Nasıl İman Edilir? İmanın Üç Sacayağı Nedir?
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hadis-i şeriflerinde; “Küre-i arz’ın üzerindeki en şerli şey; mideyi tıka basa doldurmaktır” diyor.
Ne oluyor? Kolesterol oluyor, gaz yapıyor, geğiriyorsun, bir sürü şey… Hayatımıza baktığımız zaman şimdi bakın stres, Allah’a itimat etmemekten başka bir şey değildir. İmana müracaat nasıl ediyoruz? Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulullah. Dil ile ikrar, kalbimizle tasdik ediyoruz. Yeter mi? Hayır! Allah’ın, azabından emin olmayıp, rahmetinden ümit kesmiyoruz. Yeter mi? Hayır. Allah’ın kaza ve kaderine, rıza göstereceksin. Bu, üç hal birleştiği zaman iman etmiş oluyorsun. İman ettin. Allâhu Teâlâ âlemlerdeki tek tasarruf eden güç…
Bir Günlük Rızık Sırrı Nedir? Şükür İle Hamd Arasındaki Fark
Cenab-ı Hak:
“Esteizübillah”; “İnna lillahi…” “Ben ilâhınız mıyım?” diyor. “Evet.” Hemen arkadan gelen ayet ne diyor?
“Ve innâ ileyhi raci’un.”; “Öyleyse, her şeyi yapan Ben’im.”
Öldüren, can veren, aklına ne geliyorsa her şey… Allah, bu kadar açık beyanda bulunurken bize. Biz, nefsin vesveselerine uyuyoruz. Ya bir daha iş bulamazsak! Ya bir daha söyle olmazsa! Bunlar, şeytan ile nefsin tuzakları sana.
“Ben kulumun rızkına kefilim” diyor. Allah söz veriyor, “Kefilim” diye. Biz Allah’ın sözünü kaptırıyoruz elimizden, nefsin vesveselerine. Bu sefer, Allah zorlaştırıyor işimizi. Neden? Allah’a güvenmedik, inanmadık. Ondan sonra, Allah ne yapıyor? Kısıyor.
“Madem, Bana itimatın yok, seni yaratan Ben’im.” Kısıyor…
Şimdi, bakın kişi, adam gibi yaşarsa, yemin ederim, baykuş gibi oturduğu yerden, ayağına rızık gelir adama, ama yapmıyoruz kardeşim. Günde kaç sefer Allah’a şükür ediyoruz?
Bakın Efendimiz (s.a.v.) diyor ki; “Şükür, bir şeyi ziyadeleştirir.”
Şimdi, sofraya oturuyoruz çoğu zaman Besmele’yi unutuyoruz, sofradan kalkıyoruz, şükrü unutuyoruz. Nefis, “Hemen yiyelim, doyalım…” Falan filan gerisi… Bu değil ki!
Sofradan kalktığında herhangi bir nimete, bir yudum çaya “Elhamdülillah” dediğimiz zaman sağdaki ve soldaki melekler “Rabbil âlemin” derler.
“Elhamdülillahi Rabbil âlemin” deyip tamamlarsan, melekler “Amin” der.
Az paraya, çok şükür edersen paranın bereketi çoğalır, anlamayacağın yerlerden sana gelmeye başlar. Nimete şükür edersek, nimet çoğalır. Hastalığa şükür edersek, hastalık çoğalır. Kötü şeye, şükür yok; hamd var. Hamd kabullenmektir. Hastalıklara; “Hamdolsun”, “Şükürler olsun” demeyeceksin çünkü; ziyadeleşir, çoğalır. Her nimete şükür etsek, etmiyoruz. İşte bu seferde, dara düşüyoruz.
İbrahim Aleyhisselam o kadar çok şükür ediyordu ki, yiyecekleri koyacak yer bulamıyordu. “Ya Rabbi, yeter, verme” diyordu.
Cenab-ı Hak; “Ya İbrahim, sen şükür edenlerdensin.”
Allah’ın adetleri var. “Âdetullah” diyoruz.
Şükür, ziyadeleştirir; ama şükür sadece “Elhamdülillahi Rabbil âlemin” demek değildir. Nedir biliyor musun? Gözüne, eline, beline, diline mümin gibi sahip olmaktır. Ondan sonra, “Elhamdülillahi Rabbil alemiyn.” Onun, bunun karısına, kızına böyle bakarsın, ondan sonra, “Elhamdülillahi Rabbil âlemin”. Yalancısın sen! Evvela mümin gibi yaşamak lazım. O zaman nimet çoğalır işte. Reçeteleri var.
Bakın, “La ilahe illallahu melikül hak kul mubin.” Bunu, 100 defa okursan o günkü yemeğini alırsın, bir yerden gelir; ama yan gelip yatıp, bunu yapmak yok, sen elinden geleni yap, darda kaldığında, zorda kaldın, ondan sonra Allah’ın kapısını vur. Elinden geleni yap, zikret ve o gün için, yemeğin ayağına gelir.
Ha “Bunu öğrendim” diye, “Hazreti Ali Efendimizin bunu okuyunca elindeki şey altın oldu, ben de neden olmadı?”
O pozisyonda değildi. Sen elinden geleni yap, en son Allah’ın yardımı orada, senin pilin bitti, burada Allah’ın yardımı gelir, bunu da bilin. Şükür bir şeyi ziyadeleştirir!
“İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun”.
“Sizin ilâhınız ve her şeyi yapan Ben’im.”
Tasarrufun, yeğane tek sahibi; Allah’tır. Yok şeyh efendi, yok hoca efendi bunların hepsi hikaye bunlar ki; sadece sebep olur! Sadece, tencerenin içindeki kepçedir, tencerenin içindeki, kepçeyi yüzyıl bırak, kendi kendine yemek veremez ancak bir el tutacak onu. Kepçe, burada sebeptir sadece. Ama hadis-i şerifte diyor ki; “Sebebe, teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmiş olmaz.” Burada ince bir çizgi vardır. Bunların farkında olmamız lazım. Derste gidiyoruz, öbür taraftan da kaybediyoruz. Şükrü bilmiyoruz, diğer taraftan da kayıp gidiyoruz. Saygımız, sevgimiz birazcık oluşmuştur, ama o istenilen derecede değil. Nefsin zaafları!
Bakın, birinci seyri sülüğü bitirmiş Veli’yi- ki baya babacan bir Veli’dir, onlar, bile nefisten “El aman!” diyorlar. Veli olmakla da nefsinin afetleri bitmiyor. Verdiğin senindir.
Bir “Müslüman’a iyi misin?” demek, “Sen manyaksın!” demektir. Müslüman iyi olmaz, hiçbir zaman iyi olmaz, çünkü; “Diğer Müslüman’ların derdini dert edinmeyen, onlardan değildir” diyor hadis-i şerifte. Filistin’de, benim Müslüman kardeşlerim öldürülürken, ben nasıl iyi olacağım? Bir sürü mümin açken, ben nasıl rahat olurum? O zaman, ben mümin değilim, imanımdan şüphe etmem lazım.
“Müminler bir beden gibidir” diyor hadis-i şerifte. Baş parmağına bir diken batsa, acısını tüm vücutta duyar. Aynı böyle olmamız lazım ama olamıyoruz, olmamız lazım.
Şimdi rüzgar eken, fırtına biçer kardeşim. Onlara da kalmaz. Allâhu Teâlâ ihmal etmez, imha eder. Yeri gelince, vakti gelince… Sabrı çok geniştir. Kul gibi değil, vakti gelince hesabı sorulur. Hadis-i şerifte diyor ki:
“Bir yılan öldüren, kafir öldürmüş gibi ecir alır.” Mesela, dünya hayatında birçok konu oluyor.
Ne oluyor mesela? Karınca giriyor evinin altına, bırakırsan Afrika’da koca evleri deviriyor. Onu öldürmenden bir ceza almazsın, başka çare yoksa… Karıncanın ne yediğini biliyor musunuz? Harmandan, oradan, buradan, ne taşır? Buğday taşır, çer çöp taşır. Onu yemek için mi taşır zannediyorsunuz? Asla, yemez karınca, öyle berbat bir hayvan ki bildiğin gibi değil. Bak, bir temele girsin, altında kuyular açar. Aşağıda tarlalar hazırlıyor, onlar o buğdayı, çeri, çöpü çürütmek için, ondan mantar yapıyor, o mantarı yiyor sadece. Bu bir örnek, yani, buna benzer bir sürü örnek var. Bunu öldürmenin bir şeyi yok yani, zarar veriyorsa, bir çaresi yoksa. “Muzırın, katli vaciptir”. Bu hükmü müctehid alimler vermiş.
İçtihat! İçtihat kapısı Kıyamet sabahına kadar açıktır. Bazı şeyler hariç; namazın, orucun, zekâtın, Peygamberin yaşadığı şeylerin, içtihata açıklığı yoktur. Onun dışında ilmin varsa, içtihat kapısı açıktır.
İşte bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunu bildiği için, yani Müslüman’lar için çok zor bir dönem olduğunu bildiği için, şöyle bir hadis söylüyor; “Benim zamanımda, İslam’ın hükümlerinin onda dokuzunu yapıp, birini terk eden helak olurdu. Öyle bir zaman gelecek ki; insanlar İslam hükümlerinin onda dokuzunu terk edip, birini yapan, kurtulur.” İşte biz böyle bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Ha biz, şimdi Hidayet Kutbu’nun civarında olduğumuz için ne kadar şükür etsek, şükrümüzü eda edemeyiz. Onlardan biri olsaydık ebedi hüsrana gidiyorsun. Ebedi hayat karşısında dünya üç günlük, kaç yaşında olursan ol, yani uğrak yeri!
Peygamberimiz öyle diyor; “Siz uzun bir yoldasınız. Dünya hayatı, bir ağacın altında verdiğiniz bir mola kadardır.” Burada, kalıcı değilsin. Öyleyse, onlardan olmadığımız için çok şükür etmemiz lazım.
Niyet, çok önemli. Allah katında en değerli şey, niyettir. İlk önce niyetine bakar. Sonra ilmine, sonra namazına, sonra ameline… Amel üçüncü sırada.
Bütün Allah dostları şöyle söyler:
“Niyet hayırsa, akibet hayır olur. Niyet şerse, akibet şer olur.”
Asla akibet hayır olmaz. Gündüz, temiz bir camdan dışarıyı nasıl net görüyorsan, Allâhu Teâlâ bizim niyetlerimizi bu şekilde görür. Öyleyse, Allah’tan utanmayı bileceğiz.
Kalbimize bir kötülük gelip, düşündüğümüz zaman, terleyip, bunalıp kamburumuzun çıkması lazım, Allâhu Teâlâ’nın karşısında; “Ya Rabbi, hata ettim. Ya Rabbi, nefsimin şerrinden sana sığınırım” dememiz lazım. Hemen, istiğfar etmemiz lazım. Niyet, temiz olacak. Allâhu Teâlâ’nın ilk baktığı şey; niyet.
Aslında insanın insanla tezat olması çok büyük bir cahiliyettir. İnsanın insanla, hiçbir tezat olmaması lazım. Biz bademler gibiyiz aynen. Sayıda çokuz ama aslında, tek bir ağaca bağlıyız. Hangisini kırsam, vitaminin içindekiler de hepsi aynıdır. Ama işte, niyet! Niyet; kimini kafir yapar, kimini münafık yapar, kimini fasık yapar, kimini putperest yapar, kimini mümin yapar, kimini “Veli” yapar…
Şimdi, bakın Balıkesir’de bir sürü meyhane var. Herhangi bir sıradan berduş girer, içer, nâra atar, çıkar, kimse ayıplamaz ama Balıkesir Valisi bu meyhaneye gidip, çekip, nâra atsa sokaklarda; “Y yazıklar olsun sana yakışır mı bu?” derler.
Bu, bir örnektir. İşte derviş ile diğer avamın arasındaki farkta böyledir. Meyhane, bir günah simgesi, bir örnek. Herhangi bir günahta, valinin sarhoş olup, nâra atması kadar, ayıp bir şey olur dervişin, alelade günah işlemesi. Dervişe yakışmaz.
Neden? Allâhu Teâlâ, kendi ismiyle onun ağzını süslemiştir. Sonrada, yavaş yavaş kalbini süslemiş. Eğer kalbine inseydi zaten o, o günahı işlemeyecekti zaten. Demek daha dilinde yani kuşu öldürmemiş, gölgesini vurmuş, onun için derviş, derviş gibi yaşamalı.
Şimdi bakın, avam var, has (Havasa yakın kişi) var, havas (Evliya yakın kişi) var insanların içinde.
Bakın, şeriat’ta; senin malın senindir, benim malım benimdir. Yasadır bu. Tarikatta; senin malın senindir, benim malım da senindir. Hakikat, marifet, tarikatın içindedir.
Hakikatte; ne senin malın senindir, ne benim malım benimdir; mal Allah’ındır. Ölçü bu, ne zaman yaparız, o zaman makam açılır. Makam açılmadanda kişi Veli’dir ama kendisi farkına varmaz yani; tasarruf gücünün anahtarı, kendine verilmez. Neden? Kişi, evvela Şeyh’inin ahlakıyla, ahlaklanır. Buna “Fenâfil-Şeyh” denir. Şeyhinin ahlakı ile tamamen ahlaklanmak lazım. Onun sevdiği şeyi, seveceksin. Onun kızdığı şeye, kızacaksın. Yani, onun karakterini alman lazım. Onun gözünde, görmen lazım olayları, bunlar makamdır.
Sonra, bunu başardığın an; seni Mürşit’in Resullulah’a götürür, hemen arkasından “Fenâfil-Resûl Makamı” gelir. Peygamberimizin gözüyle, O’nun anlayışıyla görürsün bütün olayları.
O kadar mı? Hayır. “Fenâfillah” gelir. Cenab-ı Hakk’ın ahlakının bir kısmıyla ahlaklanır.
“İlmel yakîn”, “Aynel yakîn”, “Hakkel yakîn” makamları kütür kütür, “Vahded-i Vücud”, “Vahded-i Şuhud Makamları” çözülür gider. Ama bunu hak edecek bir hale gelmemiz lazım, öyle bir potansiyelin oluşması lazım. Onu geçiremiyoruz. Kolay değil, hakikaten zor. Eğer kolay olsaydı, salatu selam Efendimiz:
“Hakiki mücahit, nefsinle mücadele edendir” demezdi.
Nefisle olan savaş, düşmanlığı olan savaştan çok daha zor. Çünkü; onu yok edemiyorsun, öldüremiyorsun, gece gündüz pusuda köpek gibi peşinde bu. Bir zayıf anını bulduğu an hamle yapıyor.
Hacı Kazım Kulevi Hazretleri, zamanın “Gavs”ıydı, yani; Peygamberimize varis olan o devrin imamıydı. Ölmeden bir hafta önce görüştük.
“Getir, getir” diyor. Neyi? Raftaki sigarayı, hala içiyor.
“Zinanın tövbesi var, gıybetin tövbesi yok” diyor salatu selam Efendimiz. Günde acaba ne kadar gıybet yapıyoruz? “Zinanın tövbesi var, gıybetin tövbesi yok” diyor hadisi şerifte.
Allâhu Teâlâ, Kur’ân’da ne diyor:
“Siz ölü kardeşinizin etini yiyebilir misiniz? Yiyemezsiniz, tiksinirsiniz. Öyleyse, gıybet etmeyin.” Adam, bütün gün gıybete veryansın eder, farkında değil, sigaraya laf eder.
Sigaranın İslam’da Hükmü Nedir?
Ya sigara nedir? Sigara mekruhtur.
Şeriatın, sekiz hükmü vardır. Acaba haberimiz var mı? Farz, vacip, sünnet, haram, mekruh. Hangisine giriyor bu? Gıybet hangisine giriyor? Harama giriyor direk. Ama bu mekruha giriyor, soğan-sarımsak yemek gibi…
Farzda kendi bünyesinde ikiye ayrılır; “farz-ı ayn”, “farz-ı kifâye”.
Farz-ı ayn; mutlaka 15 yaşını dolduran herkesin, mutlak yerine getirmesi gerekenler.
Farz-ı kifâye; mesela verilen selamı almak, verilen selamı kimse almazsa, boynumuza borç kalır. Kur’ân dinlemek, cenaze namazı kılmak…
E şimdi, bir insan bir şeye tavır alırken, ilimsel olarak hangi noktadadır, bunun farkına varmak lazım. Bunu bilmiyorsa bu adam, sadece cahillerdendir. Cahil Müslüman’da, şeytanın maskarasıdır. Bu hadis-i şeriftir. Şeytana, maskara olmaktansa öğren, ilim öğrenmek farzdır! Amerika’daki futbolcunun ayakkabı numarasını biliyoruz.
Biliyorsunuz Haccacı Zalim’i anlattım size. İçimizde firavun gibi bir nefis var, gece gündüz onlar… Sigara nedir ki, günde kırk tane olumsuz şey düşünüyorsun! Ha ben tasvip etmiyorum ama günah yönünden aldığınız zaman onlar daha babayiğit günahlar.
Hacı Kâzım Kulevi Hazretleri’ne diyemedim ben; “Sen niye sigara içiyorsun?” diyemedim. Erkeksen de. Zaten, çok cezbeli bir zâttı.
Bayazîd-i Bistâmi Hazretleri ölünce, imam yıkıyormuş, tırnakları uzamış, tüyleri uzamış, imam yıkarken söylenmeye başlamış; “Ulan, mübarek bir de evliya olacan, bu ne hal?” Söylene söylene yıkıyormuş.
Bayazîd-i Bistâmi kalkıp oturuyor; “Hoca Efendi, vallahi içimi temizlerken, dışımızı temizlemeye fırsat kalmadı” diyor.
Hoca “küt” bayılıp düşüyor.
Her olur olmaza sırrın söyleme
Ben bilirim diye dava eyleme
Arif Meydanın da şaşarsın
Var git.
**
Çokta çekme bu dünyanın yasını
Giyipte sallanma hop libasını
Bal diye içersin ahu tasını
Sonra zehirlenip ölürsün
Var git.
Yunus’ta diyor ki:
Yunus bu sözleri çatar,
Sanki balı yağa katar,
Halka matahların satar,
Yükü gevherdir tuz değil.
**
Sen elif dersin hoca,
Dilersen var bin hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir.
**
Dört kitabın manisi,
Bellidir bir elifte,
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Yunus, Mevlana… Allah Dostları söylemiş, güzel söylemişler…
————————————-
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#AynelYakin #HakkelYakin #FenâfilŞeyh #FarzıKifâye #FenâfilResül #niyet #YunusEmre #VahdetiŞuhutMakamları #vahdetivucut #İçtihat #şükür #hamd #Fenafillah #Farz-ıAyn #seyrisuluk #dinisohbet