Oruçlunun uykusu dahi ibadettir. Uyuyorsa bütün gün uyusun, hiç önemli değil. Onun uykusu dahi ibadettir. Oruçlunun her hali ibadettir, orucunu bozmadıkça. Avamın orucunu yeme, içme, cima, vesaire bozar; dervişin orucunu yalan bozar, gıybet bozar.
Bir makamdakinin yaptığı hayır hasenat, diğer makamdaki için mübah veya haram olur. Makam yükseldikçe değişir. Bak avamın orucunu asla gıybet ve yalan bozmaz. Ama dervişin derhal bozar. Çünkü Allâhu Teâlâ; “Onlar, Ben’im seçkin kullarım!” diyor, onları diğerlerinden ayırıyor.
Peygamberimizde; “Onlar, benim ehlim ev halkım gibidir” diyor.
İyiliğe kötülük, şer kişinin işidir. İnsanları mazlum durumuna düşürmeyeceksin, isterse karşındaki kafir olsun.
Allah yemin ediyor; “İzzet’im ve Celal’im üzerine yemin olsun ki, mazlum kafir dahi olsa ona yardım ederim.” diyor. Ve yemin ediyor. İnsanları böyle duruma düşürmeyeceksin. Çünkü Allâhu Teâlâ her insana merhamet ediyor. Bizim nice günahlarımızı hoş görüyor, affediyor, affediyor, affediyor, bahaneler arıyor kulunu affetmek için.
Allah bu kadar hoşgörülü iken, kullar bir fırsat buldu mu hem “Allah” diyeceksin, hem Allah’ın huyu değilde şeytanın huyu ile amel edeceksin! Bu nedir kardeşim? Bu münafıklıksa ben bu kelimeyi onlara yakıştırmıyorum, olmaz yani! “Allah” diyen insan, Allah’ın huyu ile karakteri ile, “Resullulah” diyen insan Resullulah’ın huyu ile, karakteri ile karakterlenir.
Gök Ehlinin Emniyeti Nedir, Yer Ehlinin Emniyeti Kimdir?
Hadis-i şerifte salatu selam Efendimiz; “Gök ehlinin emniyeti yıldızlardır, yer ehlinin emniyeti Ehlibeyt’imdir” der. Resullulah’ın Ehlibeyt’i olmazsa, Dünya bir haftada duman olur duman. Hadis-i şerif bu!
Peki nasıl? “Yıldızlar kayar” diyoruz, nedir bu?
Gök ehlini Allâhu Teâlâ yıldızlarla koruyor. Yıldızların çoğu ateştir; ifritler ve iblisler gök ehlinden sır almak için, yani onlardan sır alınırsa yerde bir sürü kötülük yapacak.
Onlar belirli, çizilmiş hududu aştığı an, görevli melek yıldızı fırlatır üzerine. Yıldız ateştir, o ifrit, o iblis kül olur gider o yıldızla. Ne oldu? Gök ehlinin emniyeti yıldızlar.
Hadis-i şerif söylüyor bunu. “Yer ehlininde emniyeti; Ehlibeyt’imdir!” Yani bunlar bir binanın giriş sigortaları gibi içerdeki akımı ayarlıyorlar, sonra zararsız hale getiriyorlar.
Sırrı Süleyman Hazretleri Kimdir?
Bu insanların içinde Sırrı Süleyman Hazretleri vardı, O Allah’ın rahmetine kavuştu. Geçen gece bahsetmiştik; o benim çok iyi ahbabımdı, onunla tanışmamda bir acayip olmuştu. 30-35 sene önce bir gün çarşıya geldim, bende motosiklet hastalığı vardı. Bu büyük motorlardan onu alıp, bunu alıp süslerdim, öyle bir hevesti. Nefsin zaafıydı aslında. Motoru bir yere park ettim, indim. Birde döne döne bakıyorum herkes toplanıyor başına. “Oo motora bak!” diyorlar, öyle demeleri de nefsin hoşuna gidiyor. Döndüm şöyle uzun boylu, dal gibi bir adam böyle beyaz sakallı, telaşla bir şey arıyor. O eski caminin arkasında meydan var, orada:
“Selamünaleyküm!” dedim.
“Aleykümselam, ya Ali!” dedi.
“Nereden tanıyor bu beni?” dedim. Daha ilk defa görüyorum, gördüğüm hiçbir insanı unutmam.
“Hayırdır bu kadar telaşla ne arıyorsun?” dedim.
“Allah’ı arıyorum!” dedi. Dedim “Bu Ariflerden”, hemen anladım, normal avam sözü değil.
“Mübarek kalbinde ara!” dedim, “Niye dışarıda arıyorsun ki, kalbinde ara!”
“Hayır, ben zahirde arıyorum!” dedi. Bu arifliğe bir basamak daha attı, “Zahirde arıyorum” dedi. “Batında O benim, ben O’yum zaten!” dedi.
Hemen anladım, bu dedim “Vahded-i vücud” erlerinden. “Vahded-i şuhud” değil, ikiye ayrılıyor orada kollar. “Bu vahded-i vücud” dedim. Muhyiddin Arabi’nin, Mevlana’nın yolu, İbrahim Hakkı Hazretlerinin yolu. Vahded-i vücud bunlar hep… “Ben” dedim, “Bu ariflerden, bununla şimdi konuşmak lazım, bundan faydalanmak lazım, onu sağmak lazım…” diye kafamdan geçirirken:
“Ben inek değilim!” dedi.
Anladım düşünceleri okuyor, dedim “Bu bir basamak daha yukarıda, bu üçüncü basamak” içimden geçiriyorum.
“Hayır!” dedi, “Üçüncü basamağı geçeli 40 sene oluyor!” dedi.
“Hacca yayan gittim, geldim. O zaman basamakları yürüttüler beni!” dedi.
Hiçbir insan hacca yayan gider mi?
“Vallahi, hacca yayan gidip geldim, bir aşk düştü içime, parasız pulsuz gittim, geldim” dedi.
E be mübarek bir adam, hacca yayan gidip gelirse, söylenecek söz kalır mı, daha ne söylenir ki? Yayan, parası yok, pulu yok, yayan! “Günlerce aç da kaldım, ziyafette gördüm!” dedi. Bir tane daha sandalye buldu, oturdu.
“Kahveci, iki çay!” dedi.
“Şimdi beni bir ele bakalım!” dedi,
“Ben mi seni eleyeceğim?” dedim.
“Tabii!” dedi, “Sen beni eleyeceksin.”
“Ben seni nasıl elerim öyle?” dedim.
“Hele ne diyorsun bu hallerime?”
“Vallahi!” dedim, “Sen benim boyumdan çok yukardasın; benim ne boyum ne elim, oralara ermez!” dedim.
“Senin, boyunda erer, elinde erer, senin ayağının tozu olamam!” dedi,
“Mübarek, sen Resullulah’ın soyundansın!” dedi ve orada bir şey anlattı.
“Bak!” dedi, “Ya Ali, sen seni tanımıyorsun, daha kendinle tanışmadın sen. Sen sana yabancısın!” dedi.
Dedim, “Bana Türkçe konuş!”
“Bu sözlerin hepsini anlayacaksın zaman gelince.”
“Bekir Sıtkı Visali Hazretleri Osmanlı’nın orta dönemlerinden beri ilk gelen ‘Kutbul Zaman’, 700 yılda bir tane gelir” dedi.“Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin cemiyetinde oturuyorum. (7 tane Türkiye’nin en önemli Veli’sini saydı o dönemin.) Bahçede oturuyoruz, sohbet ediyoruz” dedi. “İkide bir hepsi böyle bir oluyorlar, adap tutup kalkıyorlar. ‘Allah, Allah bunlarla ne oluyor?’ diyorum. Sohbeti kesiyorlar, bir de böyle namazda gibi, sonra birbirlerine bakıp bir daha oturuyorlar, sohbete başlıyorlar. Sohbetin en tatlı yerini kesip, bir daha adap tutup kalkıyorlar. ‘Ne oluyor?’ dedim bunlara, Allah Allah benim şaşırdığımı anladılar.”
Bekir Sıtkı Visali Hz. dedi ki; “Sırrı Süleyman, sen Süleyman değilsin, sen Sırrı Süleyman olacaksın” demiş (Dünya Meczup Veli’lerinin Kutbu olmuş daha sonra). “Süleyman gözünü aç oğul, gözünü aç uykudasın sen!” demiş!
“Yav, ne oldu?” demiş. Bakmış bahçede ileride 6-7 yaşlarında bir çocuk top oynuyor. Topla bunların önüne koşarak gelince, hemen hepsi ayağa kalkıp adap tutuyorlar. “Evlad-ı Resul kokusunu duymuyor musun? Ravza kokuyor!” demiş.
“Vallahi!” diyor, “Biz o dönem ne koku aldığımız var, ne bir şey aldığımız var!” diyor. “Uyuma!” demiş, “Ya uyan”, 6-7 yaşındaki çocuk topla oynuyor, topa vurunca bunların önüne gelince hepsi birlikte kalkıp, adap tutuyorlar. Bu olayı o zaman anlattı.
Mübarek adam harika bir adamdı. Ben Ali ……’yı tanıştırdım bu Hazretle. Ali bana ısrar etti. “Ali işine gelmez” dedim “Bak seni okur.”
“Nasıl okur?” dedi.
“Vallahi” dedim, “Yedi şecereni okur.”
“Okusun da görelim beni, Hacı Naci Efendi okuyamadı!” dedi.
“Hacı Naci Efendi okumaz!” dedim, “Okumak isterse okur, okumaz yani… Çünkü onun yolu ayrı, o ‘vahded-i vücud eri’ değil, gideceğin vahded-i vücud eri!”
Çok ısrar etti. Bir gün Balıkesir’e gittik, “İyi gel!” dedim. Paşa Cami’nin civarlarına gittim. Paşa Cami’nin dibinde bir kahveye oturmuş:
“Hadi ya, bekliyorum kaç saattir. Siz Balıkesir’e gireli 45 dakikayı geçti!” dedi.
Hakikaten biz geldik, köfte falan yedik, kırk beş dakikaya yakın geçmişti.
“Selamünaleyküm!”
“Aleykümselam!” hoş beş, hemen çay söyledi. Şöyle bir Ali’ye baktı, “Eyvah!” dedim! Adama baktı mı hemen yedi şeceresini okur. “Sen banka müdürü müydün?” dedi. Ben Ali’ye dedim ki:
“Sakın Ali, dilin ile bir şey sorma, kalbinden geçir, cevabını alırsın. Sadece aklından geçir, dilin ile bir şey sorma.”
“Sen öyle bir arkadaş bulmuşsun ki Nuh’un gemisi gibi!” dedi Ali’ye, “Ama ona ihanet edeceksin!” dedi.
“Yok efendim!”
“Yok, ihanet edeceksin, sen kaypaksın!” dedi, aynen böyle yüzüne. “Sen ihanet edeceksin, sen kaypaksın, sen de benlik var!” dedi.
“O benlik seni güdecek oğlum, öyle bir arkadaş bulmuşsun ki keşke ihanet etmesen ama edeceksin!” dedi.
Sonra kalbinden ne geçirdiyse cevap aldı ne geçirdiyse… Ali hayretten hayrete düştü. “Ya bu nedir, bu ne ama…?”
“Ben sana dedim, kaç senedir sana aynı şeyi söylüyorum.”
O gece beni arabayla sağa sola götürdü, ne oldu sonunda adam kampanyalar açtı aleyhimizde. Sonra akıbet ne oldu; konu, komşu bir kaşık yemek veriyordu, öyle günler geçirdi. Şimdi bu yolun terki yoktur, baştan herkese söylüyorum.
Adam gibi Allah’ın zikrine yapışacaksın, onunla gideceksin. O zaman her yol açılır. Sıkıldığın zaman olur, bunlar olacak, Allah’ın imtihanlarıdır.
Mümin şunu unutmayacak, dünyaya saltanat sürmeye gelmez mümin. Mümin dünya zindanına geliyor, cezasını ödemeye, bunu unutmayacak. “Ben saltanat sürmeye geldim!” diyorsan o yanlış ha! Allah dilerse saltanatta sürdürür sana, ama bu saltanat ümidinde olmayacaksın! Allah dilediğine saltanatta sürdürür.
Allah gani gani rahmet eylesin, birgün yine Çanakkale’den geldim Balıkesir’e. İşlerim vardı, dünya işlerim, oraya buraya koşuşturuyorum, Paşa Cami’sinin köşesinde tak burun buruna geldik. Ayaküstü bir konu açtı vahdet ilminden, vahdet ilmi herkeste yok! O anlattıkça ben küçüldüm, böcek kadar kaldım.
Bir anda sohbeti kesti; “Ya Ali, dün gece Cenab-ı Hak’ı gördüm!” dedi, “Yanında Hz. Musa vardı”, Cenab-ı Hak bana dedi ki; “Yarın Paşa Cami’nin köşesini dönerken, Ali Efendi’ye rastlayacaksın, dünya üzerinde cennet bahçeleri var, ondan sor öğren!” dedi. Kaldırdı beni kendine muhatap etti.
“Ben sana öğreteceğim?”
“Sen öğretecekmişsin? Allâhu Teâlâ öyle söyledi!” dedi.
“Ya sana, ben ne öğretebilirim Allah aşkına?”
“Allah dedi!” diyor. Yalan söyleyecek hali de yok, bunları anlamak çok zor. Öyle zor ki… Birinden iyilik görür, beddua eder; birinden kötülük görür, hayır dua eder. İyilik yaptı biri beddua etti.
“Nedir bunun hikmeti? Bu yanlış yapmaz!” dedim. Bir araştırdım ki iyilik yapan, namusa tecavüz etmiş, hırsızlık etmiş, ne kadar pis iş varsa yapmış, gelmiş Hazrete iyilik ediyor. Her şeyin altında bir anlam, bir hikmet çıkar. Böyle bir zâttı, Allah gani gani rahmet eylesin!
“Allah boşa bir şeyi yaratmaktan münezzehtir. Eğer seni o hizmete kullanıyorsa, oraya yönlendirmiş ise mutlaka bir gün bir şey verecek, yoksa yönlendirmez” diyor, “O gayreti senden alır, biter!” diyor. Yani; bir işe emeğin geçti, karşılığını buluyorsun, zaman gerekiyor.
Mevlana diyor ki:
Ey kendine gel, kendine. Şarap ver şarap
Eski dostluğumuzun şerefine, şarap ver şarap!
Benim sarhoşluğum üzüm sarhoşluğu değil,
Benim sarhoşluğumun sonu yok!
O aşk şarabını istiyor, Allah’a öyle diyor; “Sen beni gör hele beni!” diyor.
Sonra da Cenab-ı Hak’kı terennüm edince; “Hey, sen O musun?” diyor. Cenab-ı Hak; “Sus, Ben’im ne olduğum dile söze gelmez!” diyor.
“O zaman al sana, dilsiz dudaksız, durmadan konuşan biri” diyor Mevlana.
“Elsiz ayaksız durmadan koşan biri” diyor.
Büyük adam gerçekten şahane bir adam. Gerçekten aklı uyanmış bir insan. Bir suyu anlatıyor, kimsenin görmediğini görüyorsun.
Su korukta ekşidir,
Üzüme geçer tatlılaşır,
Küpe girer haram olur,
Sirke ne güzel katıktır.
Küpe girer şaraptır.
İşte suyun evrimleri…
Sirkeyi Peygamberimizde çok övüyor, “Bir evde sirke yoksa, bet bereket yoktur!” diyor.
—————————————————-
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#dinisohbet #Ehlibeyt #sirke #gökehli #yerehli #yıldız #ateş #gök #göktaşı #uzay #gökyüzü #gökehlininemniyeti #yerehlininemniyeti #oruç #vahdetivücut #vahdetişuhut