Muhabbetten hasıl oldu Muhammed (s.a.v), Muhammed (s.a.v)’siz muhabbetten ne hasıl! Bir insanın sevgi ve muhabbeti neye daha fazla varsa ilgi ve alakası, yakınlığı da o nispette derecatı vardır. Onun için Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Kişi sevdiğiyle beraberdir” diyor. Onun için kişi neyi sevdiklerine bakmalı, yani; en üst seviyede hangi sevgisi var?
Allâhu Teâlâ ayetinde; “De ki onlar Allah’ı seviyorlarsa, bana uyun ki Allah da onları sevsin ve günahlarını bağışlasın, af ve mağfiret etsin, çünkü Allah en çok af ve mağfiret edendir” diyor ayet-i kerimede. Allah’ın yani sevgisi de, Allâhu Teâlâ’nın dediklerine uymakla, ona tabi olunuyor sevgisine, bunları Kur’ân-ı Kerim’de belirtmiş, işte ne diyor Allah’a, “Allah adaletli olanları sever” diyor, “Sabredenleri sever, temizlenenleri sever”, başka ne diyordu, “Muttaki olanları sever” diyor, “Takva sahibi olanları, yani; iyilik yapanları, güzel davranan. Muttaki olanları sever” diyor. Takva sahibi olanları. Yani iyilik yapanları, güzel davrananları. “Mümin olanları da sever” diyor. Hatta “Onların dostlarıdır” buyuruyor. “Tövbe edenleri de sever” diyor Rabbül Alemin. İşte bu zümrenin içine bizimde girmemiz lazım.
Yani bugün her Müslümana sorsan, “Allah’ı seviyor musun?” diye, herkes “Seviyorum” der. Ama Allâhu Teâlâ’nında işte sevecek olduğu kişileri Peygamber Efendimiz belirtiyor, “Allah için en iyi, güzel yapılan amel; Allah için sevmek, Allah için sevmemek ya da buğuz etmek, nefret etmek.” İşte Allâhu Teâlâ bu kişileri seviyorsa, bizim de sevmemiz lazım. İlk başta zaten Peygamber Efendimiz (s.a.v), ondan sonra gelen nedir; Ehli Beyt’tir, Peygamberdir, Ashab-ı Kiram Efendilerimiz, Allah’ın sevdiği dostları. Yani bunları biz de sevmek mecburiyetindeyiz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) hadis-i şerifinde öyle buyuruyor. Diyor ki; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam manasıyla iman etmiş sayılmazsınız” diyor. “Onun için bu aranızdaki sevgi, muhabbeti, bağlantıyı kurabilmek için aranızda” diyor, “Selamı yayın”. Esas sevginin kaynağı nedir? Allah Azze ve Celle. Ya Vedüd. Ondan sonra ne diyor, ayet-i kerimede, “Yuhubbullah”; Allah’ın sevgisi. “La yuhubbullah”; Allah’ın sevmediği. Dünyadaki olan diğer sevgilerse işte onlar esas aşkı, sevgiyi bulmak için onlar kırıntıları, örnekleri, misalleridir yani.
Bir köylü, bir Şeyhe vardıydı (Mürşide). Ondan ders almak için işte o, ona sordu, “Evladım, senin dünyada herhangi bir şeye karşı sevgin var mı?”
O da tabii zannetti ki yani “Allah’tan başka şeyleri seversem, bana ders vermez” diye düşünüyor; “Yok efendim” dedi. “Benim” dedi, “Dünyalık olarak hiçbir sevgim yok. Hiçbir şey yani muhabbetim yok.”
O dedi; “Oğlum, sana o zaman nasıl ders vereceğiz, düşün bakalım” dedi.
Aradan biraz zaman geçti. “Efendim” dedi, “Benim dışarıda, kapıda” dedi, “Eşeği bağlamıştım oraya” dedi. “Onun ağzına heybeyi koydum mu? Yani buğday heybesi, onu koydum mu, koymadım mı, onu unuttum!” diyor, “Ona bir bakayım” diyor.
“Ha oğlum” diyor, “Bak senin” diyor, “Bir şeye karşı, hayvanla karşı bak bir sevgin varmış. Tamam!” diyor, “Sana şimdi ders verebiliriz. Yani sen bu sevgiyi hiç tatmamışsın ki biz sana ilahi aşkı, ilahi sevgiyi nasıl nakşedeceğiz, nasıl bahsedeceğiz.” Ondan sonra verdi o zâta dersini.
Bunun örneği nedir mesela Züleyha, Hz. Yusuf (a.s)’a aşık oldu. Onu sevdi. Türlü türlü ona, kendisine de eziyet çektirdi. Hazreti Yusuf’a da eziyetler çektirdi. Öyle aşkından deli divane oldu, malını, servetini onun yolunda harcadı. Hatta ona Hazreti Yusuf’tan bir haber getirene hemen veriyordu işte üstünde ne varsa bilezik, altın, maltın, küpe…
En sonunda Allâhu Teâlâ, işte, onu Hz. Yusuf (a.s)’a bağışladığında, ona dua etti Hz. Yusuf (a.s); Züleyha güzelleşti, tekrar eski güzelliğine geldi. Ondan sonra nikah kıydı ona. Zifaf gecesine girecekler. Bu sefer Hz. Yusuf (a.s)’a şey yapmadı Züleyha, meyil etmedi. “Bana” dedi, “İlişme, bana müsade et, izin ver, ben kendimde degilim” dedi. Yani o haller oldu ona. Allah’ın gerçek sevgisini buldu. Yusuf (a.s)’ın sevgisini ararken, işte o basamak oldu ona, Allah’ın sevgisi daha ağır bastı. Düşünün yani onun için deli divane oluyordu. Ama gerçek muhabbeti, sevgiyi bulunca o zaman Hazreti Yusuf’un sevgisi, aşkı yavan kaldı ona. İşte sevmenin, sevgininde bir sıralaması ve derecatları var.
İlk başta Allâhu Teâlâ’nın sevgisini, ondan sonra Allâhu Teâlâ’nın sevdiklerinin sevgisini öncelik yapmamız gerekiyor. Eğer diğer maddi şeyler öncelik olursa, o zaman biz daha çok bocalarız. Mesela kişi sevdiği bir ne vardır maddi olarak? Arabası vardır, ne bileyim bir karşı cinse bir sevgisi daha fazla vardır. Sevgi sarhoşu olmuştur yani bu. Normal bir sarhoş içtikten sonra işte geceliğin işte sabaha karşı ayılır. Ondan sonra tövbe eder, istiğfar eder. Kurtuluşa erer. Ama bir sevgi sarhoşu yani bir maddeye; işte bu ev olur, ne bileyim tarla, neyi seviyorsa yani gönlünde hangi maddeye sevgi bürüyorsa, o sarhoşluğuna kapılmışsa, onun ayılması o normal sarhoştan daha zordur, çünkü; o anca ölünce ayılır, ayık olur yani ama onunda tabi faydası olmaz. Çünkü sarhoş olduğunun farkında değil.
Zamanında birinde, Bağdat’ta oluyor bu olay. Gariban bir genç var. Bu çarşı pazarda dolaşırken bir kızı görüyor. Aşık oluyor buna. Soruyor soruşturuyor, “İşte bu kız kimdir?” diye. Soruyorlar, “Aman oğlum” diyor, bunu sağda solda söylemiyor, “Bu” diyor, “Padişahın kızı. Hem senin kelleni hem benim kelleyi götürürler” diyor.” Sen yani bu işi unut!”
Çocuk tabii sevmiş, aşık olmuş. İlla bunu elde etmek istiyor. İşte ona soruyor, buna soruyor. Yani derdine deva arıyor. Sevmiş ya bir kere, muhabbet bağlamış gönülden. En sonunda bir ihtiyar pir-i fani bir kişi ona diyor, “Evladım” diyor, “Falanca. Hani şu Bağdat’ın en meşhur Mürşid-i Kamili, Velisi. Sen onun dergahına git. O senin” diyor, “Derdine bir çare bulur.”
Tabi çocuk bir hevesle gidiyor dergaha, çalıyor kapıyı, giriyor içeri. “Efendim, işte benim böyle böyle bir derdim var, ben bir kıza aşk oldum, onunla evlenmek istiyorum, işte siz bana ne derseniz söyleyin, ben onu yapayım efendim, ne emrederseniz söyleyin, dergahı sileyim, süpüreyim, hamallığınızı yapayım. Yeter ki siz bana bunu işi yapın yani. Bağlayın bana, bana himmet edin”.
O da diyor, “Evladım” diyor, “Yaman bir işe başvurmuşsun. Peki. Ne dediğimi söylersem yapar mısın?” “Yaparım efendim” diyor. “Hemen kalk, o bir şey ona emredecekte yapacak”. “Tamam” diyor “Oğlum” diyor, “Şurada bir seccade var” onu veriyor. Bir de tespih veriyor eline. “Bunları al, falanca yerde, şehrin dışında bir mağara var” diyor, “Git orada vakit namazlarını kıl. Ondan sonra tesbih al eline. Sadece” diyor, “’Allah’ de. İşte uyuyamadığın zaman yani, ayık kaldığın müddetçe, uyanık kaldığın müddetçe hep ‘Allah’ diyeceksin. Vakit namazı geldiği zamanda namazını kılacaksın. Ben seni arada geleceğim, kontrol edeceğim. İşte yemeğini erzakını getireceğim” diyor.
Çocuk, “Tamam efendim” diyor. Kabul ediyor. Hemen alıyor seccadeyi, tesbihi. Dostdoğru tarif ettiği mağaraya gidiyor. Başlıyor orada, tabii namazını kılıyor işte. Tesbihatını çekiyor. Sonra aradan 10-15 gün geçiyor. Bir kervan geçiyor oradan. O arada da hava bozuyor şimşek, fırtına başlıyor, başlıyor yağmur yağmaya. Bunlar da mağaraya sığınıyor. Şeyden korunmak için. Yağmurdan. Bakıyorlar içeride birisi var. Seccadeyi sermiş. Orada işte kendini kaptırmış. Onlar selam veriyor. Çocuk onları duymuyor bile. O kadar yani kendini kaptırmış kızı alacak ya.
Bakıyorlar; “Ha bu” diyorlar, “Herhalde Allah dostu. Biz selam verdik, bizim selamımızı bile adam duymadı. O kadar yani Allah’a kaptırmış kendini bu!” diyor. “Allah’ın herhalde sevdiği bir Veli dostlarından bir tanesi.” İşte kervancı orada diyor, “Bunun namına, bunun yüzü suyu hürmetine dua edelim. Allah böyle sevdiği kullarının yüzü suyu hürmetine dualarımızı kabul eder.”
İşte orada kaç kişi varsa içlerinden dua edenler var. Onun yüzü suyu hürmetine. Sonra mağaradan ayrılıyorlar. Gidiyorlar şehre. Şehirde birkaç gün geçiyor. Orada dua edenlerin hepsinin duaları gerçekleşiyor, yani ne istemişlerse. Ondan sonra bunun ünü yayılıyor tabi, “İşte biz falanca yerde, mağarada bir kişi zât var, onun yüzü suyu hürmetine dua ettik dualarımız kabul oldu!…” başlıyor millet akın akın gelmeye, bu çocuğun ünü başlıyor saraya kadar varıyor yani bunun haberi.
Padişah, bunun gerçek Veli olup olmadığını öğrenmek için bu Şeyh Hazretlerine gidiyor. “Efendim, böyle böyle bir zat gelmiş mağarada, işte Allah’ı tesbih ediyormuş bu. Ne dersiniz?” diyor, “Allah dostu olabilir mi?” O da diyor, “Olabilir efendim” diyor. “Peki” diyor, “Bunu bir ziyarete gidelim yani; böyle mübarek zâtlar şehrimizde bulunca beti bereketi artar. Vatanımızın milletimiz için hayırlı olur. Yani bunu gidip hem hayır duasını isteyelim hem ona işte bir teklifte bulunalım ki burada yani bizim memleketimizden ayrılmasın.”
“Tabi, olur” diyor. İşte aradan da tam 40 gün geçiyor artık. Padişahla, o Veli gidiyorlar mağaraya çocuğu ziyaret etmeye. Padişah işte ona teklif ediyor; “Sana evladım” diyor, “İşte köşk verelim. Ondan sonra bahçe verelim. İşte şu kadar da kese altın verelim. Yeter ki bizim memleketten gitme, yani burada ikamet et, bizim yani şeyimize faydan olsun, memleketimize”.
Ondan sonra tabii Şeyh göz kırpıyor çocuğa; “Kabul etme” diyor. Çünkü o çocuğun kızı istiyordu ya. Ondan sonra “Efendim” diyor padişah, “Kabul etmedi” diyor, “Ne yapabiliriz başka?” diyor.
Şeyh diyor, “Kerimenizi, yani kızınızı” diyor, “Teklif edin bakalım, nikahına alırsa. Şimdi sen buna bağ bahçe verdin ama eşi yok, çoluğu çocuğu yok” diyor. “Ne yapacak yani onları? Belki, nikah kıyar da işte bir evlilik hayatı olursa, belki o zaman kalır.” Padişaha öyle söylüyor Şeyh.
Bu sefer padişah o teklifte bulunuyor çocuğa. Çocuk bakıyor Şeyhin yüzüne, “Tamam” diyor, “İşte kabul et” diyor yani. “İsteğin, dileğin oldu”. O arada çocuk düşünüyor bir, diyor, “Ya ben kırk gün Allah’ı tespih ettim, Allah’ı zikrettim. Allah bana sevdiğim kızı verdi. Babası padişahmış” diyor. “Padişahı ayağıma kadar getirdi. Bir de” diyor, “Bana köşk verdi, bağ verdi, bahçe verdi. Bir de üstüne parada veriyor. Ben kırk gün yaptım, Allâhu Teâlâ bana bu kadar izzet-i ikramı oldu. Ben bundan sonra desem, ‘Allah’ bana daha neleri bağışlayacak?” diyor. Yani o anda Allah sevgisi daha çok basıyor çocuğun kalbine. “Ben” diyor, “İstemem. Bana Allah yeter”.
Dönüyor Şeyhine. “Efendim” diyor, “Ben sizin” diyor, “Kapınızda kul olmak isterim”. Onun talebesi oluyor, ondan sonra işte o çocuğa da basamak oluyor kızın sevgisi, esas gerçek sevgi, muhabbete erişiyor yani çocuk. Yani bunun için bir kıvılcım gerekiyor.
İlk kıvılcım nedir, “Allâhu Teâlâ tövbe edenleri sever” buyuruyor. Tövbe kıvılcımıyla başlamak lazım. Ondan sonra, Yunus Emre ne diyor? “Aşk odununa yak Çalabım”. Ondan sonra, ateş alır harıl harıl yanar insan sevgiden, muhabbetten.
Ayet-i kerimede ne diyor Allah; “Onlar hiçbir kınayıcının kınamasındanda çekinmezler” diyor. Yani sen ‘Allah’ dedikten sonra, Allah’ın sevgisi, muhabbeti sana geldikten sonra, sana ‘Deli’ deseler ne olur, ‘Veli’ deseler ne olur?
Ne diyor Yunus Emre; “Ben ballar balını buldum kovanın yağma olsun.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in devesi, Peygamber Efendimiz Hakk’a yürüdükten sonra baktı içeride yok, gitti kendi kendini helak etti, başını yerlere vura vura. Hurma kütüğü vardı, o kendisi bizzat ağladı Peygamber Efendimiz (s.a.v) onun üstüne sohbet edince. Yani bir deve kadar olamıyorsak, nasıl yapabiliriz ki, yani nasıl yapabiliriz ki başka türlü!
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Allahsevgisi #Peygambersevgisi #müminlerdesevgi #müminlerdemuhabbet #aşk #muhabbet #HzMuhammed #HzYusuf #Züleyha #sevgi #tasavvufsohbeti #Hakk #mumin #insan #İslam #ilim #haya #zikir #zikrullah #nefs #tasavvuf