Büyük Veli’ler diyor ki; “Size sorsalar” diyor, avama diyerek bunu; “‘Allah’ı seviyor musunuz?’ diye sorsalar, sukut edin” diyor. “’Seviyorum’ derseniz yalancısınız, ‘Hayır’ derseniz, fasık olursunuz” diyorlar.
Allâhu Teâlâ’yı kemaliyle sevebilmek için mutlaka nefis makamlarını aşmak gerekir. Ancak Mutmain Makamı’nda, “Allah’ı seviyorum” dersen doğrudur. Orda başlar Allah sevgisi, Resûllulah sevgisi, Allah’tan feyz gelme, türlü haller orda başlıyor.
Bir kutsi hadiste, Allâhu Teâlâ; “Ey kullarım, siz koynunuza aldığınız karınız kadar Ben’i sevseniz, sizi ateşe sokmam” diyor.
Birçok kişi imamın arkasında yerini kaptırmaz ama gerçek anlamda Allah sevgisinden haberi yoktur. Neden? Çünkü nefis afetlerle dolu. Yani Emmare, Levvame, Mülhime’den kurtulamamış. Bu müftü için bile geçerli… Eğer kurtulsaydı, İmamı Azam ki müştehid alim;“Yemin ederim ki, Numan Cafer-i Sadık’a intisap etmese cehennemlikti!” diyor. Düşünebiliyor musun?
İlim kurtarsaydı iblisi kurtarırdı, meleklere imamdı. Peygamber Efendimiz; “Ya Rabbi, ilmin hayırlısını ver!” diyor. Hayırlı ilim hangisi? Tevhid ilmi. Hangisi? Batînı ilim.
Onun için Allâhu Teâlâ’ya olan sevgi, aşk… Nefis makamları biter, sonra kapılar açılmaya başlar. Allâhu Teâlâ gönlüne nazar eder, gönlüne misafir olur. Ondan sonra kişi hal ehli olur, hal yaşamaya başlar. Ondan sonra zaten yollar açılır gider. Ama nefs makamlarında bunu beklemek abesle iştigaldir; çünkü insanların nefsinde %98 afet vardır.
Birinci seyri sülüğü tamamlıyorsun büyük Veli’lerden oluyorsun, hala nefsinde %48 afetler var. Büyük Veli’ler nefisten “El aman!” diyor.
Ne zaman ki ikinci seyri sülükte beşinci makama ulaşırsın, nefis bakire bir kız kadar ruhu sultana teslim olur. O da Ulûlelbab Makamı’dır. Orda Miraç yaparsın, Allâhu Teâlâ’yı benim seni gördüğüm gibi görürsün.
Allâhu Teâlâ sana orada birkaç şey bahşeder:
Birincisi; hakiki tövbeyi orda yaptırır. O söyler, sen tekrarlarsın.
İkincisi; “Ehli Hüküm” ve “Ehli Hikmet Makamları”.
Üçüncüsü; “İrşad Makamı” orda verilir. Ancak bir toplumun başına oraya ulaşan insana ruhsat verilir. Dördüncüsü de birçok şeyin sırrını kaldırır senden. Bir lahzada 100 milyon sene tahsil etmişsin gibi her şeyden haberin olmaya başlar.
Sonrada gönlüne mesaj gelir Cenab-ı Hak’tan. Yanlışı doğruyu çok iyi görür ama ondan sonra da kendini setredersin. Kalbin sövmezken, dilin sövmeye başlar. Dahası dahası ve dahası…
Kalp susar, dil konuşur. Halbuki sen o dilin adamı değilsin. Çünkü “Ben Veli’yim” diyen Veli, o anda zındık olur. Ne yaptı? Benliğe girdi. Bedenini, bok çuvalını put yaptı. Onun için Veli’lere bak, hepsi hakir ve fakirdir. Veli’ler kendisinde hiç güzel amel görmez. Onun için hakir ve fakirdir. Allâhu Teâlâ’nın kabul ettiği amel, o kul tarafından unutulur. Kendinde hayır görmez. Allâhu Teâlâ’nın, “aman” kapısından hiç ayrılmaz onlar. Dili konuşurken, kalbi zikreder yani; “devamlı zikir”, bir nokta gelir, devamlı zikir. Uyurken de uyanıkken de…
Devamlı zikirde; “Hayy” Esma’sını çeken Veli’ler vardır. Onlar çölde yürüsün, arkası yemyeşil olur. Bunlar ilerde bir çoğunuzun göreceği şeyler. Çocuklar şu kesin ve kesindir ki, “Allah” diyen insan mahrum kalmaz, hiç kabil değil. O’nu zikredelim çünkü en eftal ibadetlerdendir.
Namaz kılarsın, farzdır, borcunu ödersin. Namazda okursun Allah’ın sözüdür. Her türlü ayet Allâhu Teâlâ’nın sözüdür. Ama zikir, Allâhu Teâlâ’nın; Zât’ıdır. Allah razı olsun. Bu herkese nasip olmaz zaten.
Allâhu Teâlâ; “Ben’i zikreden zakirler, Ben’im has kullarım” diyor. Diğerlerinden Allah ayırıyor onları. Ya bu ne büyük bir devlettir ne büyük bir lütuftur. Bundan büyük ne olabilir şu dünyada?
Peygamber Efendimizde; “Onlar benim ehlim, ev halkım gibidir” diyor.
Daha ne istiyoruz kardeşim? Cenab-ı Allah’a, ağzımızı kendi ismiyle süslediği için ne kadar şükretsek ne lisan yeter ne şükür yeter. Biz, Allâhu Teâlâ’ya olan borcumuzu hiçbir zaman ödeyemeyiz. Allah ancak rahmetiyle bize lütfeder. Allah kullarını hele dervişleri çok seviyor. Bunu böyle bildiğimiz zaman huzursuz olmaya, endişe etmeye, yarını düşünmeye hiç gerek yok.
“Bismillahi tevekkel tealallahi la havle vela kuvvete illa billahi.”
“Kuvvet ve kudret Allâhu Teâlâ’ya ait.”
Bunun bilincinde olduğumuz zaman tamam! Ya, âlemlere tasarruf eden O! Kendini üzmüşsün, yırtmışsın, parçalamışsın akibet değişir mi? Hayır!
Ne geldiyse, Allâhu Teâlâ yaşam biçiminde ne sunduysa; “Amenna ve saddakna”; “Rabb’im bana bunu layık gördü, tamam, başım gözüm üstüne” diyeceğiz. Mutluluğun yolu bu! Kimi kime şikayet edeceksin? Allah’ı, Allah’a mı?
Allah bir taşın içindeki böceğin rızkını veriyor, ihmal etmiyor. Seni, beni görmüyor mu? Öyleyse, şikayet yok, imtihan dünyası! “Sizi canlarınızla, mallarınızla, çoluk çocuklarınızla imtihan edeceğiz” diyor. Haberde veriyor. Gizlice yapmıyor.
Dünyada üzülecek hiçbir şey yok. Üzülecek tek şey günahlarımızadır. Buna üzülelim, buna pişman olalım. Tövbenin de en makbulü; “Estağfurullah el Azim” değildir. Kalben pişman olmaktır. Kalben pişman olduğun an, tövbenin en makbulüdür. İçin için o seni yakmaya başladı mı? Yoksa burası pişman değil, dilin “Estağfurullah” diyorsa, hiçbir şey ifade etmez hatta yalancı oluyorsun.
#tövbe #dinisohbet #Allahsevgisi #estagfurullah #estagfurullahelazim #istiğfar
Allah razı olsun.
Allah cümle müminlerden razı olsun inşaallah.