ZORLUKLARI AŞABİLMEK

0
131

Cenab-ı Allah’ın Esmalarından bir tanesi de Zül Celali Vel İkram. Yani ilk önce Celal, ondan sonra İkram, Cemal sıfatı geliyor. Onun için her yokuşun bir inişi, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Cenab-ı Allah ayet-i kerimesinde bir de sarp yokuştan bahsediyor. “O sarp yokuşu, dik yokuşu aşamadılar” diye bahsediyor. “Nedir o sarp yokuş bilir misin?” diye söylüyor ayetin devamında. “O” diyor, “Bir köleyi azat etmek”. Yani boyunduruğunu çözmek. Peki bu devirde köle var mı? Yok. Ama ne var; nefsin köleliği var. Nefse köle olmuş insanların durumu var. İşte biz bu insanları, nefsine köle olmuş olan insanların kölelikten azat edebilmek için bir söz, kelam, tebliğ edebildik mi?

Hz. Mevlana bir dizelerinde ne diyordu; “Hürriyeti kulluğa (yani köleliğe) taş çatlasa satmam” diyordu. Bu dizinin başında ise ne diyordu:
“Alemin bal şerbetinden bana ne? İşte benim önümde ayran tasım. Ben senin bir dikili ağacın olsun diye uğraşıyorum.”

Yani dikili ağaç ne; işte güzel söz, tebliğ. İnsanları döndürüp gönlünde çıkacak olan iman ağacı, hidayet ağacı.
Ondan sonra gelen mısrada ise; “Senin başını sokacak bir evin olsun diye”. Müminin kalbi, gönlü neydi; Kabetullah. “Ben Arş-ı Alaya sığmam, mümin kulumun gönlüne sığarım” diyordu. “Padişah konmaz saraya, hane mamur olmazsa”. Ondan sonra gelen mısra, “Hürriyeti kulluğa, köleliğe taş çatlasa satmam” diyordu. İşte burada insanların nefsi ve kendi nefsimiz üzerinden düşündüğümüz zaman nefsin istek ve arzularına uyduğumuz zaman bu köleliktir. Nefsin köleliği. İşte ne zaman sen o kölelikten vazgeçersen, o zaman hürriyeti özgürlüğe; Allahu Teâlâ’ya vakıf olmuş olabileceğiz. Ondan sonra gelen ayet ise, “Dar bir günde yani kıtlık gününde fakir, yoksulu, yetimi, miskini, yakını doyurmak, yedirmek”, işte bundan daha maksat, normalde bir insan bir kişiye hayır yaptığı zaman o gıda onda enerji olacak, güç olacak. Onda ne yapacak kişi; ibadet-i taatını yapacak, namaz kılacak, hayır hasene, yani; o gıda onda enerjiye dönüştüğü müddetçe hayır ve hasene yapan kişiye de yazılacak. Bir de başka bir ayet-i kerimede ne buyuruyordu Rabbül Alemin; “Ey iman edenler! Siz Allah’a yardım
ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar”. Bundan maksadı imanımızı da o zaman sabitlemiş oluyoruz. İman arttıkça artar bu sefer. Allah’a yardımdan maksat ne; Allah’ın kullarına, müminlerine yardım edebilmek.

İşte bununla da ilgili bir kıssa; Musa (a.s) bir gün Tur-i Sina’ya giderken halktan bir kişi geldi ona. “Ya Musa, benim halim çok harap” dedi. “Yani ben artık buraya kadar geldim. Bundan sonra yapamayacağım, yani Allahu Teâlâ’ya söyle. Benim imanımı alsın” dedi. “Onun yerine bana bolca mal mülk yani; beni zengin yapsın” dedi.

“Dedi olur mu yani öyle şey, ebedi hayat var öbür tarafta!”

“Sen benim söylediğimi söyle” dedi. “Ben tamam buraya kadar.” O da tabii baktı geri dönüş yok. “Peki” dedi, Tur-i Sina’ya gitti.
Allahu Teâlâ’ya sohbet ettikten sonra tabii söyleyemiyor, çekiniyor. Allahu Teâlâ sordu; “Ya Musa” dedi, “Bir kulumun sende emaneti yok mu?” dedi.

“Var ya Rabbül Alemin” dedi, “Sana hiçbir şey gizli kalmaz. İşte sana açık ve beyandır.”

O da; “Tamam” dedi, “O kuluma söyle. Onun isteğini yapacağım. Ona bolca mal, mülk, para vereceğim. Yani zengin edeceğim onu. İmanını da alacağım” dedi.

Hazreti Musa şehre indi. O adama söyledi. “Tamam” dedi,  “Allahu Teâlâ seni bolca zengin edecek. Ama dedi imanında gidecek yani”.

“Tamam” dedi adam. Kısa süre zamanda bu adam zengin oldu. Ama aradan zaman geçti. Bir hayırsever çıktı. Bütün hayır işlerini bu kişi yapıyor. İşte köprü yapılacak, yol yapılacak, hayır, hasenat, aş evi kurulacak. Hep aynı kişi yapıyor. Hazreti Musa’nın dikkatini çekiyor bu. “Bu” diyor, “Cömert kişiyi ziyaret edelim” yani. Allah yolunda harcıyor, hayır hasenat yapıyor. Gitti onu araştırdı, sordu. Bir yerde köprü yapıyormuş, yine hayır hasenat içinde. İşte işçilere; “Sor” dedi, “Buranın patronu nerede?” dedi.

“Bak orada ibadetle meşgul o. Şu anda orada, birazdan onunla konuşursun.” Gitti şöyle yakından baktı yandan. Bir baktı o adam. “Benim imanımı alsın” denilen kişi. E baktı hayır hasanat yapıyor. İbadatında da, imanında gitmemiş yani. Hazreti Musa hiç onun ibadeti bitmeden hemen yola gitti. Yolda giderken “Allahu Teâlâ yalan söylemez. Bu işte büyük bir hikmet var…” diye söylene söylene Tur-i Sina’nın yolunu tuttu. Sordu tabi Allahu Teâlâ’ya. Dedi; “Bu kişiye böyle böyle demiştin. İmanını alacaktın. Zengin olacaktı. Zengin olmuş ama” dedi. “İmanı onda. İbadet hatta bir de hayır hasenat işliyor.”

Allahu Teâlâ’da buyurdu Musa (a.s)’e; “Ya Musa” dedi. “Evet öyle olacaktı. Ama ben ona on verdim” dedi. “O ihtiyacı kadar harcadı. Geri kalanı benim yoluma sarf etti. Ben ona yüz verdim. İhtiyacı kadarını harcadı. Geri kalanı Benim yoluma sarf etti. Şimdi Ben, o bu kadar cömertken” dedi, “Onun imanını almak, Bana yakışmaz. O imanını, Benden yaptığı hayır hasenatlar ile” dedi, “Satın aldı Ya Musa”.
Yani; hayır hasenat insanı birçok şeylerden koruyor.

Ondan sonra bu zahiri olarak, bir de batini olarak değinecek olursak, insanlar şu anda ne kıtlığı var; iman kıtlığı var. Dar bir zamanda şu anda. Çünkü insanların cehenneme doğru dolu dizinin gittiği bir zaman. Dünyevi olan şeylere rağbet var ama maneviyete rağbet yok. İşte bu neden manevi şeyde açlık var yani. Çünkü onun tadını almamış. Bilmiyor ki karnını doyuracak olan şeyi. Yani manevi olarak doyacak olan şeyi bilmiyor. Manevi yönden insanları doyurabiliyor muyuz? Bu da bizim her müminin üzerine görev. Çünkü; Allahu Teâlâ’ya iman ettikten sonra salih ameli, salih amelden sonra da Hakk’ı tavsiye etmekle mükellefiz.
İşte Allahu Teâlâ ne diyordu; “Ben cinleri ve insanları Bana kulluk etsinler diye yarattım”. Kulluk edebilmek için Allahu Teâlâ’yı tanımak lazım. Onun için işte bize düşen görev ne; Allah’ı bildirebilmek emir ve nehilerini. “Bana ne?” dersek, ne olur; her koyun kendi bacağından asılır. Sonra koyun ne olacak; asıldığı zaman kokusu her tarafa yayılacak.

Lut kavmi zamanında da abidler vardı. Yani ibadette olanlar. Allahu Teâlâ onları da helak etti. Onlara sordular, dediler; “Niçin Ya Rabbül Alemin onları da helak etti?”

“Onlar”  dedi, “Onların yaptıklarını görmezden geliyordu, uyarmıyordu”.
Peygamber efendimiz (s.a.v) ne diyordu? “Kötü bir şey gördüğünüz zaman onu elinizle ya da herhangi bir uzvunuzla düzeltebiliyorsanız, düzeltin. Eğer ona gücünüz yetmiyorsa sözlerinizle düzeltin. Eğer ona da gücünüz yetmiyorsa, buğuz edin.”  Yani gönülden onu tasdiklemeyin. “Bu en düşük seviye olandır” buyuruyordu. Yani biz bunları eğer uyarmazsak sonra ne olacak; yarın öbür gün senin çoluk çocuğuna da musallat olur. Yani bananecilik yaptığımız zaman. Bir kişi dine saldırıyor, sen de orada “He he…” dersen o zaman sen de onlar gibi olursun. Yani onun ceremesi büyük. Çünkü biz uyarmakla memuruz.

Peygamber Efendimiz ne buyurdu? “İki kişi ya da üç kişi bir araya geldi. Sadece dünyevi şeylerden konuşupta, ayrılıp giderlerse” diyor, “Melekler onlara lanet eder.” Ashab-ı Kiram Efendilerimiz bir araya geldikleri zaman en son ayrılacakları zaman Vel Asr Suresi’ni okuyup, öyle giderlermiş.

İşte bu devir şimdi tam imanın eksik olduğu, zayıf olduğu devir. İşte ne yapacağız? Biz bunları doyurmak için ikram etmek lazım. Yani anlatmak lazım.

Yunus Emre bir dizelerinde şöyle diyordu:

“Bir hastaya bir tas su verdin ise yarın anda karşı gele ab-ı hayat suyu sunmuş gibi.”
Hasta dediği kişi yani manevi hastalık. İşte bunun gönlüne yani bir tas su verdin ise yarın anda karşı gele ab-ı hayat sunmuş gibi. Yarın dediği şey ne; ahiret hayatı. Hem sen onun karşılığını alacaksın hem de karşı taraf sunduğun için, onun kurtuluşuna vesile olduğun için. Yani biz sunduk. Biz bu manevi hediyeyi kimden aldık; Allahu Teâlâ’dan ve bunu hediye ettik. Bunu kabul eder etmez, o O’nun bileceği. Etmediği zaman zaten hidayete nasip olmuyor ona.
“Hidayeti çünkü verecek olan” diyor Allahu Teâlâ; “Benim” diyor. “Sen Benim hediyemi gönder.” Yani vesile olarak, sebep olarak bizleri gönderiyor. Yoksa kişinin bir hediyeyi kabul etmemesinin nedeni kibrindendir ve nefsine kul köle olmasındandır.
Halbuki sen kulluğu Allah’a yapsan Allahu Teâlâ zaten; “Benim için yap” dediği şeylerin hepsi kimin menfaatine; kendimize, hepsi bizim faydamıza. Çünkü kamil derecesine Allahu Teâlâ’nın “Yap” dediklerini yapmakla kamil olunabiliniyor. Çünkü Müslümanların bir görevi de neydi? İnsanlara Hakk’ı tavsiye etmek. Sadece yani namaz kıl, kendin için yaptıklarından hariç onları bide insanlara da tebliğ etmen, bildirmen lazım. Yani bir güzelliği yaşadıysan onları da paylaşman lazım, aktarmak lazım. Ama tabi bunu da nasıl kırarak, dökerek değil. Çünkü Hazreti Allahu Teâlâ, Musa’ya; “Firavun’a git” dediğinde ne dedi? “Ona” dedi, “Yumuşak söyle” dedi. Yani usulünce. Bildiklerimizin zekatı nedir; anlatmaktır. “Vallahu hayrun razikin”, “Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır”. Hem maddi hem manevi.

NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.

#Teblig #Celal #Cemil #ZülCelaliVelİkram #iman #Kuran #muhabbet #HayırHasenat #tasavvufsohbeti #Hakk #muminina #insan #İslam #ibadet #zikir #zikrullah #nefs #tasavvuf

CEVAP VER

Yorumunuzu yazınız
İsminizi yazınız