Peygamber (s.a.v) Efendimizin kısa ve öz hikmetli sözleri. Bunlardan birçok İslam’ın yani dinin hükümleri çıkar.
Bir gün pazardayken bir satıcının tezgahına yaklaştı. O buğday satmaktaydı. Buğdayın kuru olanları üstte, yaş olanları ise altındaydı. Bunu Peygamber Efendimiz (s.a.v) eliyle kontrol ettiğinde yaş olanları gördü. Ve kısa ve öz olarak ne dedi ona; ‘‘Bizi aldatan bizden değildir’’. Söz itibariyle kısa ama anlamlı. İşte buradan neler çıkıyor? Bir Müslüman ne yapar; yalan söyleyemez. İşte üçkağıtçılık yapamaz, dalavere çeviremez. Bunları yaptığı zaman ne oluyor; helal olan kazancına haram karıştırmış oluyor. Burada bundan hariç kişi; haram şeyleri de satamaz. Mesela bu nedir işte? İçkidir, domuz etidir. Yani İslam’ın haram kıldığı şeylerden de satıp geçimini temin edemez. Çünkü içki için ne diyordu Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Alan da, satan da, imal eden de, taşıyan da, buna katiplik eden de hepsi aynı günaha ortak olmuş oluyor.” Ve içki içenler içinde ne buyurdu; “Devamlı içki içen puta tapan gibidir” diyordu. Yani bir Müslüman geçimini sağlayabilmek için helal bir şey satsa da buna hile karıştırmamalı. İkincisi ise; haram şeyler satmamalı, üçüncüsü; geçimini de ise haram getirilerden kazanmamız lazım mesela; bu nedir faizdir Ondan sonra nedir kumardır, şans oyunlarıdır, bunlarla da geçimini sağlayamaz.
Yoksa Allâhu Teâlâ rızık taksimini yapmıştır ki, bizim burada makas ayrımı yani biz helalden mı kazanacağız, haramdan mı kazanacağız? Bununla ilgili bir rivayet hikaye yani, kıssa.
Hazreti Ali (r.a) zamanında, Hazreti Ali (r.a) Efendimiz yanındaki yaverinle beraber bir kervansaraya gidiyorlar, işte kervansarayda işleri var. Bakıyorlar kervansarayın kapının önünde bir dilenci var. Hazret Ali Efendimizde diyor ki; “Bunun yani kalbini rencide etmektense, buna bir görev verelim, hak etmiş gibi olsun” yani; dilencilikten kazanacağını yere, bir iş yapıpta kazancı olsun diye o nispetle işte atlarını ona emanet ediyorlar. “Bizim” diyorlar, “Kervansaray’da işimiz var. İşlerimizi halledinceye kadar buna bakar mısın?”
O da kabul ediyor tabii. Gidiyorlar işlerini hallediyorlar. Geliyorlar bakıyorlar. O dilenci atın başında yok. Bakıyor atın üstünde eyer yok. Diyor yanındaki yavere; “Bizim herhalde şey dilenci bizim eyeri cebellez etti. Yani kaçırdı, çaldı. Git” diyor, “Pazardan bize bir eyer bak”.
Neyse gidiyor pazara. Tabi onların başlarında o örtülerden var, çölde; tozdan dumanlar korunması için gidiyor pazarda o adam, bakıyor eyer koymuş bir köşeye satmak için çalışıyor, tanımıyor tabi, o; “Hazreti Ali’nin yaveri olduğunu” diyor, “Eyer satıyor musun?”
“Evet” diyor, “Ne kadar istersin?” diyor. 100 dinar çıkarıyor veriyor, ondan sonra geliyor Hazreti Ali Efendimize; “Efendim” diyor, “İşte aynı bizim atları emanet ettiğimiz kişiydi bu” gidiyor. “Bizim” diyor, “Şeyi satmaktaydı, ne kadar verdin?” diyor yaverine.
“İşte 100 dinar verdim”. Çıkarıyor ona Hazreti Ali veriyor parasını. Diyor; “Benim de” diyor, “Gönlümden ona 100 dinar vermek geçiyordu. O dilenci zannetti ki işte, ben orada biraz atı beklesem bana verecek işte 5-10 dinar.” O nispetle şey yaptı. Öyle umdu. Halbuki Hazreti Ali Efendimiz ona gönlünden 100 dinar vermeyi geçiriyordu. Sonra döndü dedi ki yaverine; “Biraz daha sabretseydi, helalinden kazanacaktı”.
İşte buradaki makas ayrımı o anki o kişinin durumu hali. Yani Allâhu Teâlâ “Hayır ve şer Allah’tandır” deniliyor, halbuki o değil. Allâhu Teâlâ kişi neyi murad etti o anda; fiiliyatları yaratan Allâhu Teâlâ’ya. Onun için kişi şer işlemeyi istediği zaman o ortamı, o faili yaratan Allâhu Teâlâ’dır. Ama onu yaptıran kimdir; Allâhu Teâlâ’nın külli iradesi vardır. Ve bundanda insanın cüz-i iradesi. İşte o iradeyle kişi onlara, olaylara karar veriyor. Mesela; kazancını faiz getirisinden mi kazanacaksın, yoksa helal yoldan mı, şans oyundan mı kazanacaksın, yoksa helal yoldan mı? Kişi işte “Milli piyango” diyor. E yılbaşından sonra sen zengin olmayacaksın işte. Eğer zengin olacaksan dahi nasıl Hazreti Ali Efendimiz’in olayındaki gibi sana birisi getirip onu nasip edecektir. Yani bu makas ayrımını işte kullar belirliyor. Yoksa Allâhu Teâlâ ayet-i kerimede ne buyuruyor; “Biz isteseydik” diyor, “Herkesi tek bir ümmet yapardık” diyor. Ya da ne diyorlar; “İşte Allâhu Teâlâ eğer isteseydi, biz atalarımızın dini üzerine olmazdık”. Yani suçları insanoğlu hiç kendini üstüne alınmıyor yani. İşte bu insanların helal kazanç, haram kazanç, insanların ibadet-i tatlarına büyük etkileri oluyor tabii ki. Hatta bu yetişecek olan doğacak olan çocuğun üzerinde bile etkisi oluyor.
Bununla ilgili kıssada ise Ebu’l-Vefa Hazretlerinin bir çocuğu oluyor. Bu biraz palazlanınca işte 4-5 yaşlarına gelince, su dolduran sakiler var. Onların kırbalarını bir iğne yapmış böyle çocuk onunla deliyor. Oradan emerek o suları içiyor. Bir iki habire çocuk yapıyor. O şeyler rahatsız oluyor ondan. Su dağıtan kişiler; “Ebu’l Vefa Hazretlerine işte söyleyelim mi, söylemeyelim mi?” diyor. Artık canlarına tak ediyor. Çünkü onun tamiriyle uğraş. Zaman kaybı. Toplanıp gidiyorlar; “Efendim, böyle böyle sizin çocuğunuz böyle, bizim işte kırbaları deliyor. Oradan işte emerek su içiyor”.
“Ha öyle mi?” diyor, “Tamam” diyor. Hemen onların ücretini veriyor. Onlara hediye de veriyor. “Kusura bakmayın” diyor. Özür diliyor. Ondan sonra çocuğa hiç şey yapmıyor.
Direkt hemen evine gidiyor hanımına. Diyor; “Hanım, sen işte bizim çocuğa hamileyken bir şeye aşerdin mi, yani birşey almak istedin mi?” O da diyor; “Bey, bizim komşunun bahçesinde limon ağacı var” diyor. “Onlar bizim bahçeye doğru sarkıyordu. Bende onları sapsarı görünce, onları mis gibi kokunca canım çekiyordu. İşte bende istemeye utanıyordum komşudan. Bir limondan dolayı. İşte onu ben” dedi, “Bir iğneyle deldim. Oradan biraz emdim, yani birkaç defa yaptım bunu. Ama” dedi, “Söylemeyi sana unuttum ya da işte yani basit bir şey diye söylemedim.”
Sonra, “Tamam” dedi, “Anlaşıldı” dedi. Dedi, “Bir hediye, hediyelik bir şeycikler yap. Onla komşumuza ziyaret edelim.”
Gittiler işte; “Efendim, böyle böyle… Bizim hanım hamileyken bu olayları yapmış.” Onun için helallik istediler. “Aman efendim” dedi, “Bir limonun lafı mı olur, ne demek keşke söyleseydi ben ona tabak tabak gönderirdim.”
Ama olay ne oldu çözüldü, ondan sonra çocuk bir daha kırbaları mırbaları delme işine girmedi. Yani ana rahminde iken bile işte o bir şey bile, damla su bile etki ediyor çocuğa. İşte ne diyorlardı; “Dede ekşi erik yemiş, torunun ağzı büzüşmüş”.
Bir de Ebu Numan Hanefi, Hanefi mezhebinin kurucusu olan Ebu Numan Hanefi’nin anne ve babasının tanışma hikayesi.
Onda ise babası Ebu Numan Hanefi’nin bir derede yıkanıyordu. Yıkanırken bir dereden baktı bir elma geliyor. O anda dalgınlığına da geldi. O elmadan bir ısırık aldı. Sonra tükürdü onu. Dedi; “Ben ne yapayım?” dedi, “Kim sahibi belli değil. Ben buna ısırık aldım”. Ama tadını da aldı. Dedi; “Bundan helallik almam lazım” dedi. Baktı dereyi takip etti. Yukarıda bir ev var bahçesinden. İşte elmanın dalları dereye doğru uzanmış. Demiş, “Tamam buradan”. Dedi; “Düştü bu elmalar”.
Gitti hemen ev sahibini buldu. Dedi; “Böyle, böyle…Ben de sizin elmadan bir ısırık aldım. Tattım yani hakkınız helal için neyse ücreti vereyim.”
O dedi, baktı ona bir şöyle; “Bu bayağı dinine düşkün. Helal harama önem veriyor.” Dedi, “Ben bunu bir deneyeyim. Evlat, ben onu sana hakkımı helal edemem. Ama çok istiyorsan, benim yanımda” dedi, “Bir sene çalışırsan karın tokluğuna, yani yiyeceğini, işte yatacak yerini de vereceğim, o şekilde de hakkımı belkide helal ederim”.
“Yapma, etme dayı” dedi, “Neyse ücreti vereyim, bir sene olur mu yani, bunun hakkı bu mudur?”
“Valla işine gelirse” dedi, “Madem sen bu kadar helalle harama riayet ediyorsun!”.
O da kabul etti tabii, başka yapacak bir şey yok, “Çünkü Mahkeme-i Kübra var, orada bunun hesabını vereceğim. Bir de kurtulamazsam cehennem var”. “Tamam” dedi. Bir yıl çalıştı ona. Bir sene sonra dolduktan sonra, dedi; “Benim” dedi, “Süre doldu. Bana izin verir misin, hakkını helal eder misin?”
“Valla evladım” dedi, “Tamam, memnun kaldım senden, çalıştın ettin. Ama” dedi, “Senden bir istirhamım daha olacak. Onu da kabul edersen” dedi, “Hakkım sana helaldir”.
“Nedir o dayı?” dedi.
“Benim bir kızım var. İşte kördür, sağırdır, dilsizdir, çolaktır” dedi. “Bir de topal. Bununla” dedi, “Evlenirsen, sana hakkım helal”.
“Yapma, etme daha” dedi, “Sana bir yıl bak” dedi, “Karın tokluğuna çalıştım Bir de bir ömür senin kör topal kızına nasıl bakayım? Bir de çirkin!” dedi ona.
O da dedi; “Vallahi sen bilirsin”.
O da mecbur kabul etti, artık baktı yapacak bir şey yok, sonra işte gerdek gecesi girdi duvağı açtı bir baktı; “Sen” dedi, “Benim hanım mısın?”
“Evet” dedi.
Baktı duyuyor. Konuşuyor da güzel. Her tarafı da sağlam. Bu işte bir yanlışlık mı var! Hemen gitti. “Sorma” dedi kayınpederine. Dedi; “Böyle böyle… Ben” dedi, “İçeri girdim. Sen dedin kör, topal, çirkin. İşte çolak dilsiz. Ama” dedi, “Bu sapasağlam dört dörtlük, güzelde. Yanlışlık olmasın.”
“Yok oğlum” dedi; “Doğru. O kızım. Kördür dedim” dedi. “O” dedi, “Harama bakmaz; işte sağırdır dedim. Haramı duymaz, bakmaz. Haramı duymaz. Melayani şeylerden kulağını tıkatmıştır yani. Ondan sonra dili laldır dedim. İşte hayırdan başka şey söylemez. Ondan sonra çirkindir dedim. Güzelliğini kimseye göstermez. Ayakları topaldır dedim” diyor, “Haram yerlere gitmez. Eli çolaktır; işte haram işlere eli gitmez.”
Ondan sonra onlar evlendikten sonra işte Ebu Numan Hanefi Hazretleri doğuyor ve 7 yaşında Kur’ân’ı ezbere biliyor. İşte hanımı da atıfta bulunurmuş. “Bey bey” dermiş, “Sen” dermiş, “O elmadan bir ısırık almasaydın, bizim çocuk daha ne olacaktı?”
Ki o Peygamber Efendimizin de övgüsüne mazhar olmuş.
“Benden sonra gelecek olan müctehid alimlerdir” diyor. “Herkes benimle övünür ben de Numan’la övünürüm” diyor. “O kimdir?” dediğinde işte. “Müctehid alimlerden”. Hanefi mezhebinin kurucusu ama son öleceğine iki yıl kala ne diyor; “Ben Cafer-i Sadık’a intisap etmeseydim” diyor “Numan helak olacaktı.”
Peygamber (s.a.v) Efendimiz; insanlar ve Ashabını, işte ayet-i kerimelerle, kendi hikmetli sözlerinden, hadis-i şeriflerle insanları ne yapmış; irşad etmiş, yetiştirmiş. Müjdeli haberlerse; müjdeli olarak vermiş. İkaz edilmesi gerektiği yerde; ikaz edilecek ayetlerle bildirmiş ya da hikmetli sözleriyle. İşte Mürşitler de, Veliler de ne yapıyor bu konuları; ayet-i kerimeyle, hadis-i şeriflerle ya da kıssalarla aynı yolu takip ediyorlar. Yoksa insanlara işte hatasından dolayı, “Sen şöyle yanlış yaptın, böyle hatalısın” denilerek söylenildiğinde, o insan zaten yapacaksa da bu sefer yapmaz. Peygamberlerin ve Velilerin izlediği yol tabi bu değil. Çünkü ne diyordu onlar; “Biz sizden herhangi bir ücret de istemiyoruz. Bizim ücretimiz Allah’a ait. Ama doğru olanlar bunlardır. Kabul ederseniz sizin hayrınıza, kabul etmezseniz; Allah’ın azabı çetin.
Hazreti Ömer (r.a) o da ilk İslam’a girdiğinde celalliydi o. Birisi hata yaptığı zaman; “Destur ver ya Resulullah” diyordu, “Hemen vurayım bunun kellesini”.
“Dur, ya Ömer” diyordu, onu sakinleştiriyordu Peygamber Efendimiz. Aradan yıllar geçti. Sonra halife oldu tabi Hazreti Ömer. Ondan sonra ne diyordu; “Ömer bu insanların hizmetkarıdır” diyordu.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Hadis #Helal #Haram #Kuran #muhabbet #manevibakım #EbuHanife #tasavvufsohbeti #Hakk #mumin #insan #İslam #ibadet #zikir #zikrullah #nefs #tasavvuf