Müminin özelliklerinden, şiarlarından bir tanesi de gaybe imandır.
Bakara Suresi’nin 3. Ayet’inde Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor; “Onlar gaybe iman edenlerdir” diye buyuruyor. Gayb; bilinmeyen demektir. İmanın şartlarından da olanlar nedir hep; gayb ile alakalı. İmanı ne ile kuvvetlendiriyoruz ya da delillendiriyoruz? Bunları ilmel yakîn, aynel yakîn, Hakkel yakîn bularak, yakınlık bularak tazeliyoruz, güçlendiriyoruz ve delillendiriyoruz. Çünkü insan yakınlık kurmadığı her şeye uzaktır. Yani, Allah’a da uzaktır, dine de uzaktır, yakınlığı elde etmek gerekiyor. İşte biz bu ilk yakınlığı nereden alıyoruz, ilimden alıyoruz. İlmi yani sözlü olarak da alabiliriz, bir alimi dinleyerek ya da yazılı olarak okuyarakta alabiliriz. Kur’ân-ı Kerim okuruz, hadis-i şerif kitapları okuruz, siyer alimlerin kitaplarını okuruz.
Yani; ilk ilimle başlıyor bu yakınlık. Cenab-ı Allah’ın Esmalarını da öğrenip ne yapıyoruz, imanımıza yakınlık katıyoruz. Ondan sonra olacak olan yakınlık ise gözde olan yani aynel yakîn. İşte biz bunu dinde nasıl anlıyoruz? Namaz kılanları görüyoruz, oruç tutanları, hayır hasenat yapanları. Yani dinin getirdiği fiiliyatları yapanları gördüğümüz zaman bunlara ne yapmış oluyoruz, göz ile şahit olmuş oluyoruz. Allah’ı tanımada ise işte mükevvenata bakıyoruz. Gökyüzüne, yeryüzüne, Allah her şeyi bir dizayna koymuş, bunları yaratmış. İşte bunları da gözle görerek ne yapıyoruz, iman ediyoruz. Hatta ayet-i kerime ne diyor? “Gözünü çevir bir bak bakalım bir ahenksizlik, bir bozukluk görebilecek misin?” diyor. “Gözünü çevir bir daha bak” diyor, “Göz sana hor ve yorgun olarak tekrar geri dönecektir” diyor.
İşte bu dış aleme baktığımız zamanda gözümüz bize şahitlik yapıyor, diğer kendi bedenimizin dışına baktığımız zamanda Allâhu Teâlâ’nın varlığının delili olmuş oluyor. Yani Allâhu Teâlâ her yeri bir ressam gibi nakışlamış, işlemiş, yani; bu denilemez ki bu resmi bir ressam yaptı. Kendisi yok diye bu yok diyemeyiz yani. Yapmış olduğu resimden zaten kendini belli ediyor. Bir usta da aynı şekilde bir makine icat etmiştir. Makine herhalde kendi kendine olmayacağı için ne diyoruz, “Bunu bir usta yaptı.” Yani ustanın var olduğunu ispat ediyoruz.
İşte kendimizede baktığımız zaman, işte; elimize, ayağımıza baktığımız zaman, beşer tane parmak var, niye bunu iki tane ya da sekiz tane değil, yani demek ki bunu birisi yarattı! İşte gözümüz var, burnumuz var, hepsinin ayrı ayrı yerleri var ki diğer bütün hayvanlara bakacak olursan hepsinin burnu aynı yerde yerleri var. Ki diğer bütün hayvanlara bakacak olursan hepsinin burnu aynı yerde. Gözü hemen burnunun üstünde. Ağzı burnunun altında. Hepsi yani tek elden çıkmış gibi. Yani bu bir Yaratıcının delillerinden. Yani bunu gözden aşikare. Yani ben Allâhu Teâlâ diyoruz zahir. Zahir; görünen demek. İşte yani yaptığı etraftaki olan her şey nedir; Allah’ın zahirliğine delili.
Ondan hariç bedenimizin içine baktığımız zaman işte bir sürü organlar var ve her birininde ayrı ayrı görevleri var. Şimdi biz bunu dünyaya gelirken sipariş üzerine biz bunları böyle istemedik. Yani kalp habire çalışıyor hiç durmadan. Akciğer desen ona keza, onun ayrı fonksiyonları var. Hepsinin ayrı ayrı bir fonksiyonu var. Ve biz bunları yapılırken yani bize verirken Allâhu Teâlâ biz bunları sipariş üzerine vermedik. Yani bunu bize Allâhu Teâlâ direkt ne yaptı; verdi. İşte insan kendine bakıp, bunları delilendirmesi lazım, Allâhu Teâlâ’nın Yaratıcı olduğuna. Yani hiç kimse gözünün rengine bile karar veremiyor bu dünyaya gelirken.
İşte nedir? “Kendini bilen Rabbini bilir.” Yani bizim dünyaya gelmemize vesile olan anne ve babamız dahi bizim üzerimize bir etkeni yok. Artı nedir? İnsan ana rahmindeyken mesela; karanlık bir oda içindesin. Orada gözümüz oluyor, burnumuz oluyor, ellerimiz, ayaklarımız. Halbuki sen karanlık odada neyi göreceğiz? Burundan neyin kokusunu alacağız? Yemek yemiyoruz, neyi yiyeceğiz? Ama Allâhu Teâlâ bize bir ağız veriyor orada. Eller veriyor, ayaklar veriyor. Yürüyecek bir şey yok, tutacak bir şey yok. Demek ki ne yapıyor? Bizi bir dış dünyaya hazırlıyor. İşte bu da Allah’ın en büyük delillerinden yoksa, ana rahmindeyken bunları hiçbir ihtiyacımız yok ama ne yapıyor Allâhu Teâlâ işte, ondan sonra gelecek olan hayata hazırlıyor. Bu da işte Allâhu Teâlâ’nın görerek şahit olacağımız en büyük delillerinden.
Aynel yakîn yani; görerek yakınlığı bulmak. İkinci yaratılışta ise Allâhu Teâlâ ne buyuruyor; “Sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde tekrar yaratırız” diyor. Yani ahiret hayatına bizi biçimlendirecek, ona göre imal edecek. Şimdikinde ana rahmindeyken ona göre düzenledi, etti. İkinci yaratılışta ise “Sizin bilemeyeceğiniz şekilde tekrar yaratacağız” diyor Allâhu Teâlâ ayet-i kerimesinde.
Ondan sonraki gelecek olan yakınlık ise ne ileydi; Hakkel yakîn. Yani bu da gerçek, özün özü. İşte mesela; İslam’da, bunu dinde vasıflandırmak gerekirse, işte ne yapıyoruz biz bunu? Namaz kılanları gördük. Yani görerek yakınlık kurduk. Ondan sonra fiiliyata dökmek. İşte namaz kılacaksın, işte oruç tutacaksın, zekat vereceksin, işte İslam’ın sana emretmiş olduğu rükunları yerine getireceksin ki, Hakkel yakîn yani; hal ehli yani onu uygulayarak yapabilmek. Allâhu Teâlâ’yı eğer Hakkel yakîn olarak vasıflandırmak gerekirse; işte Allâhu Teâlâ’nın Esmalarından ne var?
Mesela Rahman Esması. İşte biz de ne yapacağız? Merhametli olacağız. Yani, “Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki” diyor, “Gök ehli de size merhamet etsin.” Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.
Ondan sonra, Allâhu Teâlâ’nın Adl Esması var. İşte adaleti. Sende adaletli olmak zorundasın. Yani Allâhu Teâlâ ne diyordu; “Ben insanı Kendi suretimde yarattım”.
İşte Allâhu Teâlâ; Basar, görür. Biz de görürüz ama bizimkisi perdeli, yani kısmi.
Ondan sonra ne; Kelam. Biz de söz ediyoruz ama Allâhu Teâlâ’nınki ise en geniş olan, bizimkisi cüzî olan.
Ondan sonra, Semî. Biz de işitiyoruz ama bizimkisi perdeli. Allâhu Teâlâ en sessiz olanı da işitiyor. “İki kişi konuşsa” diyor, “Üçüncüsü Allâhu Teâlâ’dır, üç kişi konuşsa, dördüncüsü Allah’tır” diyor. Gizli olanı da işitebiliyor. Bizimkisi ise cüzi, sınırlı. İrade var mesela, bizimkisi cüzî irade. Allâhu Teâlâ’nın külli irade.
Allâhu Teâlâ Esmaların en çok tecelli ettiği, yani manaya geldiği şey nedir; insandır. Diğer şeylerde, hayvanlarda da tecellisi var. Yani bütün mükevvenatta, hatta her yerde var tecellisi ama en çok insanda tecelliyatı daha fazla. Yani Hakkel yakînda fiiliyata dökmek. Yani onu yaşamak bizzat. Zikir edenleri gördün, dinledin. Şimdi onu bizim yapmamız lazım ki onu tatbik ettiğimiz zaman ne olacak, biz işte o yakınlığı elde edeceğiz. Namaz kılanları gördük, ettik, biliyoruz. İlmel yakîn olduk, görerekte yakîn olduk. Şimdi ne yapacağız? Hakkel yakîn. Yani namazı kılacağız ki onu anlayacağız. Onun getirdiği şeyleri, getirilerini tadacağız yani.
Abdülkadir Geylani Hazretlerine bir adam çocuğunu getirdi. Çocuğu çok bal yiyordu bunun. Bundan men etmesi için Abdülkadir Geylani Hazretlerine getirdi. “Efendim işte benim çocuk çok bal yiyor. Buna nasihat eder misiniz!” dedi. “Ya da bir öğüt ne tavsiye ederseniz.” Yani bal yemesini kessin diye.
Abdülkadir Geylihan Hazretleri de dedi ki ona, “40 gün sonra gelin” dedi. “O zaman” dedi, “Ben size bir yol çizeyim”.
40 gün sonra geldiler. Ondan sonra Abdülkadir Geylani Hazretleri çocuğa dedi ki; “Evladım bal yeme” dedi. Yani “Az ye” dedi. Ondan sonra gönderdi bunları. Adam takip etti çocuğu. Baktı gerçekten de bal yemeği kesti. Yani az yemeğe başladı. Allah Allah bunun hikmetini öğrenmek istedi. Tekrar gitti Abdülkadir Geylani Hazretlerine sordu dedi, “Sadece bunu söyleyecektin madem” dedi; “Niye” dedi, “Bizi kırk gün beklettin”. O da dedi ki; “Ben” dedi, “Siz geldiğiniz gün bende bal yemiştim” dedi. “Şimdi ben yapmış olduğum bir şeyi, başkasına ‘Yapma’ demem ne kadar mantıklı olabilir?” Yani zaten insan bir şey yediği zaman onun vücudundan 40 gün sonra çıkıyor ya yani; işte onun için mesela; biz birisine eğer “Bir şey yap”, mesela anne baba çocuğuna; “Namaz kıl” diyor, “İşte oruç tut, onu yap, bunu yap…” ama kendisi yapmıyor, bu ne kadar etkili olabilir? İşte bu da Hakkel yakîni yapabileceğiz ki, yapalım ki. Ancak öyle tesir olur. Hem kendimize hem başkalarına. Sana kötülük edene sen hayır dua etmedikçe, marifete erişilemez. Nasıl ki Peygamber Efendimizi Taif’te taşlamışlardı dini tebliğ etmeye gittiğinde ama o ne yaptı? Onlara hayır duada bulundu.
Fenâfil-Şeyh, Fenâfil-Resûl, fenâfillâh. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin ahlakıyle ahlaklanmak fenâfillâh, Allâhu Teâlâ’nın ahlakının bir kısmıyla ahlaklanabilmek. Şu mükevvenatta olan her şey nedir? Allâhu Teâlâ’nın Esmaların tecelliyatları. Yani Allâhu Teâlâ’nın Esmalarının tecelliyatların meydana geliyor ki ne oluyor? Tek olandan çokluk, kesret alemi olmuş. Yani vahded-i vücuttan, vahded-i şuhud.
Vahded-i vücut ise nedir; çok olan şeyden yine tekliği bulabilmek. Yani Tek olanla birleştirmek; vahded-i vücut. İşte nasıl ki bir usta var, ustanın nedir; bir sürü özellikleri var. Çekiç tutan, anahtar tutan, ölçen, biçen, kesen, yapan. Yani bunlar hep nedir? Bu ustanın özellikleri. Bu özellikleri meydana getiriyor. Yani fiiliyata döktüğü zaman bir iş meydana geliyor. Ya da herhangi bir nesne. Yani o nesne ya da madde yani çıkarmış olduğu şey varlık davası güdemez ki o usta ancak fiiliyata döktükten sonra ancak meydana geliyor, biz ne diyoruz; “LA FAAİLE İLLALLAH” yani bütün faaliyetleri, olayları oluşturan ondan başka yoktur, Allah’tan başka olduran yoktur.
Muhyiddin Arabi Hazretleri ise ne diyor; “Allah’tan başka hiçbir şey yoktur”; “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”, “Her şeyi yapan benim” diyor Allahu Teâlâ.
Hakkel yakînda yani; işin özüne inmek, özünü yakalamak, özünü yaşamak. Zikirde, namazda, oruçta yani; bütün ibadat-ı taatta özüne inmek, özünü yaşayabilmek. “Ben kullarıma şah damarlarından daha yakınım” diyor. O yakınlığı bulabilmek.
Hz. Musa (a.s) ile Hızır (a.s)’ın olayında Hz. Musa (a.s) olaylara ne gözüyle baktı, ilmel yakîn ve aynel yakîn gözüyle baktı. Yani ilmiyle ve gördükleriyle hükmetti. Ve olayın iç yüzlerini kavrayamadı. Hazreti Hızır (a.s) ise ne dedi? “Ben” dedi, “Allah’ın emrettiği şekilde yaptım”, yani onların olayların iç yüzünü biliyordu Hızır (a.s). Yani bu aynı şey gibi, mesela; tropikal bir ülkede yaşayan bir kişiye hiç görmediği bir karpuzu tarif edersin. İlmel yakîn olarak onu bilir. İşte yuvarlaktır, yeşil renklidir, içi kırmızıdır, çekirdeği vardır. İlmel yakîn bir bilgisi onda olur. Onu yani o şekilde öğrenmiş olur.
Bir de görerek olan var mesela; bir karpuzu işte yeşil olduğunu, içinin kırmızı olduğunu. Gören bu da ne yapıyor, görerek yakınlık kurmuş oluyor. Karpuzun ne olduğunu biliyor. Bir de işte bir bostan onu yetiştiren a’dan z’ye, kesip yiyen, tadan olayın yani bizzat içinde olan. Üç ayrı farkta. Hepsinin yani yakınlıkları ayrı ayrı. En çok yakınlık elde etmiş olan kişi kim; bizzat o işte karpuzu yetiştiren, yiyen, tadan yani bizzat olayın içinde olan kişi.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#ilmelyakın #Hakkelyakın #aynelyakın #ilmelyakin #Hakkelyakin #aynelyakin #Allahınİsimleri #Esmalar