ALLAH’IN NURU

0
195

Allâhu Teâlâ; Nur Suresi 35. Ayet’inde şöyle buyuruyor, Esteizubillah; “Allah göklerin ve yerin Nurudur.” O Nurun misali mişkat. Yani kandillerin konulacak olduğu yer. Oyuk gibi bir yer. Mişkatin içinde de bulunan misbah. O da kandil, lamba. Işık verecek olan. “O kandilin lambası da” neydendir diyor, “Zücace. Yani camdandır. O aynı bir inci yıldızı gibidir o cam” diyor.

Allâhu Teâlâ’nın bu Nur, Nurun meydana çıkabilmesi için yani; Nur Esması’nın ve kendi Esmaları meydana çıkabilmesi için işte peygamberler ve Kur’ân-ı Kerim ile bu Nur meydana çıktı. Yani bir görünen, bir de gören. Peygamberler ve kitaplar nedir? Allah’ın Nurunu bize bildirdiği için yani ışık.

Işık neydi? Aydınlatıcı, bildirici. Allâhu Teâlâ bize burada güneşten bahsetmiyor. Kandilden bahsediyor. Çünkü kandilin aydınlattığı yer, belirli bir yere aydınlatır, oradaki aydınlattığı yer görünür. Ama karanlıkta olan kısım nedir; bilinmeyen. Bizim cahil kaldığımız bölgeler. İnsanda ise bu Nurun, ışığın yansıması nasıldır? İşte akılla, fikirle, idrak etme, yani kavramayla ilgilidir. Ayetin devamında ise, “Onun yağı, yani yakıtı, ne doğuda ne de batıda bulunan ağaçtan; zeytin ağacı, mübarek zeytin ağacındandır” diyor. 

İşte burada zeytin ağacındanda misal vermesi Allâhu Teâlâ’nın doğu ya da batı karıştırmamasının nedeni, çünkü; insan her yerdedir. Hem doğuda hem batıda aydınlatılacak olan Nura, gark olacak olan da kim; insan. Onun için Allâhu Teâlâ işte zeytin ağacından misal veriyor, zeytin ağacının yağından. İşte tabi bu zeytin ağacının yağı hemen bir seferde meydana gelmiyor. Bunu misal vermek gerekirse; işte ilk önce zeytin ne oluyor? Temizleniyor, ayıklanıyor, ondan sonra sudan geçiriliyor, yıkanıyor, ondan sonra parçalanıyor. İşte bunu insanın nefsini itibariyle göz önüne alacak olursak, insanda Nefsi Emmâre, Levvame, Mülhime bu gibi nefis tertiplerinden aynı işte temizlenme, yıkanma, parçalanma gibi işlemlerden geçiyor. Yani belirli bir tezkiye olduktan sonra zeytinyağı meydana geliyor. Ya da zeytinin kendi meyvesi de belirli bir işlemlerden sonra meydana geliyor. Direkt yani dalından koparıp, yağı çıkmıyor bize, elimize gelmiyor. İşte o parçalama aşamasından sonra ne geliyor? Hamurlaşması, sıkılması, belirli bir sıcak su verilip, ondan sonra saf zeytinyağı geliyor. İşte insanın da nefis tezkiyeleri ancak böyle oluyor. Zeytinyağının elde edilmesi nasıl meydana geliyorsa, nefsinde tezkiye edilerek saf.

Ondan sonra ne geliyor? Mutmainne, Radiye, Merdiye, Nefsi Safiye. İşte saf yağ elde edebilmek için, Safiye Makamı’na da gelebilmek için nasıl ki zeytin bir belirli bir tezkiyelerden geçiyor, aynı bizim nefisimiz de öyle.

İşte o nefis tezkiye olduktan sonra Allâhu Teâlâ ne buyuruyor ayeti kerimesinde; diyor ki, “Ona ateş değse de o parlatır.” Yani etrafını aydınlatır. Çünkü neden? O artık Nefsi Safiye gelmiştir. Ve ona herhangi bir ateş değmese de yani bir kişi ona soru sorsa da, sormasa da nedir o; hem kendini aydınlatmıştır iç alem olarak hem sorusu olduğunda yani ateşi ona değse de o zaman da o yine etrafını aydınlatacaktır. Çünkü; ayet-i kerimede de ne diyordu; “Nefsini tezkiye eden kurtuluşa felaha ermiştir” buyuruyor Rabbül Alemin.

İşte o saf yağ haline gelmiş olan şey nedir? “Nefsi safya gelmiş olan nur üstüne nurdur” diyor. Allah dilediğini Nuruna ulaştırır. Allah insanlara böylece misaller veriyor ki Allah her şeyi bilendir.

Ondan sonra gelecek olan ayette ise, “O evlerdedir” diyor. Allah evlerin içinde Adının yükselmesine ve zikredilmesine izin vermiştir. Onu orada sabah akşam tesbih ederler. Yani işte bunu kimler yapıyor zakirler; tarikata giripte ders almış almış olan kişiler, yani; bir kişi derviş olabilmiş ise ve Allah’ı tespih ediyorsa, bu büyük nimetlerden yani, çünkü; Hz. Allâhu Teâlâ ve Hz. Adem (a.s)’ı yarattığında; “Nefisleri ayır” dedi, “Ya Adem” dedi.

O da; “Kaçta kaçını ayırayım Ya Rabbim?” dedi.

O da dedi ki; “100 kişiden 99’u cehennem ehlidir. 100 kişiden 1 kişi cennet ehlidir” dedi. Buna mukabilen Peygamber Efendimiz (s.a.v) de ne buyurdu? “Bizler” dedi, yani ümmeti olarak, “Siyah bir öküzün üstünde beyaz bir ben kadarız” dedi. Taa Adem (a.s)’dan, Kıyamete kadar olacak olan miktar bu yani. Değişmiyor bu. Şu anda da zaten günümüze de baktığımız zaman bunu kendi gözlerimize şahit oluyoruz. İşte camiye giden cemaate bak, işte sohbetlerde zikirleri yapanlar kaç kişi var. Bir de şeytanın dergahı. İşte nedir bunlar; meyhaneler, kıraathaneler, ne bileyim yani boş olan, insanı avutacak olan şeylere baktığımız zaman dünyevi şeylerde, oraları tıklım tıklım. İşte ne bileyim bir sanatçı bir şarkı söyleyecek, statlar tıklım tıklım duruyor. 22 kişi bir topun peşinde koşturuyor. Statlar tıklım tıklım yani; oralara rağbet çok. Şeytanın dergahlarına yani seni Allah’a andırmayacak şeylere ama Allah’ı sana hatırlatacak olarak manevi, ebedi kurtuluşa erdirecek olan şeye rağbet daha az.

İşte Allâhu Teâlâ’nın bu Nuruna gözünü, kulaklarına tıkayanlar ne oluyor? Mühürlenmiş oluyor. Allâhu Teâlâ halbuki bu Nuru umuma herkese eşit miktarda veriyor.  Yani peygamberlerle gönderiyor. Kitaplarıyla bildiriyor. Yani sen bu Nura ne yapmış oluyorsun; kendi kendine gark olmamış oluyorsun. İşte bu Nura gark olanlar kimdi; Ashab-ı Kiram Efendilerimiz. Peygamber Efendimiz neyle yetiştirdi onları; sohbetleriyle. Sohbet çünkü müminin imanını beslemesi için kulağından sulanır. Sohbetle.

Nasıl ki bir ağacın ya da bir fidanın dibine su dökerek onu sulayıp büyütüyoruz. İşte o mümin olanlar, derviş olanlar kulağından sulanıp nereye gider o su; köklerine, gönlüne, gönlündeki imana. O imandanda ne doğar? Ayet-i kerimede de ne diyor; “Onların kökleri sağlam bir ağaca benzer” diyor. “Dalları gökyüzüne kadar ulaşır”. İşte o ulaşmaktan maksat ne? Sonra diyor; “Meyvelerini de verir.” O meyveleri de nedir işte? O imandan sulandı ya sohbetle. O da ağaç olarak büyüdü köklerinden. Meyveleri nedir? Bu dünyadayken işte yapmış olduğu ibadet-i taatlar, zikirler, diğer onun meyveleri toplayacağı zamanlarda, ahirette de işte cennetin makamları, derecatlarıdır.

Cenab-ı Allah ayet-i kerimede öyle buyuruyor; “Güzel söz, kökleri sabit, dalları gökyüzüne doğru uzanan güzel bir ağaçtır” diyor. “Meyvelerini her zaman alırlar” diyor Allah anlasınlar diye böyle misaller veriyor yani; biz bu yolda eğer ilerliyorsak yani nefsi tezkiye etmeye yolunda bunu kim veriyor bize makamı, derecatları; Allâhu Teâlâ, yani biz bir şeyi hak ettik de Allah mı bizim hakkımızı kastetti, asla ya da Peygamber mi ona mani olabilecek ya da Mürşit mi? İş yine ne yapıyor, bizde, bizim nefis tezkiyemizde bitiyor yani; biz bu yolda ilerleyebiliyor isek, trenin arka vagonunda olmuşuz, ön vagonunda olmuşuz fark etmiyor.

İstikamet ona bir tren hedefe doğru gidiyor yani. Çünkü Allâhu Teâlâ ayet-i kerimede de ne buyuruyordu; Tekfir Suresi 29’da; “Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”.

İnsan 30’da ise ne buyuruyor; “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”. Yani Allah sevmedikçe, biz sevemeyiz. Peygamber sevmedikçe, biz sevemeyiz. Veliler sevmedikçe biz sevemeyiz. Yani bize bu lütfedilmiş ki bu büyük bir şey; taçtır derviş olanın başına. Niceleri var bu yola giremiyor. Adam 60 yaşına, 70 yaşına, 80 yaşına gelmiş ama bir 5 vakit namazını eda edemiyor. Ezan orada bangır bangır bağırıyor. Normalde bir belediye hoparlörden birisi öldüğü zaman söyleniliyor. E ona sen riayet edipte işte eşin dostun, sen gidiyorsun onun mezarına.

Ama Allâhu Teâlâ ne yapıyor; müezzinin ağzından bangır bangır hoparlörden bağırıyor işte; “Allahu ekber, Allahu ekber. Hayyâl el felâ, hayyâl el felâ”. “Haydin kurtuluşa” diyor.

Adam gelmiş 60-70 yaşına kulak ardı ediyor. Yani bu biz eğer bunu yapmıyorsak, bu büyük bir nimettir yani. E diyor; “Benim kalbim temiz. Karnım da semiz. Benim yani şey yapmama, oruç tutmam, namaz kılmam. Onu yapmam, bunu yapmam ama benim kalbim temiz”. E ne kadar bir şey, ters düşen bir kelime. Şimdi Allâhu Teâlâ sana milyonlarca nimet vermiş, ona teşekkür etmekten, secde etmekten acizsin. Nasıl kalp temizdir, yani; bu nankörlükten başka neyi ifade ediyor ki; kuru duayla bir şey ifade olmaz ki. Allâhu Teâlâ’nın sana “Yap” dediği emirler vardır.

Yani bir köyde bir ağa var, ağanın köyünde yaşıyorsun. Diyorsun ki, “Ağa beni hiç görmüyor. Ağa bana hiç işte onu vermiyor, bunu vermiyor…” İyi de ağa sana niye versin? Yani sen ağayla tanışmamışsın, bir hizmetinde bulunmamışsın. Ondan sonra “Ağa bana niye vermiyor?” Esas soru o değil; “Ağa bana niye versin?”

Ez cümle yani Allâhu Teâlâ eğer bize kendini tanıtmışsa, buna sonsuz şükür etmek lazım. İmanlı olabildiysek bunun için de sonsuz şükür etmek lazım. Ondan sonra sağlığımız, sıhhatimiz yerindeyse bunun içinde çok şükür etmek lazım. Üstümüzdeki işte eşyadan, ne bileyim çorabından tut, gömleğine ya da senin kullanmış olduğun herhangi eşyalara kadar. Bunları da bize nimet olarak verdiğinden dolayı da şükür etmek lazım. Yani maddi, manevi tüm nimetler için Allâhu Teâlâ’ya çokça şükür etmek lazım. O’nun Habib’ine ümmet olabilme şerefine nail olabildiysek, bu da çok büyük bir nimet. Onun için de çok şükür etmek lazım.

Nuru Muhammediye. Nur-un âlâ  Nur. Nur’a gark olan o da Nurlu olur. Nurlu olur. Hace-i Kainat, Hulasa-i Mevcudat, Seyyid-ül Beşer, Sultan-ül Enbiya, Burhan-ül Esfiya, Habib-i Hüda, Ebü’l-Kasım; Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir. Rahmeten Lil Alemin. Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

https://youtu.be/IsaxsmshkJQ

NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.

#NuruMuhammediye #NurunalaNur #HaceiKainat #Hulasai Mevcudat #SeyyidülBeşer #SultanülEnbiya #BurhanülEsfiya #HabibiHüda #Ebü-Kasım#NuruMuhammediye #Nur #NurSuresi #İnsanSuresi #nefistezkiyesi #insan #kandil #zeytin

CEVAP VER

Yorumunuzu yazınız
İsminizi yazınız