Cenab-ı Allah, Kur’ân-ı Kerim’de; “Biz her şeyi kitapta açıkladık” buyuruyor. “Rahmet olarak, hidayet olarak ve müjdeleyici olarak, bunları apaçık Kur’ân’da beyan ettik” buyuruyor Rabbil Alemin. Diğer bir ayette ise; “Hak gerçek Rabbinizdendir” buyuruyor. Dileyen iman eder, dileyende inkar eder. Yani insan iman ve inkarda hürdür. Bunu zorlayıcı herhangi bir etken madde yok. Nasıl ki bir insan su içmek istiyor, gidiyor dolduruyor bardağına suyunu, içiyor. Burada kim zorluyor onu? Tamamen kendi isteği doğrultusunda. Yani susadın, su içtin. Su iç diye birisi zorlamıyor ya da içme diye de birisi zorlamıyor. İşte bu Allahu Teâlâ’da iman etme konusunda da aynı şekil.
İşte kimisi bir hata işlediği zaman, işte; “Şeytana uydum” der. Şeytan da ne demişti o zaman? “Beni azdırmana karşılık”. Halbuki emri dinlemeyen kendisi. Hataya düşen kendisi. Ama kimden biliyor? İşte bu nefis kibirlilikten. Yani; “Ben o hataya düşecek kişi değilim. Birileri beni…” zaafa yani suçlu aramak.
İşte Cenab-ı Allah da insanlara doğruyu ve yanlışı bildirmek için ne buyuruyor; “İbret almazlar mı?” diyor. Ondan sonra, “Düşünmezler mi?” diyor. “Akletmezler mi?” diyor. Yani bizi tefekkür etmeye, düşünmeye sevk ediyor. Çünkü tefekkür edersek, düşünebilirsek, fikredebilirsek o zaman ibret alacağız. Olayların iç yüzünü anlayabileceğiz. Çünkü Allah Azze ve Celle bize akıl nimeti vermiş, idrak vermiş, şuur vermiş. Yani bunları kavrayabilecek bir kapasitemiz var bizim. Yani bunlardan mesulüz biz. Onun içinde bizi tefekkür etmeye meylettiriyor.
Meyletmekten maksat ne? Manayı, özünü bulabilme ve bilme. Onun için Peygamber Efendimiz tefekkür hakkında bir anlık tefekkür, işte bir şey düşünüyorsun onu tefekkür ediyorsun; bu bir anlıktan maksat yani onu 10 dakikada düşünebilirsin, yarım saatte düşünebilirsin, bir saatte düşünebilirsin. İşte “Bir anlık tefekkür insanın,” diyor, “Bir yıllık ibadetinden hayırlıdır.”
Başka bir hadisinde ise; “Bunu 40 yıllık ibadetinden hayırlıdır” diyor. Başka bir hadiste ise; “Bin yıllık ibadetten hayırlıdır” diye buyuruyor. Çünkü her tefekkür ettiğinde işte mananın iç yüzünü anlayabildiğince adımlarını da ona göre atacaksın. Hani; “Alimin uykusu cahilin ibadetinden eftaldir” deniliyor ya. Çünkü olayın iç yüzünü yani tefekkür edip, onun olayın iç yüzünü anladıktan sonra bu şey gibi, yani bir toprak atıyorsun; kimisi bir kaşıkla atıyor, kimisi bir kürekle atıyor, kimisi el arabasıyla atıyor, kimisi el arabasıyla atıyor. Ondan biraz daha tefekkür yani neyin ne yapacağını bilip de, hareket eden kişi bu sefer o kamyondan atıyor. Daha tefekkür edip olayın iç yüzüne vakıf olan tırla kumu nakil ediyor. Yani bunun gibi özetlemek gerekirse. Çünkü tefekkür insanı işte Allah’ın azametinin, rahmetinin, kudretinin o Esma manalarını kişi kendi idrak ve şuurunda bir nebze anlayabilme, kavrayabilme. O nispette de işte insanda yakın olma derecesi olur. Arzusu olur yani, onu mıknatıs gibi çeker o.
İşte insan bir dış aleme bakar. Dış alemde neler oluyor, neler bitiyor. Allahu Teâlâ çünkü örnekler veriyor; “Biz,” diyor, “Yeryüzü kupkuruyken,” diyor, “Onları sonra,” diyor, “Yağmurla sular, tekrar yeşeltiriz” diyor, “İbret alanlar için bunlar ne güzel örnek değil mi?” diyor.
Bir çiçek tohumunda bile tohumda sadece kuru bir tohum. Ama bu içinde onun yağı var, kokusu var, rengi var. Bunu yere atıyorsunda ondan sonra bunlar meydana geliyor. Hayvanlar alemine bakacak olursak, onlar ayrı bir ibretlik alem. Ufacık bir karınca tohumları alıyor. Onları ikiye bölüyor; “Filizlenmesin” diyor. Bir de kişniş tohum var. Onu da dörde bölüyor. O da meğerse ikiye bölünse de yine onlar filiz yapabiliyormuş. O hayvana işte o bilgiyi kim nasıl kodladı? Yani ibret gözüyle baktığımız zaman onu dörde bölüyor ki filizlenmesin diye. O normalde ikiye bölünse de filizleniyor. İşte o bilgiyi kim veriyor? Diğer bir kuşa bakıyorsun, radar gibi gözleri var. Yani her hayvana bir özel bir şey yüklemiş Allahu Teâlâ. Kimisinin burnu uzun kaç kilometre ileriden kokuyu alıyor.
Yani ibret gözüyle bakacak olduktan sonra insan; dış alemde dolu. İnsanın kendi bedeni var. Yani tefekkür edilecek olduktan sonra bedeninin dışı var, bir de içi var. Bir de ondan ayrı bir de bizim iç alemimiz var. Yani duygular, hisler, insanın iç aleminde olan bir sürü haller. Bunları tefekkür ettiği zaman insan bir manaya varabiliyor. Çünkü insan değerini ancak Allah’a vasıl olabilirse, değerine değer katabiliyor. Çünkü Allahu Teâlâ ona değer verdi. Ne dedi? “Yeryüzünde halifeler yaratacağım” dedi. “Halifeler kıldım” diyor. “Önderler kıldım”. Ondan sonra ne dedi? “Ahseni sıfatta yarattım.” Ahsen yani en güzel şekilde, en mütekabil şekilde.
Ondan ayrıca ne buyurdu? “Eşrefi mahluk. Yarattıklarımın en şereflisi”. Çünkü Allahu Teâlâ, hadis-i kutsi şerifte ne diyordu; “Ben insanın sırrıyım, insanda Ben’im sırrım”. Çünkü Allahu Teâlâ’nın birçok Esmaları; kimde vakıf oluyor? İnsandan. “Kendi Suretimde yarattım” diyor. Yani insana verdiği değer, önem, bir de onu sevgi, sevgi bağı var bizim Allah’la aramızda. İşte; “Şunları, şunları, şunları yapanları…” diyor, “Ben severim” diyor.
Şimdi insan, bunu yani dünyadan örneklemek gerekirse; insan bir sanatçıyı seviyor. Falanca yerde kaç kilometre oraya gidiyor. Sırf onu dinleyeyim diye, ona yakınlık kurayım diye. Hayranlık duymuş çünkü ona. Ya da bir sevdiği bir futbol takımının maçı var. Buradan gidiyor ne bileyim dünyanın öbür ucuna, sırf o takımın işte oynadığı maçı görsün, ona hayranlığını yani sevgisini belirsin. Yani bunu yaptıran ne? Nefsani duyguları. Halbuki idrak etse, yani tefekkür etse o sanatçının da sahibi Allahu Teâlâ. Neye hayranlık duyduysa, neyi özlediyse ya da neye gıpta ediyorsa, hepsinin sahibi kim; Allahu Teâlâ. Esas özüne ulaşması lazım. Onlar kırıntı. Esas öz varken, esas baş olan şeye varmak varken, o insan kırıntılara müptela oluyor.
İşte Allahu Teâlâ insana akıl vermiş ve bu akıl nimetini de eğer kişi kullanmazsa, “Akletmezseniz,” diyor, “Pislik yağdırırım” diyor. İşte insan kendi kendini körlüğe körlüğe, pisle körlüğe körlüğe pislik üstüne pislik, pislik üstüne pislik.
Bu sefer Yaratıcısını da tanımıyor. Ne diyor? “Ben”, diyor “Ateistim” diyor. Ateist ne demek? Diyor; Yani Allah’ı yok sayıyor. “Allah benim için yok” diyor. “Eee,” diyorum, “İspatla bakalım o zaman Allah yok” diyorsun. Şimdi her iddia makamı, iddia ettiği şeyi ispatlamakla mükelleftir. Halbuki yokun tam karşılığı var. Her şey de zıttı ile kaim. Şimdi mesela siyah var. Siyahı sen nasıl siyah var, siyah sen nasıl şey olduğunu belirteceğim, ufacık bir nokta beyaz göstermen lazım, bir siyah olduğunu ispat edebilirsin ya da beyaz içinde aynı şey.
Şimdi bir mahkemede bir hırsız var. Bir de; “Hırsızlık yapmadım” diyen bir kişi var, işte tam zıt kavram. Biri; “Hırsızlık yaptım” diyor, birisi de “Yapmadım” diyor, ikisi de tam zıttına delil getirmesi lazım yani; ikisi de birbirine muhtaç. İşte batın, zahir aynı işte yoklukla varlık Cenab-ı Allah; “Ben her şeyi yoktan var ettim” buyuruyor ya, Bir olan her zaman 1’dir, 2, 3, 4, 5 yanına bir sürü 0’da getirebilir, bu 1 olmadıktan sonra, ondan hiçbir ehemmiyet yok ki 1’in bölünmüş halleri yani. Allah Teâlâ; Tek, işte bölünmüş halleri Esma sıfatları; Ehadiyet, Vahdaniyet yani ateistin düştüğü komik durum; “Ben varım,” diyor, “Allah yok!” E senin varlık dediğin şey başlangıcı yokluktan gelme. “Ben varım” dediğin şeyin delili, ispatı yokluk. Sen nasıl varlığını ispat edeceksin? Esas var olan oydu. Hiçbir şey yoktu. İşte batından zahire dönüştürdü ki bir idrak şuurla onu kavrayabildi insanlar.
“Biz her şeyi çift yarattık” diyor Rabbil Alemin. Her şey zıttıyla kaim.
Yunus Emre’nin bir dizelerinde de ne diyordu?
Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir.
Varıp onun üstünde evler kurasım gelir.
Altında gayya vardır, içi narla doludur.
Biraz benim bu arada gölgelenesim gelir
diyor. Dizelerin alt kısmında da:
Ey Yunus bu lafları eğri büğrü söyleme.
Sonra seni sınava çeken Molla Kazım gelir
diyor. Yani mecaz yapmış. Mecaz olarak anlatıyor orada. Yoksa Sırat Köprüsü diye bir hadiste ya da Kur’ân’da bahsi geçiyor. Sırat-ı Mustakim yolu var. Sırat-ı Mustakim’den dem vurmak istiyor orada da. “Kılıçtan keskincedir” dediği de işte Allah’ın emir ve nehillerini eğer tam manasıyla yapmayıp, idrak edemeyip yapamazsak “Kıldan ince kılıçtan keskincedir” diyor. Yani mecazi olarak anlatmaya çalışmış. Yani ip ince bir çizgi, kıl gibi ince. Bir tarafı maneviyat, bir tarafı batıl olanlar. Kıl kadar saparsan ya sağa sarpacaksın ya sola. Kıl kadar saparsan kılıç gibi keser onu yani. “Günah tarafına düşersin” demek istiyor.
Yoksa ne diyor? “Evler kurasın gelir.” Yoksa eğer doğru yapıyorsan geniş geniş, rahat rahat sırat-ı müstakim yolunda ilerleyebilirsin. Yoksa işte kişiye ne diyorlar? “Kurban kesersen işte, Sırat’ın üstünden kuzunun üstüne binip gidecekmişsin”. İyi de adam namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, zikir yok, fikir yok. Bir kuzu kesecek, Sırat’ın üstünden
jet gibi geçecek. Sanki orası şeydi, sirk, cambaz yeri. O daldan, dala atlayan maymun olsa iğne geçemez oradan. Ama adam tefekkür edip, idrak edememiş ki kurbanın anlamı nedir.
Hazreti İbrahim (a.s)’a İsmail’e bedel olarak geldi. İsmail’i Allah için adayacaktı. Yani ne diyor Allahu Teâlâ? “ Kurbanların ne kanları ne de etleri Allah’a ulaşır” diyor. Sizin takvanız yani senin sadıklığın o yolda.
Bundan 20 yıl evvel adama maneviyattan bahsediyordum ben. Hanımı geldi. “Aa..” dedi, “Sakın,” dedi, “Ona öyle şeylerden bahsetme” dedi. “Benim çocuğum üniversitede okuyor,” dedi, “Sonra o tarikata gelirse yani mimlenir. Sonra yani benim kızım güzel bir yerlere gelemez”.
“He tamam” dedim. Sonra o işte kızı okudu bitirdi okulu. 5-6 ay çalıştı. Ondan sonra birisini buldu evlendi. Şimdi 4 çocuklu ev hanımı üniversite mezunu.
Başka birisine soruyorum; “Oğlan ne yapıyor?”.
Diyor; “O gece,” diyor, “Çok çalıştı,” diyor, “Dersini. Yarın imtihanı var” diyor. “Ondan uyudu” diyor. “Şimdi rahatsız etmeyelim onu”. “E aman,” diyor, “Benim oğlumun uykusu bozulmasın. Çünkü yarın o sınava girecek.” Sabah namazı yok tabii. Çünkü sınava girecek ya.
Peygamber Efendimiz de buyuruyor; “Sabah namazın iki rekatı” diyor, “Güneşin doğduğu ve battığı yerden her şeyden daha önemli, kıymetlidir” diyor. Şimdi insanın kıymet verdiği şeye bak. Yani kıymetsiz olana, kıymetli olanın değişiyor.
“Eşim, sen bırak evladını Allah yolunda kurban etmeyi, sen uykusunu kurban edemedin ki, ondan sonra kuzunun üstüne bineceksin, Sırat’tan geçeceksin”. Geçirecek sözüm ona. İnsan tefekkür etmeyince, düşünmeyince böyle bir yol çıkıyor insana.
Yunus Emre’nin bu tefekkür anlamında bir şiirinde de öyle diyor:
“Münafıklar anlamasın diye, bunları böyle” diyor, “Eğri büğrü söyledim.” O dizelerin
başlığı da şeydir:
“Erik dalana anda,” diyor, “Üzüm yedim. O anda,” diyor “Bostancı geldi. Bostan sahibi. Niye yedim benim kozlarımı.” Yani cevizlerimi. İşte ona herkes kendi tefekkürünce ya da aklının idrakınca mana getiriyor onlara.
Şimdi nedir, eriği; şeriat olarak şey yapıyorlar. Üzümü; tarikat ya da başka bir manada ise namaza durdun sen. Namazdayken namazını da icra etmiyorsun. “Üzüm yedim” diyor. Aklına başka hayırlı şeyler geliyor. Ama namazdaki surelere tam kendini adapte etmiyorsun. O da öyle bir anlam çıkıyor. Yani insanın tefekkürünü anlayabildiğine göre ona yorum getiriyor. İşte bostan sahibi de insanın iç alemindeki kendini doğruya yönlendiren, gönlü yani eğriyi doğruyu bilen, ikinci mana olarak mürşidi söyleniyor. Diğer bir şeyde Peygamber Efendimizi, diğer şeyde Allahu Teâlâ’yı bostan sahibi olarak.
Esasında hepsinde mana olarak, insanın kendisi de şey olsa sahibi; yine Allah. Mürşit de olsa ona bildiren, öğreten yine Allahu Teâlâ. Peygamber Efendimizinde aynı şekilde. Yani bostan sahibi hepsi Allah’a varıyor yani. İşte cevizi de ne olarak adlandırılıyor? Cevizin dış kabuğu; şeriat. İçindeki zar; tarikat. İçindeki madde olan cevizde; hakikat. İşte ondaki de öz. Nedir o? Sen yedikten sonra senin beyinine gidiyor, işte yağı başka yere gidiyor, diğer organlarına gidiyor. Yani öz dağılıyor orada. İçindeki özde; marifet, o cevizin içindeki öyle de adlandırılıyor. Yani bir sürü bunlara mana, herkes aklının yettiği kadarıyla mana getirebiliyor. Ama “Münafıklar” diyor, “Anlamasın diye. Böyle söyledim.” İçinde işte öküzden bahsediyor, iplikçiden bahsediyor, köstebekten bahsediyor. Hepsinin manaları değişik değişik yani. Aklına vurduğun zaman, tefekkür ettiğin zaman.
İşte adamın biri Kur’ân’daki mastar eklerinden dolayı bal yapan arının dişi olduğu. Ondan sonra karıncanın da, işte Süleyman’la konuşan karıncanın da dişi olduğunu öğrenmiş. İşte hocaya soruyor. “Hocam”, diyor, “İşte” diyor, “Süleyman’la konuşan karınca erkek miydi, dişi miydi?” İyi de sen oradaki manayı anlayamamışsın. Onun erkek olsan olur, dişi olsan olur yani. Allahu Teâlâ sana onu mu soracak? Ya da sen o hikayeden onu mu anlıyorsun? Yani bilgi var, bilgiyle caka satacak. Allahu Teâlâ onu göstermiyor ki orada.
İşte Mevlana’nın Mesnevi’sinde işte; “Müstehcen şeyler varmış” diyor. Sen oradan müstehcenliğe bakıp, hikayenin ne anlatmak isteyen, manayı anlayamıyorsan, sen tefekkür ehli değilsin. Yani kör gözden bakıyorsun olaya işte.
Adam annesini vurmuş öldürmüş Zina ederken işte sormuş, “Neye Adamı öldürmedin de anneni öldürdün?
“Adamı öldürsem” demiş adam.
“Annem eğer yine meyilliyse bu olaya, ertesi gün yine bir daha gün başka gün Yani her gün insanları günaha teşvik edecek diye, ben bir seferde onu öldürdüm ki diğerlere günaha teşvik olmasın” diye. Adam oradan o müstehcenliği soruyor.
Halbuki sen ona bakacak olursan Peygamber Efendimiz de; “İçki ve kumar günahların anasıdır” diyor. ‘Ana’ neden dolayı? Doğurganlıktan dolayı. Çünkü adam içki içtiği zaman aklı zaten malik değil. Diğer kötü yollara günahlara da düşebilir. Çünkü akıl yerinde değil. Kumarı da öyle. Adam kumar oynuyor. Kaybettik sıra bu sefer borca giriyor. Ee hırsızlık da yapabilir. Birisini gaspda edebilir. Yani doğurganlık üretiyor. Yani günah doğurganlığı. Aynı içkide de aynı şekil. Anasından yani bahsetmesi “Anasıdır” demesi, doğurganlıktan dolayı. İşte insan tefekkür etmeyince, düşünmeyince, fikir
etmeyince ne oluyor; şeytanın maskarası oluyor.
Allah Azimüşşân Kur’ân-ı Kerim’de nasıl sesleniyor? “Ey insanlar, ey iman edenler, el akıl sahipleri, ibret almaz mısınız, akletmez misiniz?”
Yani bizi uyarıyor. “Biz ayetlerimizi anlayasınız diye apaçık beyan ettik” buyuruyor. İşte ilk ayetlerde söylediğimiz gibi, dileyen iman eder, dileyen inkar eder.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Hzİbrahim #tefekkür #idrak #şuur #mana #fikir #sıratımüstakim #insan #ahsen#tarikat #hakikat #marifet #Ehadiyet #vahdaniyet #batın #zahir #İslam #YunusEmre #kemalat #takva #güzelahlak #ibadet #zikir #nefs