NAMAZ – NEMRUD VE HACCÂC-I ZÂLİM’İN İBRETLİK SONLARI – İNSANLIĞIN KODU

0
134

Allahu Azîmüşşân, Arşı yarattığında meleklere onu taşımasını söyledi ve meleklere onu taşımak onlara ağır geldi. Allahu Teâlâ’ya o zaman tesbih ve niyazda bulundular.
Subhaneke Allâhümme ve bihamdik; Allah’ım seni her türlü eksik sıfatlardan tesbih ve tenzih ederiz ve hamd Sanadır. Ve tebârekesmük; Senin ismin mübarektir.
Ve teâlâ ceddük; Senin şanın yücedir, azametlidir. Ve lâ ilâhe ğayruk; Senden başka ilah yoktur” dedikten sonra Allahu Teâlâ’yı zikrettiler, tespih ettiler ve dua ettiler. Ondan sonra Arşın yükü onlara hafif geldi. Yani taşıyabilirler.

İşte biz de ilk namaza başlarken ilk Subhaneke duasıyla başlıyoruz. Yani Allahu Teâlâ’dan o sorumluluğun yükünü alması için Allahu Teâlâ’dan yardım istiyoruz. Hem zikrediyoruz hem tespih ediyoruz hem dua ediyoruz yani. O namaz sorumluluğun ağırlığını kaldırabilmek için ilk Tekbir ile “Allahu Ekber” diyoruz. Ellerimizi arkaya doğru atıyoruz. Bu da nedir? Masivayı, dünyayı arkama attım. Yönümü de şimdi Sana
çevirdim. Sana yöneldim demek. Yani Allah-u Ekber’deki elleri arkaya atma şekli. Bir de her rekatta Fatiha’yı okuyoruz. Fatiha da aynı. Hem Allah’ı ilk ayetlerde zikretmek, tespih etmek ondan sonra da hem dua hem niyazdır. Çünkü namaz her iman edene nedir? Farzdır. İslam’ın birinci şartı neydi? Kelime-i Tevhid. Ondan sonra namaz geliyor. Farz zorla demek değildir. Yani mecburi yön, istikamet.

Hani bir ana yola gideceğiz, bir mecburi yön vardır. O sapağa sapmamız lazım ki ana yola çıkabilelim. İşte Allahu Teâlâ’ya da vuslat bulabilmek için, insan-ı kamil olabilmek için, güzel ahlaklı olabilmek için mecburi yöndür yani. Yani “Ben iman ettim, Müslümanım” diyen her kişinin üzerine borçtur bu. Borçtan niyet, kasıt yani mecburi yön. Bu yöne varmazsan o ana yola çıkamazsın.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Namazı olmayanın dini yoktur” diyor.
Namaz için “Bir çadırın orta direği gibidir” diyor. Orta direk olmadan çadır ayakta durur mu? Durmaz. Yani iman ayakta durur mu, durmaz. Allahu Teâlâ’nın bizim namazımıza ihtiyacı yok. Bizim namaza ihtiyacımız var.

Çünkü Allahu Teâlâ’nın Arşında öyle melekler var ki sayısını, adedini Allah bilir. Sadece onlar kıyamda duruyor. Kıyamdaki işte kıraatı okuyorlar. Kimileri var sadece “Allahu Ekber” diyor Tekbir alıyor. Kimileri var sadece rükuda ve bir takım melekler daha var. Onlar da secdede. Yine bir takım melekler daha var. Onlar da tayyihatta, oturmuş halde hep Allah’ı tesbihde niyazdalar yani bunlar.

Bunların sevabını da Allahu Teâlâ,  Peygamber Efendimize öyle diyor; “Senin ümmetinin üzerine bağışlıyorum” diyor. Yani mükafat getirisi o kadar büyük. Bir de Allahu Teâlâ ilk namazı emrettiğinde 50 vakitti bu. İşte Hazreti Musa’ya söyleyerekten “Onu senin ümmetin bunu beceremez” dedi. İşte 5 vakite düşürdü. Allahu Teâlâ; “O 50 vakit namazın da ecirini,” dedi. “5 vakite verdim” dedi. Yani; “5 vakit kıldığın zaman 50 vakit eciri olarak yazacağım” diye buyurdu. Yani büyük mükafatlarla Allahu Teâlâ bunu müjdeledi bizlere. Tabi sadece namazı kıldık mümin olan kişinin işi bitmiyor.

Yunus Emre’nin dizilerinde ne diyordu:

“Sanma zahid biter işin savm-u sâlât-u hac ile, insanı kamil olmaya lazım olan irfan
imiş”.

İşte irfan mektepleri de bu tarikatlardır. Bir kişi namaz kılıyorsa, kalp kırıyorsa bu fayda getirisi fazla büyük olmuyor. Esas işte bu ibadatlar insanı güzel ahlakını tamamlamak için yani kötü olan amellerden elini çektirmek içindir esas. Ama bu fayda vermiyorsa kişiye işte onda da nedir? İhlas ve samimiyet yoktur.

Yoksa Allahu Teâlâ ayeti kerimede öyle diyor; “Namaz insanı korur” diyor.

Resulullah (s.a.v) Efendimiz zamanında Ashabtan bir kadından bahsettiler. İşte dediler, “Bir kadın var. Bu çok fazla namaz kılıyor geceleri. Zikir ediyor, tesbih ediyor. Gündüzleri bazen oruç da tutuyor. Yani ibadat-ı taatında ama kalp kırıcı. İnsanları
inciltecek kelimeler kullanıyor. Yani kalp kırıcı.” Peygamber Efendimiz; “O ehl-i nardır” dedi. Yani “Cehennem ehlidir” dedi. Eğer öyle yapıyorsa yani o kadar ibadet-i taatta kendini güzel ahlak sahibi yapamamış. Güzel ahlak sahibi olabilmek için bu ibadat-i taatlar.

Yunus Emre de öyle diyordu:

“Var sen git bin hacca, eğer bir gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil.”

Yani yaptığımız ibadetler kalp Ankarasına işlesin ki bu vücut azalarına tesir etsin. Yani diğer şehirlere nasıl tesir ediyor başkentteki alınan kararlar. Yoksa kişi şimdi namaz kılıyor da zekat vermiyorsa eksiktir. O namazda eksik. Şimdi bu günümüzde de öyle. Ramazan günü insan oruç tutuyor, namaz kılmıyor. Teravihe gidiyor. Gündüz namaz kılmıyor. Diğer beş vakti. Ya da Ramazan boyunca oruç tutuyor, namaz kılıyor. Oruç ayı geçtikten sonra hepsini bırakıyor. Yani herkes kendi kafasına göre bir din icat etmiş. Nefsin icadı tabi bunlar. Nefis çünkü işine geleni yapıyor. İşine gelmeyeni yapmıyor. Kimisi kılıyor. Sonra bırakıyor. İnsanlara nasihatta etsen bazen insanların nefsi ağır bastığı için bu nasihatlerden da biraz etkileniyor sonra yine vazgeçiyor.

İşte ne denilmiştir? “Bir musibet bin nasihatten eftaldir”. İşte Allahu Teâlâ da ayet-i kerimesinde diyor; “Biz onları senede birkaç defa deneriz. Hala akıllanmayacaklar mı?
Yani yönlerini çevirmeyecekler mi Allah’a doğru?” İşte Allahu Teâlâ, mesela; Nuh tufanı gibi genel bir afet vermiyor. Ne yapıyor? Bölgesel, bölgesel veriyor. Mesela kimi yere sel veriyor, kimi yere deprem veriyor, kimi yere kasırga veriyor. Öbür verilmeyen yerlerdekilerde bunlardan ibret alması lazım. Yani yekten bizi yok etmiyor ki ibret alalım. Yani bu olaylardan ibret almazsak eğer sonra biz de ibretlik olabiliriz.

Allahu Teâlâ, çünkü; “Hala ibret almazlar mı?” diyor, onlar eski kavimlerden bahsediyor. “Kimini,” diyor, “Bir çığlıkla onları kurumuş hurma kütükleri gibi yaptı. Hepsi yere serildi gitti”. Yani Allahu Teâlâ insanları yok etmek için ordular göndermesine gerek yok. Nemrud’u ne yaptı? Bir sinek ordusuyla yendi. Askerler nasıl sinekle savaşacak? Ya da düne kadar neydi? Bir mikropla Allahu Teâlâ bak insanları nizama çekti. Tabi ayık olan ayıklandı. Yani bu olaydan ibret alan ne yaptı, yönünü değiştirdi. Yani gözle görünmeyen bir mikropla bile Allahu Teâlâ ne yapıyor, seni hizaya çekebiliyor. Bir virüsle Allahu Teâlâ ne yaptı, herkes evlere tıkandı. Sonra bir deprem yaptı, ne oldu herkes evlerden dışarı çıktı. İşte Allahu Teâlâ bize Kendini hatırlatıyor. Yani “Bu dünyanın gelip geçici olduğunu bir ahiret hayatı var ve buraya karşı kendinizi hazırlayın” diyor.

İşte zamanında da bir Haccâc-ı Zâlim vardı. Bu ne zaman Emevi döneminde, Basra, Irak tarafına, Küfe tarafına vali atandı bu emir olarak. Oraya gittiğinde tabii herkesi yıktı geçirdi, kılıçtan geçirdi. İşte hiziblikler vardı orada. O da emirlere yani devlete asi olanlarına kılıçtan geçiriyordu. Diyordu ki onlara; “Siz olun Ashab gibi, ben de size olayım İbn-i Ömer Hattab gibi”. Çok insanları katletti o. Hatta insan kellelerinden tepe yapıyordu.

Bir gün annesine onu şikayet ettiler. O da, “Oğlum” dedi, Bu kadar zalimlik niye yapıyorsun?”

“Beni,” dedi, “Şikayet mi ettiler?”

“Yok ama,”  dedi, “Senin yaptığın bu zalimlik. Ayyuka çıktı yani. Ben duydum.”

“Gel anne o zaman!” diyor, “Sana göstereyim neden bunu yaptığımı”.
Sarayın önünden normal bir vatandaş geçiyor. Askerine emrediyor, “Çağır onu gelsin” diyor. Çağırıyor, onun yanına getirtiyor. İşte ona iyi davranıyor.

Önce; “Sen” diyor “Ne iş yaparsın?”

“İşte efendim, ben zeytinciyim.”

“Anlat bakalım diyor bu nasıl yetişir? Nasıl olur?”

İşte başlıyor adam zeytinin ilk yetişme vaktinden, en son haline olacak olan her şeyini anlatıyor. İşte siyah zeytinden şu olur, yeşilden şu olur. İşte şu mevsimde çıkar. A’dan Z’ye hepsini anlatıyor.

“Tamam,” diyor, “Ne güzel” diyor. “Tebrik ederim” diyor. “Zanaatında işinde bayağı başarılısın yani. hakkını vermişsin. E diyor şimdi İslam’ın şartlarından, farzlardan abdesten bahset.”

“Onu bilmem, bunu bilmem. İşte beni okutmadılar.”

“Peki,” diyor, “Bana o zaman dünya hayatından, ahiret hayatının misalini
ver yani” diyor.

“Onun kıyası mı olur?” diyor; “Dünya hayatı,” diyor, “Bir kaç dakikalık, Allah’ın zamanına göre 4-5 dakikalık yaşıyoruz. Yani dünya hayatının, ahiret ebedi hayatının yanında lafı mı olur?” diyor.

“Ee be gafil” diyor, “Sen kendi kendine söylüyorsun bu 3-4 dakikalık, yani geçici dünya için,” diyor, “Bu kadar ilmi öğrenmişsin. Dünya geçimini sağlamak için, menfaatin için. Zeytincilerin okulu mu var?” diyor.
“Onu okumadan öğrendin bildin. Dini bilgi, öbür ahirette sana yardımcı olacak şeyleri. Senin faydana, menfaatine olan şeylerin hiçbirini öğrenemedin. Kem-küm ettin” diyor.

Ondan sonra, “Vurun,” diyor, “Bunun kelleyi.” Annesine de; “Anladın mı beni anne?” diyor.

O kadar insanı kırmış geçirmiş despot bir yönetim şekli emiri. Hatta bugün bir dereye düşüyor bu Haccâc-ı Zâlim. Oradan geçen bir kişi hemen kolunu uzatıyor, onu kurtarıyor. Diyor; “Beni niye kurtardın? Ben sizi o kadar kırdım geçirdim”.

Adam, “Ben” diyor, “Hadis-i şerif öğrendim. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Müslüman bir kişi derede boğulursa yani suda boğularak ölürse şehit hükmüne girer’ diye. Sen şehit olarak gitmeyesin diye, seni kurtardım” diyor. Çünkü şehit hükmüne giderse, cennete girecek bu zalimliklerin hesabını versin diye adam onu kurtarıyor. Yani o hükümle gitmesin diye. Ama alimlere de önem veriyor, alimi el üstünde tutuyor bu Haccâc.

Hatta bir çocuk 12-13 yaşlarında onu görüyor, sorular soruyor çocuğa işte İslamla ilgili. Çocuk hepsini tak tak tak cevap veriyor, işte İslam ile ilgili olan sorulara.
Çok beğeniyor. “Seni bu kadar güzel eğitmişler” diyor. “Babanı çağıralım da,” diyor “Onu tebrik edelim.” Babasını çağırıyorlar, babasına soruyor. Babası kem-küm hiçbir şey bildiği yok. Adam çiftçi. Ee tabi öyle yapınca hemen askerlerine emir veriyor. Kelleyi uçutturacak ya çocuk üzülmesin diye. Kaş göz işareti yapıyor. “Zaten,” diyor “Çocuğu gönderdikten sonra bunun kelleyi götürürüz.”

Çocuk çakıyor manzarayı. “Efendim” diyor, “Sizi” diyor, “Bir yere götüreceğim. İlla,” diyor “Oraya gelin. Orada da size bazı bilgiler vereceğim.”

Merak ediyor tabii. “Nereye götüreceksin bakalım bizi?” Götürüyor mezarlığa.

“Efendim,” diyor, “Eğer bir ceza verecekseniz, burada benim babamın babası
yatıyor” diyor. “Ona ceza verin.”

“Neden evladım?” diyor.

“Ee babam cahil bir adamdı. Çiftçilik yapıyor. Dişinden tırnağından arttırdı. Bana bilmiyordu, öğretmedi. Ama beni alime gönderdi. O dişinden tırnağından arttırdığından beni yetiştirdi yani İslam’ı konuda. Onun için babam, benim kurtulmama vesile oldu. Ama bunun babası,” diyor “Bana yaptığı gibi yapmamış.
Yani babamı bir alime ya da biliyor öğretmemiş, bilmediği halde bir alime de göndermiş. Esas suçlu benim dedemdir yani. Eğer ceza verecekseniz babama değil, dedeme verin”.

Çocuk öyle deyince, babasını affediyor artık. Yani kıssadan hisse insanlar yoldan çıktığı zaman Allahu Teâlâ onlara çeki düzen vermesi için bir elim azap gönderiyor. Ama bu kefereyle olur. Ama kendi içimizden çıkan bir insan da olur. Çünkü o Haccâc-ı Zâlim de Müslümandı yani sonuç olarak. Ya da değişik şeylerle işte depremle, selle, felaketlerle de insanları uyarıyor.

Yani Allahu Teâlâ’nın onda bile rahmeti var. Yoksa insanlar dolu dizgin nereye gidecek? Ahiretliğini kaybedecek yani. Cehenneme dolu dizgin gidilecek. İşte Allahu Teâlâ’nın bu uyarmalarından ne yapıyor? Kimisi uyanıyor, kimisi uyanmıyor.

İşte nefsine ram olan kişiler ne oldu? Deprem oldu. Oradan bir ibret alacağına gidiyorda, oraya gelen mallardan çalıyor. Kimisi evlere dalıyor. Yani bundan bir ibret alması lazım insanın. Amma velakin işte uyanan uyanıyor. Uyanmayan uyanmıyor. Çünkü burası imtihan yeri. İşte bu imtihan neye göre? Bizim nefsimizin afetleri. Yani zaafları var. Bu zaafları yenebilene. Yenebilsek yani imtihanı geçmiş olacağız. Ki bu zaaflar da Adem (a.s) kodlarında, genlerinde var. Hani şeytan onu nasıl kandırdı? İlk önce yemin etti. Yani bizim zaaflarımızın arasında inanmak, kandırılmakta var.

Ondan sonra ilk önce işte; “Melek olmayasınız diye ve ebedi hayata ulaşamayasınız diye bu ağaçtan yememenizi emretti” diyor.

Ve başka bir ayette ise;” Onda da hem ebediyete ulaşamayasınız diye hem de büyük bir saltanata ulaşamayasınız diye”.

Halbuki Adem (a.s) da, Havva Validemiz’e daha ölümü tatmamışlar. Yani ölümün ne olduğunu bile bilmiyorlar. Ama o ölümden korkuttu onları. İşte şimdiki bizim insanların çoğu avamda ne var; ölüm korkusu. Daha fazla yaşama hırsı. Ondan sonra saltanat. Dünyevi konuda herkes ne yapıyor? Mal üstüne mal yığayım, o var bu da olsun. İşte bunlar genlerden. Ta Adem (a.s) ve Havva Validemizin kodlarından geliyor yani bize bu dünya hırsı tamahı.

Hatta Allahu Teâlâ işte ondan sonra yeryüzüne düşman olarak indirdikten sonra Adem (a.s)’a yeryüzünden nasıl ekip biçecek onları öğretti Allahu Teâlâ Cebrail vasıtasıyla. İşte şöyle ekicek böyle biçecek diye. O da bir sapan aldı. Öküze bağladı onu sürüyor. İşte ekin ekicek. Sapanla habere gidiyor. Yani bir sınır daha belirlemedi. Geri dönecek ki işte gidecek gelecek tarlanın sınırını belirleyecek. Habere gidiyor.

Allahu Teâlâ Cebrail (a.s)’a dedi; “Söyle yoksa öküzü çatlatacak” dedi.
Bir sınır koysun yani. Oraya belirli bir bölgeyi sürdürsün.

Cebrail (a.s) indi onun karşısına. Dedi; “Tamam” dedi, “Sana bu kadar yer yeter, sen ne yapıyorsun?” dedi. “Dünyayı mı süreceksin?”

Ondan sonra önüne koca bir kaya koydu. O da diyordu, işte birazcık daha gitsen
ne olur diye. Onunla Cebrail (a.s)’la itişir kakışırken bir yandanda ayağıylada kayayı ittiriyormuş. Bir karış daha toprağım fazla olsun diye. Hani bugünkü ülkeler arasında toprak kavgası ya da bahçe kavgası, arsa kavgası işte o genlerden geliyor yani; Adem (a.s)’ın. Yani bizim nefsimizin zaafıda oradan. Çünkü imtihanın sırrı o. İşte insanları ayıplamak yerine, ibret almak lazım.

Çünkü Peygamber (s.a.v) Efendimiz öyle diyor;  “Kim ki bir mümin kardeşini ayıplar da onu dünyada yaşamadan” diyor, “Ahirete gitmez”. Vefat etmez yani. İbret almak lazım. Yani halimize şükür etmek lazım.

Mesela dışarıdaki içki içiyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor demekten ziyade. Çünkü Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin önüne bir sarhoş çıktı. Ona sordu üç defa; “Kadir midir? Kadir midir? Kadir midir?” diye.

O da üçüne “Kadirdir, kadirdir, kadir” dedi.

Onu anlamadılar tabi yanındaki dervişleri, sonradan
sordular. Hatta üçüncü de ağlıyor. “İlk önce diyor bana sordu Allah” diyor, “Beni affetmeye ‘Kadir mi’?”

“Evet dedim, Kadirdir.”

Sonra; “Peki,” diyor, “Beni senin yerine koymaya Kadir mi?”

“Evet, Kadirdir dedim” diyor.

Sonra “Peki, seni” dedi, “Benim yerime koymaya Kadir midir?”
“Evet ona da Kadir dedim”. Ondan sonra Allah’a secde ediyor işte kapanıyor, ağlıyor, Yani yaptığı ibadat-ı taattan dolayı nefsine bir kibirlilik gelmesin. Çünkü şeytanda neden dolayı düşkünlerden oldu? Yani bertaraf olanlardan, kibirden dolayı. Yoksa şeytanın ne haddine yani Allahu Teâlâ’ya; “Beni azdırmana karşılık bana müddet ver” diyor. İşte bu işler yani mukadderatta yazılmış, çizilmiş. Bunlar olacak. Zalim olan zalimliğini yapacak. Fasık olan fasıklığını, mümin olan da imanı gereği üzerine yaşantısını sürecek.

“İşte deme ‘Şu niçin şöyle?’

Bak sonuna sabr eyle,

Yerincedir ol öyle;

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler”, İbrahim Hakkı Hz.

Yani her şey tecelliyat-ı ilahiyede devran ediyor. İşte bazı densizler soruyor işte; “Allahu Teâlâ niye Filistin’dekilere yardım etmiyor, niye Doğu Türkistan’dakilere yardım etmiyor, zalimleri niye kırıp geçirmiyor?”

Allahu Teâlâ öyle bir şey yapacak olsa, ilk önce insanın kendine sorması lazım. Çünkü insanın bizim hiçbir hatamız yok mu, hiçbir günahımız yok mu? Allahu Teâlâ öyle bir müdahalede bulunacak olsa o zaman yeryüzünde hiçbir insan kalmaması lazım. Yani bu az zalimlik yaptı, bu çok zalimlik yaptı. Ona göre mi yani muamele edecek? Halbuki insan kendini ilk önce sorumlu tutması lazım. Yani ben bu kadar günah işledim Allahu Teâlâ bak bana mühlet veriyor. Allahu Teâlâ mühlet verir ama ihmal de etmez yani.

NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.

#namaz #Nemrud #Nemrut #HaccacıZalim #insanınkodu #fıtrat #Ademas #Adem

CEVAP VER

Yorumunuzu yazınız
İsminizi yazınız