Behlüldane Hazretleri – Şeyhül İslam’a; “Vallahi Delisiniz!” Diyen Adam

2
898

Şimdi tarihte yaşanmış bir olaydan dem vurayım size…

Şam’da bir toplantı oluyor. Şeyhül İslam Hazretleri zahir kendi, sofi değil. İşte kim gelir onun davetine falan paşa gelmiş, falan sadrazam gelmiş, falan vali gelmiş vs. vs… Yiyorlar, içiyorlar ondan sonra başlıyorlar gıybete, “Falan öyle yaptı falan böyle yaptı…”

İçlerinde de temiz bir sufi var, bakıyor bakıyor bunlara diyor ki; “Efendiler, Allah’tan haya edin, Allah’ın nimetlerini yedik, içtik. Daha bunların şükrünü eda edemeden, şeytanın ameline yapıştık, bu delilik…” diyor.

Ee şimdi Şeyhul İslam’a böyle hakaret edilir mi toplum içinde?

Şeyhül İslam diyor ki; “Bunun kayınbiraderini veya kayınpederini bulun, getirin!” diyor. Kayınbiraderi de o cemaat içerisindeymiş; “Buyur efendim benim!” diyor.

Şeyhül İslam diyor ki; “Git bundan bacını al, bundan sonra bacınla yatarsa zina olur, çocuk olursa piç olur, bu akıllı insana deli diye kasam etti. Bizim deli olduğumuza dair fetva getirsin bir yerden, ondan sonra bacını verirsin!” diyor.

Bu kimin hükmü, Şeyhul İslam Hazretlerinin. Bâtını yok ki adamların, sadece zahir. Gidiyorlar adamın karısını alıyorlar, birkaç küçük çocukla adam rezil kalıyor. Oraya gidiyor, buraya gidiyor, kim fetva verecek, Şeyhül İslam için mümkün mü?

Bir gün yine iyice bunalmış adam çare ararken, bir Allah dostuna rastlıyor. Ama Allah dostu olduğunu bilmiyor.

“Hayırdır evlat, nedir bu dalgınlığın?”  diyor.

“Sorma baba!” diyor.

“Sordum oğlum!” diyor. Aslında biliyor da konuşturacak onu.

“Başıma böyle böyle bir iş geldi…” diyor.

“Çaresini bulamadım!” diyor.

Allah dostu da; “Ben sana onun ilacını söyleyeyim!” diyor.

“Sen eve git. Çoluk çocuğunu ya komşuya ya birine bırak, doğru Bağdat’ın yolunu tut.”

Bu olay Harun Reşit zamanında yaşanıyor. Harun Reşid’in abisi var, Behlül Dana Hazretleri büyük Veli’lerden.

“Senin çaren onda, git ona durumu anlat!” diyor.

Adam meşakkatli bir yolculuktan sonra Bağdat’a ulaşıyor, düşünüyor imparatorun abisi nerede olur, sarayda olur. Doğruca gidiyor saraya, muhafızlar:

“Dur bakalım, hayırdır!” diyor.

“Ben imparatorun abisini, Behlüldane Hazretlerini ziyarete geldim.” Muhafızlar diyor ki; “O ömründe bir sefer bile buraya ayak basmadı. Harun Reşit o kadar büyük şeyler sundu ona ama gelmedi. ‘Senin malında helal yoktur,’ dedi sarayada gelmedi!” diyorlar.

Bir istikamet tarif ediyorlar. “Buradan git, Bağdat’ın çıkışında hurmalıklar var orada bir kulübe var, orada yaşar Behlüldane Hazretleri” diyor. Behlüldane’nin namı yayılmış her yere, büyük Veli.

Adam gidiyor, kulübeyi buluyor, tam kapıya vuracak, Behlüldane Hazretleri kapıyı açıyor, şöyle bir bakıyor adama, “Be oğlum, bunların deliliği sana mı kalmıştı, ne gereği vardı? Geç içeri, sen yorgunsundur” diyor, yediriyor, içiriyor, dinlendiriyor.

Behlüldane Hazretleri doğruca sarayın yolunu tutuyor, o güne kadar hiç gitmemiş saraya, Harun Reşid’e diyorlar ki;

“Ağabeyin geliyor.”

“Vallahi gelmez.”

“Geliyor!” diyorlar.

Yola halılar serdiriyor Harun Reşit’te biliyor Veli olduğunu. Avluda karşılıyor “Selamünaleyküm!”

“Aleykümselam!”

“Ey anamın oğlu!” diyor. Kardeşim demiyor, “Allâhu Teâlâ benim bir işimi sana düşürdü, halledersen sana hayır dua ederim!” diyor.

“Ne demek abi emret, canımı vereyim!” diyor.

“Canını istemiyorum!” diyor, “Şimdi, senden istediğim şu, beni falan şehre emir tayin et ama fermanda yaz ki astığı astık, kestiği kestik, böyle katı bir vali olarak beni tayin et.”

Harun Reşit şaşırıyor, öyle şeylerle işi olan bir adam değil, ama biliyor ki bir hikmeti var.

“Derhal abi!” diyor. Hemen fermanı yazıyor. Alıyor fermanı Behlüldane Hazretleri “Allah senden razı olsun!” diyor.

Gelen adamı alıyor Bağdat’ın dışına çıkıyorlar.

Adımını atacak diyor ki; “Oğlum, gözlerini kapat, sağ ayağını ayağımın üzerine bas.”

Basıyor adam ne olduğunu anlamadan:

“Gözlerini aç!” diyor.

Bir bakıyor kendi şehrinde! Tayyi mekan yapmışlar.

“Evlat” diyor, “Sen git, çocuklarına bak, ben burayı halledince seni çağırırım!” diyor. Şimdi, Allah dostunun aklına bak, bunu nasıl hallediyor.

O şehrin emirinin karşısına çıkıyor, Emir bir bakıyor dilenci kılığında biri Behlüldane olduğunu nerden bilsin. Kapıcıya bir bağırıyor;

“Ben sana demedim mi buraya dilenci sokma!” diye.

Behlüldane Hazretleri çıkarıp fermanı uzatıyor. Fermana bir bakıyor Behlüldane hem de bu şehre Emir olmuş hem de astığı astık kestiği kestik.

Hemen kalkıyor, “Efendim şöyle böyle…”

“Sus!” diyor.

“Yağcılık etme, geç otur şuraya, yarın büyük bir meydana 7 yaşından, 70 yaşına bütün erkekleri topla!” diyor.

“Eğer gelmeyen olursa, diri diri derisini yüzer, içine saman doldururum!” diyor.

Vali de o toplantıda bulunanlardan birisi. Hemen tellalları topluyor, her yerde bağırıyorlar, “Behlüldane Hazretleri şehrimize teşrif buyurmuşlardır, falanca meydanda yediden yetmişe herkes toplanacaktır.”

Neyse ertesi gün mahşer yeri gibi orası, Behlüldane Hz. yüksekçe bir yere çıkıyor, “Ey Allah’ın kulları, size zahmet verdim, hakkınızı helal edin, çok önemli bir işi görüşmek için içinizden bana 20 kişi seçin!” diyor.

Kimi seçecekler, onları seçecekler. Yine milletin iradesiyle yani, laiklik İslam’da ta baştan beri var. Bu 20 kişi alıyor, geliyor vali konağına öbürlerine; “Allah razı olsun, siz görevinizi yaptınız, dağılabilirsiniz.”

Valinin koltuğuna oturuyor, 20 kişiye diyor ki; “Benimle görüşecek 10 kişiyi seçin.” Seçiyorlar. Gerisine, “Gidin!” diyor.

10 kişiye diyor ki; “Benimle görüşecek 5 kişiyi seçin.” Seçiyorlar. Kalanlara, “Siz gidin!” diyor.

Kalan 5 kişiye diyor; “Benimle görüşecek 3 kişi seçin.” Seçiyorlar, kalanlara, “Gidin!” diyor. 3 kişiye diyor, “Benimle görüşecek bir kişiyi seçin!’’ diyor, Şeyhül İslam seçiliyor. Diğerlerine “Gidin!” diyor.

İkisi kalıyor. İkisi kalınca “Hadi, sende git!” diyor.

Hadi anlarsan anla bir şey. Adam hem gidiyor hem geri dönüyor bakıyor. Adam bir şehri topladı, “Sen git, sen git.” Bir kişi kaldı “Sende git!” dedi. Adam anlayamıyor, muamma, nasıl iş bu hem gidiyor hem dönüyor.

Şeyhul İslam diyor ki; “Efendim, akşam yemeğine sizi davet etsek, teşrif eder misiniz?” diyor.

Kabul ediyor Behlüldane Hz. O ve 20 kişi saraya gidiyor. Yağcılık etmek için büyük bir hazırlık yapıyorlar. Akşam namazından sonra gidiyor Hazret, sofraya oturuyor, çıkarıyor torbasından bir arpa ekmeği ve bir avuç zeytin koyuyor önüne, “Benim rızkım bu, mühim olan beraber yemek.” diyor.

Herkes yemeğini yiyor, sofra kalkınca Behlüldane diyor ki Şeyhül İslam’a; “Güzel bir çay demle, malında bir çay kadar helal vardır!” diyor.

Çay demleniyor, çay gelince Şeyhul İslam’a diyor ki:

“Sana üç veya dört soru soracağım, ben yemin etmem ama Allah’ın adına yemin ediyorum ki kasıtlı olarak bir kelime yalan söylersen anlarım, derini yüzerim!” diyor. Konu ne şimdi soruduğu sorular ne, konu ne adama yapılan haksızlık!

Birinci soru: “Sarayın çok hoşuma gitti. Buna kaç para harcadın?” diyor.

“Efendim 300 bin altın harcadım!” diyor.

İkinci soru: “Sen din adamısın. Bu dünya nedir, öbür âlem nedir?” diyor.

Şeyhul İslam diyor; “Efendim, bu dünya, yalan her halimizden sorgulanacağız. Öbür dünyada ebedi cennet var, cehennem var vs…” anlatıyor.

Geliyor üçüncü soruya diyor ki; “Kendini bildiğin günden bu yana fakire, dilenciye, köprüye, çeşmeye, yetime, yoksula ne kadar hayrına para verdin? Tam tutturamazsın orta yollu bir şey söyle!” diyor. “60 altın!” diyor.

Diyor ki Behlüldane, “Oğul sen kendin izah ettin, bu dünya yalan, bundan sorgulanacaz, bu yalan dünya için üç yüz bin altın harcayan, ebedi olan âlem için de sadece altmış altın harcayan nedir?” diyor. Şeyhul İslam düşünüyor, düşünüyor…

“Vallahi delidir!” diyor.

Bak, akla bak. Konu uzunda…

“Peki o zaman, o mübarek adam, size bunu deyince neden karısını aldınız elinden?”

Bugün için böyle bir imtihandan geçsek vallahi akıllı adam bulamayız…

 

#BehlüldaneHazretleri #gıybet #nimeteşükür #dedikodu

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Yorumunuzu yazınız
İsminizi yazınız