Amentü Duasındaki Yanlış
Amentü’nün son maddesini ben kabul etmiyorum. Asla kabul etmedim, etmem, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine! Şer Allah’tan gelmez. Şerrin fiilini yaratır Allah. Bu çok yanlış, nasıl yerleşmiş ise bilemiyorum. Diğer maddeler tamam ama “Hayır ve şerrin Allah’tan geliyor” dediğin an, yargının ortadan kalkması gerekir. Eğer, bana şerri Allah işletiyorsa, çok müstesna haller var, ama Allah onu sorumlu tutmuyor. Şer Allah’tan olsa idi, bunların hiçbirini sorumlu tutmaması gerekirdi. Ya, “Amentü” gibi imanın şartlarına, bu nasıl giriyor? Şerri de Allah işletiyorsa, cehenneme, yargıya gerek yok! Ama Allah Kur’ân’da yüzlerce yerde hayır ve şerrin hesabını vereceğimizi beyan ediyor. Birçok ayette de:
“Size bir hayır isabet ederse, Kat’ımızdandır, şer işlerseniz nefsinizdendir” diyor. Kur’ân apaçık bunu derken, “Amentü” gibi bir şeyde nasıl hayır ve şer Allah’tan gelir anlamıyorum. Bunu ben asla kabul etmedim.
Birkaç tane bana ters gelen şey var, çünkü; “Aklınızı kullanın!” diyor Cenab-ı Hak, “Aklınızı kullanmazsanız, sizi mesul tutarım!” diyor. Şerrin ilmini yaratır Cenab-ı Allah. Sen, onu hak edersin. Bir şey yaparsın, fiilini yaratır. Sana mani olmaz yani. Sadece, bırakır izin verir. Emanet denilen şeyde, hür iradedir.
Amentü gibi bir şeyde, bunun olması çok büyük bir çelişki yani. Şerde, hayır da Allah’tan gelirse, nasıl yargı olsun ki? Ben hem sana yaptıracağım bu işi hem de neden yaptın diyeceğim? Allâhu Teâlâ gibi o kadar muhteşem bir Zât, ikilem içinde olabilir mi? Allah, iyiler iyisidir. İyi kelimesi bile O’nu hakkıyla ifade etmez! Öyleyse, O’na neden iftira atılıyor ki? Allah’a iftira atmaktır bu! Şerri bana Allah işletiyorsa, yargılamaya aldığı zaman:
“Ya Rabbi, sen işlettin, burada benim payım yok ki, ben zayıf bir kuldum. Güç, kudret sendedir.” Böyle bir şey yok ki, bunu Allah şiddetle red ediyor. Amentü’nün içine bu girmiş. Bu nasıl olur? Bu, bence şirktir. Peygamberimiz diyor:
“Benim ümmetim puta tapmaz. Ama onlar için gizli şirkten korkarım” diyor.
Sadece bunlarla da sınırlı değil. Müslüman cemaatlerde gördüğüm buna benzer bir sürü şey var. Adam hiç farkına varmadan dolu dizgin gidiyor öyle. Adam camiye giriyor sol ayakla. Yani, hangi ayakla girip, hangi ayakla çıkacağından bile haberi yok.
“Cahil Müslüman, şeytanın maskarasıdır” diyor hadis. Hayır ve şerri Allah verirse, kul sadece bir robot olur.
Bir kelime ana konuda açık olarak neyi ifade ediyorsa, değeri odur. Hayır ve şer Allah’tan geliyor. Şer kelimesi bariz açıktır, birkaç anlama gelen bir kelimede değil. Her türlü olumsuzluk şerdir. Dine aykırı olan her şey, şerdir. Allah’ın yasak ettiği her şey şerdir. Şimdi bir kaza, şer değildir. Kaza iptiladır. Kaza ile Cenab-ı Hak, senin günahlarını temizliyor, dereceni yükseltiyor veya cezalandırıyor, bunların hiçbiri şer değil.
Efendimiz; “Benim ümmetimden cehenneme giren pek olmaz. Onların cezaları bu dünyada” diyor. Bu ümmet seçilmiş ümmet, bu ümmet torpilli ümmet, ama ümmet olabilmek önemli. Artık ümmet mi, hillet mi belli değil çoğu!
İlham aldım hayaline baktıkça,
Derdim arttı şu gözden yaş aktıkça,
Evir çevir şu maziye baktıkça,
Izdırap düşer anla be zalim.
Yolumu çevirdin divane ettin,
Zehirli bir hançersin bağrıma battın,
Yaktın kül ettin uzağa attın…
Deyimleri var ya onun tezahürüdür bu.
Benim bir dostum vardı. Ben ona iki kibritli bir kutu vermiştim. 21 yıl sonra yolum ona uğradı. Hala onu taşıyor cebinde. Başkada söyleyecek söz yok.
Halakayı zikirde kişi kalkar, gider abdest alır, gelir, oturur bir mahsuru yok, bir şey denmez; ama sohbet ederken, birisi kafasını kaşısın, “Çık dışarı!” denir. Sohbet, bu kadar önemli! Çünkü; dini sohbet başladığı an Allâhu Teâlâ’nın melekleri halka kurup, çevirmeye başlıyor. Döne… Döne… Döne tee Arşı Ala’ya kadar… Ve diyorlar ki:
“Devam edin Allah size rahmet ediyor.” Ve Allâhu Teâlâ meleklerle konuşmaya başlıyor. Diyor ki:
“Ey meleklerim, kullarım ne yapıyorlar?”
“Ya Rabbi, senin hoşnut olacağın sohbetteler.”
“Onların nefisleri yok mu?”
“Var.”
“Sizin nefisleriniz var mı?”
“Yok!”
“Onlarla siz kıyaslanacak olsanız ne olur?”
“Ya Rabbi, onlar bizden üstündür.”
Allâhu Teâlâ iftihar ediyor meleklere karşı. Sohbet sonunda da Efendimiz:
“Ayağa kalktıkları zaman defterleri bembeyaz olur, hiçbir şey kalmaz” diyor.
Biliyorsunuz, Kur’ân’ı en iyi anlayan Peygamber Efendimizdi. Kur’ân’ı hadisler ile şerh etti. Yani, daha iyi anlayacağımız hale getirdi. Diğer hadislerinde de “Üç-beş Müslüman bir araya gelirde, yalnız dünyayı konuşur, kalkarlarsa, onlara lanet olsun!” diyor. Allâhu Teâlâ’nın hoşnut olduğu beş kelimede olsa kullanılmalı.
Diğer hadiste de; “Bir alimi ziyarete gittiniz. O alim bir nebzede olsa size bir şey verirse, kabul olmuş 100 tane hac yazılır o cemiyetteki herkese”.
Allâhu Teâlâ bütün âlemleri ilim, irfan ile yaratmıştır. Her şeyin temelinde ilim vardır.
Yunus ne diyor:
İlim hilim bilmektir.
Hilim, kendin bilmektir.
Ya sen kendini bilmezsen.
Ya nice okumaktır.
İlim, hilimle birleşirse, o mayalanan süt; yoğurt olur. Süt karın ağrıtır ama yoğurt ağrıtmaz. Bu zahiri ilim ile batıni ilmi ayırmak için kullanılan bir mecazi kelimedir.
Salatu selam Efendimiz diyor ki; “40 tane hadis bilen Mahkeme-i Kübra’da, alimler grubunda yer alır. O alim sayılır”. Bak, 40 tane hadis bilen alimlerle haşr olur, alimlerle beraberdir, alimlerden sayılır o.
İlmin afeti, unutmaktır. “İlmi zâyi etmekse, ehli olmayana öğretmektir” (Hadis-i şerif). Yani, birine bir ilim vereceksen, evvela onun kitabesini oku. O, ilme o layıksa ver.
Büyük Veli’ler der ki; “Köpeğin boynuna inci takma, inci köpeğe yaraşmaz.” Yani, o ilmi kadrini bilene ver. O ilmi, o kaldırıp çöpe atacaksa, hiç verme! Mümine ver ne vereceksen! Kafire, münafığa, putpereste vermeye uğraşma. Salatu selam Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:
“Ey Ashab’ım, bir gün gelir bazı şeyler terk edilir.” Ashap büyük bir hayretle; “Bu da mı olur Ya Resullulah?”
“Evet, bu da olur. O gün diller dost, kalpler düşman olur. Sıla-ı rahim kesilir. Allâhu Teâlâ o toplumlara lanet eder. Onların gözlerini, gerçeğe kör, kulaklarını sağır eder. Onların içindeki iyilerinde duasınıda kabul etmez.”
Bugün o günleri yaşıyoruz.
Ötede ağadır hepsi. Bunların çoğu, çok uzun sürmeden Veli’dir. Kendileri de bilmez; ama bu devir öyle bir devir. Tefessüh devri. Bir Veli Kâbe’den büyüktür. Allah katında değeri o kadar büyüktür.
Şimdi, uzaktan gelen insanın aldığı ecri, gözünüzden perde kalkıp ne aldığınızı bir görseniz siz var ya… Yemin ederim dersin ki, “Fizanda zikir yapalım gidelim. Oraya yayan gidelim!” dersiniz.
O arabanın her tekerleğinin dönüşünde neler yazılıyor, giderken gelirken. Bunları sonra göreceksiniz şimdi, bu insanlar veresiye çalışıyor. Ötede herkesin amel defteri boynuna asılır. Salatu selam Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde öyle diyor:
“Hesap, kitap vermek için senin nefsin sana yeter.” Başka bir şeye gerek yok. “Nefis tezkiyesi” en önemli faktör.
Hadis-i şerifte ne diyor; “Hakiki mücahid, nefsinle mücadele edendir.” Nefis, kafir çünkü; Allah’ın düşmanı. Ruh, mümindir, Allah’ın dostudur. Nefis ise kafirdir. Allah’ın düşmanı şeytanın dostudur.
Kul; müsbet ve menfiden imal edilmiştir. Hayır ve şer insanda mevcuttur. Akıl, “akl-ı maaş” denilen noktada kilitlendiyse; “akl-ı maaş”, nefse de, şeytana da, ruha da hizmet eder. Kaypaktır. Ama “akl-ı maaşı” terk edip, “akl-ı maad” olduysan, dervişin aklı artık asla şeytana ve nefse hizmet etmez. O, Rahman’ın emrine girer. Ondan sonra, “Akl-ı kül” var ki; büyük Veli’lere nasip olur.
Makamlar Ve Gavsul Azam – Rabıtayla Ravza’ya Gidiş
Zaten, insan ilk olarak, şeyhinin ahlakı ile ahlaklanır. Buna, “Fenâfil-Şeyh” diyoruz. Yani; öyle bir an gelir ki artık her şeyi Mürşit’inin gözüyle görürsün. Onun kızdığı yerde kızarsın, onun sabır ettiği yerde sabır edersin. Bu dervişin alacağı makamlardır. Sonra yeterli mi? Hayır! Devam eder yol…
“Fenâfil-Resûl Makamı” gelir, bu makamda, gözünü yumduğun an, zikirde salavatlardan sonra başladığın an, otomatik olarak Şeyh’in sureti gelir, senin suretini alır. Beraber ilkin Rıza Kapısı’na gidersiniz. Rıza Kapısı’nı geçer, Sır Kapısı’na gelirsin. Ravza’dadır bunlar. Saniyede olur bunlar, Rıza Kapısı’na gelir, kapıdan geçmeden halim selim bir hal alır, birçok bilmediği şeyi bilir.
Hemen arkasından, “Sır Kapısı” gelir.
Oradan geçer, Ravza’ya girer. Resullulah kabrinin önünde durur, Nur’u Arş’a kadar uzanır. Sen bir damla suydun, Şeyh’in bir tas su. Sen Şeyh’inde fani oldun, bir tas su gitti bir ummana döküldü, onda karıştı, gark oldu gitti… Şeyh’in, Resûlullah’ın Nur’una gark olup, yok oldu.
Ne yapmıştın sen? Şeyh’inin ahlakıyla ahlaklanmıştın. “Fenâfil-Şeyh”.
Bu yolculuğa başladığın an “Fenâfil-Resûl Makamı” gelir. Resûlullah’ın ahlakıyla, ahlaklanırsın. Resûlullah gibi sabredersin, onun gibi kızarsın, onun gibi yer, içersin. Buna da “Fenâfil-Resûl Makamı” denir. Ve o anda, o zikir bitinceye kadar her şeyi Resûlullah’ın gözüyle görürsün. Sen, Resûlullah’sın. O, sensin. Bu kadar mı? Hayır, devamı var!
“Fenâfillah” var. Fenâfillah ne?
İşte, 21’nci makam. “Son Sır Kapısı”dır. Son Sır Kapısı’na geldiğin an, Cenab-ı Hakk’ın ahlakının bir kısmıyla, ahlaklanırsın. Peygamberlerde aynı yerdeydi. Artık Fenâfillah’tada, Allah’ın ahlakının bir nebzesiyle ahlaklanırsın. Bundan sonra, senin bütün hoşgörülerin, bütün kızgınlıkların Allah için olur. İşte Mahkeme-i Kübra’da:
“Allah için sevenler birbirinden ayrılsın!” diye bir melek çıkar, bağırır.
Allah için sevenleri ayırır, Cenab-ı Hak der ki; “Size sorgu sual yok, siz yürüyün cennete!”
“Siz, Ben’im için birbirinizi sevdiniz.” Ama bunlar çok kolay işler değil.
“Fenâfil-Şeyh”, “Fenâfil-Resûl”, “Fenâfillah.”
Bu kadar mı? Hayır.
“Bekâbillah”, “Zühd”, “Muhsinler”, “Ulûlelbab”, “İhlas” ve “Bi Hakkı Takva” Makamı ile devam eder kişi.
“Ulûlelbab”; Ulûlelbab Makamı’nın ne olduğunu bir bilseniz var ya! Hepinizin gideceği yol o, yani başka yol yok! Ulûlelbab Makamı’na gelen Veli, “Ruhani Miraç” yapar. Cenab-ı Hak ile yüzyüze görüşür. Ve O’nun övgülerine mazhar olur. Ve Cenab-ı Hak orada, “Ehl-i Hüküm”, “Ehl-i Hikmet” iki makam verir.
O kadar mı? Hayır, birde “İrşad Makamı”nı verir. İrşad görevini verir, Cenab-ı Hak verir. O kadar mı? Hayır, birçok şeyin sırrı kalkar. O da “ilham gözü”dür. Telefonuna gelen mesaj gibi, mesaj gelir Cenab-ı Hak’tan. Kalp gözü hisseder; ama “ilham gözü”, sesi duyduğun kadar net bir şekilde anlarsın.
İlham aldım hayaline baktıkça,
Derdim arttı şu gözden yaş aktıkça,
Evir çevir günahlara baktıkça…
“Nefsine” diyor kişi.
Ha bu “Ulûlelbab Makamı”dır. “Ehli Hikmet”, “Ehli Hüküm Makamları” verilir. Mülk âleminin sırları kalkar. Çok yüksek bir makamdır bu. İrşad görevi verilir.
Ve o kişinin artık sapıtması hiç mümkün değildir. Yol o kadar mı? Hayır, devam eder amma. Her yüz yılda, onun üzerindeki bir makam vardır.
“İhlas Makamı”na her yüzyılda sadece 4 kişi çıkar. Bunlara da “Kutbul Aktap” denilir. Bunlar dünyanın 4 Kutbudur.
Bunun üzerinde de “Bir Hakkı Takva Makamı” vardır. Orada da sadece her yüz yılda, bir kişi çıkar. Bunada “Gavsul Azam” deriz. Bazıları “Zamanın Resul’u” der bunlara. Asla Peygamber değildir. Bi Hakkı Takva Makamı’na “Salah Makamı” da denilir. %90 Peygamber soyundan “Seyitler”in yeridir. Bazı devirlerde, Gavs’lar bir asır yaşamaz. O arada, 20-30 senelik bir boşluk zamanı vardır. Seyid yani, Peygamber soyundan olmayanlarda Gavs’a vekalet edebilir. Hatem-ül Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu). Peygamberimiz ile Peygamberlik devri kapanmıştır; fakat o yüzyıldaki Peygamberimizin varisidir o zât.
Bunun üzerindeki makamda, Peygamberimizin makamıdır; “Makam-ı Mahmud”. Ondan ötede hiçbir makam yok!
Her dervişin tıpış tıpış emekleyerek de olsa gideceği yol bu.
Baştan “Nefsi Emmare”, “Levvame”, “Mülhime”, “Mutmain”, “Radiye”, “Merdiye”, “Safiye”; 1. Seyri sülük. “Veli” olur.
Ondan sonra, “Fenâfillah”, “Bekâbillah”, “Zühd”, “Muhsinler”, “Ulûlelbab”, “İhlas” ve “Bi Hakkı Takva” Makamları. Yol bu!
Ha, üç günlük dünyada yokluktan, varlıktan bir sıkıntı çekebilir. Allah’ın Aadetullah’ı, “Adetullah” deriz, böyledir yani. Müminsen biraz dünyada şey olacaksın yani. Ama ötelerde ebediyete gidiyorsun kardeşim.
Allah Var mı, Var! Niye Yok Gibi Yaşıyorsun O Zaman!
Dünyanın 1000 yılı, Cenab-ı Hakk’ın 1 günüdür. Allah’ın zaman birimine göre ölçtüğümüz zaman ömrümüz iki dakika değil. Gelip geçiyoruz bu âlemde.
Hadiste; “Çok uzun bir yoldasınız. Dünya hayatı, bir ağacın altında gölgelenmeniz gibidir.” Yani; şu kadar kısa bir zaman için ebediyetleri mahvetmek, akıl sahibinin işi değildir.
Adam diyor ki, “Kardeş Allah var mı?”
“Var.”
“E neden yok gibi yaşıyorsun. Varsa var gibi yaşa o zaman!”
Hem “var” diyorsun, hem de “yok” gibi yaşıyorsun. Bu nasıl çelişki? Böyle bir çelişki olamaz. Ya kendi üzerine takılan şeylere bir bak.
Şu kalbin atışlarına bir bak. En sağlam çelikten yapsan, 20 sene sonra duman olur gider. Ya 70-80-100 sene yaşıyor, bir gün olsun, şükrettik mi Allah’a; “Ya Rabbi, verdiğin sağlık için kör değilim, topal değilim!” diye.
Ben şahsen çok nankörüm, Allâhu Teâlâ’ya şükrümü eda edemiyorum. Çünkü; Allâhu Teâlâ’nın en çok hoşuna giden şükür:
“Sübhanallahi ve bihamdihi” dir.
Bunu “Estağfurullahe ve etübü ileyh.” ile zikredersen çok büyük bir istiğfar olur. Allâhu Teâlâ bunu Arş’a asar. Hiçbir günah, bunun dengi değildir. Maşher’de Mizan’da ihtiyacın olursa, bu zikir hayır gözüne iner ve seni kurtarır (Estağfurullahe ve etübü ileyh Sübhanallahi ve bihamdihi şeklinde).
Böyle reçeteler var. Dünya ahiretin tarlasıdır, burada kazanacağız.
Kabir, öbür âlemin gümrük kapısıdır. Kazanç kapanıyor, defter kapanıyor. Ne yapacaksan, işte şu üç günlük dünyada yapacaksın. Şunu dert edip, bunu dert edip, ona “üff”, buna “püff”. Akıl karı değil. Akl-ı selim, akl-ı maaşta değil, akl-ı maadda en azından olmalı, derviş aklında yani. Sabır ve şükür imanın tezahürüdür. Allâhu Teâlâ bu ikisini kararak imanı yarattı zaten.
————————————————-
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#amentü #amentu #Allahvarmı #Allah #rabıta #Fenafillah #Bekabillah #Zühd #Muhsinler #UlulElbab #FenafilresulMakamı #İhlas #BiHakkiTakvaMakamı #Gavs #Seyid #gavsulazam #kutbulaktap #Dinisohbet