsur madde bulmuş profesör bizim Dağıstan’lıların çayında. Bu şekilde bizimkilerin demlediği gibi demleme çayda…
Bu ağır ağır o hale geldiği zaman, orada yararlı şeyler parçalanmıyormuş. Ben birkaç kere yaptım, çayı bitirinceye kadar içtik. Yani son damlasına kadar içtik.