İLMİN VE EDEBİN ÖNEMİ

0
155

“İlim müminin yetiğidir, yani kaybolmuş malı gibidir. Onu nerede bulsa alır”, demiştir Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz. Diğer bir hadis-i şerifte ise, “İlim Çin’de dahi olsa alınız”, diye buyuruyorlar. Yani ilimin önemini ve mahiyetini bildiriyor.
Hazreti Ali (r.a.) Efendimiz ise, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diye buyurmuşlardır. Ayet-i kerimede ise, “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye bildirilmiştir.
Başka bir ayette ise, “Gece ile gündüz bir olur mu?” diye bildirilmiştir.

İlim dünya hayatında bizim geçimliğimiz için ne kadar önemli ve faydalı ise aynen manevi hayatta da bizim için çok büyük faydası ve etkenleri mevcut. Yani bir hayır ya da sadaka yaptığımızda ne yapıyor, bu nihayetinde bitiyor. Karşı tarafada versek, karşı tarafta da bunu harcadığı müddetçe onda da bitiyor. Ama ilim ise öyle değil. İlim verildiği zaman daha çok çoğalıyor. Yani bir kişiye 10 tane ekmek verdin 10 kişiye. Sende o ekmek bitti. Diğer karşı taraftakiler de bunu yedi, harcadı. Onlarda da bitti. Ama ilim ise karşı tarafa verdiğimiz zaman o da mesela bir başka bir kişiye anlattığı zaman bunu, 10 kişiye anlattığın ilim o da bir 10 kişiye anlatsa öyle 10, 10, 10, 10 daha fazla çoğalıyor ve ecri, getirisi daha büyük oluyor.

Peygamber Efendimiz diğer hadis-i şeriflerinde ise; “Alimin uykusu cahilin ibadetinden efdaldir” buyurmuşlardır. Çünkü gece yatağına abdestli giren, yatağında ölse şehit hükmündedir. Ya da gece yatağına yatmadan önce Amenerrasulü okuyan kişi yine ölse şehit hükmündedir. Aynı şekilde gündüz de bunlar geçerli. Gündüzde abdesti olsa ya da sabahleyin kalktığında sabah namazından sonra Amenerrasulü okusa, gündüz ölse yine şehit hükmündedir. Yani getirileri, kazanç kapılarını bilen bir kişidir. Yani bu bir kişi mesela bir avuç elinde toprak götürüyor, alıyor, bir yere taşıyacak. Birisi kürekle alıyor, götürüyor. Diğeri el arabasıyla götürüyor. Daha kendini geliştirmiş olan ne yapıyor? Kamyon ile götürüyor. Yani ceremesi daha az çekiyor. Niyet, ilim, amel. Kutsi hadiste Allâhu Teâlâ; “Bir kişi bildikleriyle amel ederse, Ben ona bilmediklerini öğretirim” diyor. Ve bu “İslam’ı, dini, kalbini açarım”. Yani ondan lezzet, tat aldırırım diyor Allahu Teâlâ. Tabi sadece ilimi aldık. Bu yeterli değil. İlim neye, niyete tabiydi. Niyetimiz neydi, yani ilim almadan önce? İlimin yanında getirisi olan edep, haya ve hürmet bunlar da olması gereken şeyler.

Yunus Emre’nin de dediği gibi:

Girdim ilim meclisine eyledim kıldım talep, ilim geride illa edep illa edep.
Gezdim Halebi Şam’ı, eyledim ilmi talep, ilim bir hiçmiş illa edep illa edep.

Diğer dizelerinde ise,

İlim, hilim bilmektir. Hilim kendin bilmektir. Eğer sen kendini bilmezsen, bu halin nice okumaktır.

Yani hilim olmadan edep, haya, tevazu, alçak gönüllük olmadan ilmin bir değeri, maksadı olmamış oluyor. Allâhu Teâlâ bile kaleme ilk emir buyurduğunda “Yaz” diye, kalem “Bis” dedi yazdı. Ondan sonra hiç ayrılmadan devam etti. O Bis’in alt çizgisi uzun oluyor ya. İşte o edep ve hayasından Allâhu Teâlâ’nın ikinci emri gelince kadar o Bismillahirrahmanirrahim’in altındaki uzun çizginin sebebi. Ondan sonra, Allahu Teâlâ ikinci emri verdikten sonra başlıyor tekrar kalem yazmaya.

Allahu Azimüşşan “Ben bir gizli hazineydim, bilinmeği diledim” diyor ve ilk Peygamber Efendimizin Nurunu yaratıyor.
“Eğer seni yaratmayacak olsaydım Habibim” diyor, “Alemleri yaratmazdım” buyuruyor. İşte o Nurdanda, Ehlibeyt’inin Nurunu yarattı. Onu bir kandilin içine koydu ve o kandil Allâhu Teâlâ’ya bakıp utanırdı edebinden, hayasından. Onun terleyen Nurlarından da Allâhu Teâlâ yeryüzündeki bitkilerin yani nebatatı suladı. Ondan evvel nebatat oluyordu ama hamken tekrar düşüyordu. Yani olgunluğa ermeden herhangi bir faydası olmuyordu. İşte o nübüvvetin, Ehlibeyt’inin Nurundan suladıktan sonra, başladı nebatat tat vermeye, olgunlaşmaya.

Yani biz bir şey yediğimiz zaman ne diyoruz? “Bismillahirrahmanirrahim” diyoruz. “Bismillahi hayrur razikin.” “Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah mal mülk verenlerinde en hayırlısıdır.” Allâhu Teâlâ bize nerede, ne dememiz gerektiğini de öğretiyor. Mesela bir bineğin üstüne bindiğimiz zamanda bunu bizim hizmetimize veren Allah ne Subhan’dır, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Onun için biz yani bir şey yediğimiz zaman Besmele çektikten sonra, salavatta getirmemiz lazım ki Ehlibeyt’inin Nurunla sulandı ya bu nebatat, yani ona da hürmet etmemiz lazım. Böyle yaparsak getirisi daha güzel ve daha büyük olur.
Çünkü Allâhu Teâlâ bize ayet-i kerimede; “Yapar mısınız?” demiyor. Yani “Yapın” diyor. Ne diyor ayet-i kerimede? “Ben ve meleklerim Nebiye salat ve selam eder. Ey iman edenler siz de ona tam bir teslimiyet ile salat ve selam edin” diyor.
Yani edep, haya, hürmet ilmi güzelleştiren, pekleştiren. Peygamber Efendimiz zaten ne buyuruyor; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor.
Yani güzel ahlak sahibi. İnsanlığa numune, örnek bir kişi. Yani biz ona ne kadar tabi olursak, o kadar kemalat bulacağız. Bir su isterken bile ne diyor?
“Ben susadım, biraz su içsem iyi olur galiba” buyuruyor. Ya da sırtına bir hırka isteyecek. “Üşüdüm. İşte hırkamı giysem daha iyi olur” diye söylüyor. Yani bir şey isterken bile ne kadar mütevazı, latif. Diğer Sahabe Efendilerimizde öyle. Hatta Peygamber Efendimize soru sormaktan çekiniyorlardı. Bir bedevi gelse de işte Peygamber Efendimize bir şey sorduğunda, “Biz de bir şeyler öğrenelim” diye beklerlerdi. Çünkü bedeviler biraz da çölde yaşadıkları için şehir hayatındaki edebi muaşeret kurallarını pek bilmiyorlardı.
Onun için geldiklerinde işte bir şey soruyorlar. Üstüne onu sorduktan sonra bir soru daha, bir soru daha. Sorunun arkası kesilmiyor yani. Ashab-ı Kiram’da soru sormaktan hicap ederdi.

Başka bir şeyde, Peygamber Efendimiz söylediği hadiste de ne diyordu?
“Diğer kavimlerin helaki” diyor. “Çok soru sormaktan helak oldu”. Yani bir hüküm gelmedi. Hüküm gelince de ona tabi olunmayacağı ne oluyor? Bu sefer insanların o zaman da helak yazılmış oluyor. Yani bir şeye eğer hüküm verilmediyse, o konuda devam et. Fazla irdeleme yani. Sonra o hakkında hüküm geliyor. Nefislerine ağır geliyor. Bu sefer onu yapamıyorlar. Ondan sonra da Allâhu Teâlâ’nın cezası müstehap oluyor.

Hazreti Osman güya öyle. Peygamber Efendimiz, Hazreti Osman geldiği zaman biraz toparlanırmış ve onu karşılarmış. Diğer Ashab-ı Kiram Efendiler sorduklarında, Hazreti Osman için “Melekler dahi ondan haya ediyor” diye buyuruyorlar. İşte Sahabeler böyle edepli, hürmetli. Ondan sonra gelen Veliler de aynı şekil. Abdülkadir Geylani Hazretleri ne diyor? “Benden sonra gelecek olan Veliler, benim ayak mesafemdedir” diyordu. “Başları benim ayak mesafemdedir” diyordu. Bunun da kazanmasının, Gavsul Azam olmasının şeyi. Peygamber Efendimiz Mirac’a giderken Burak’a bineceği zaman Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ruhaniyeti geldi. “Ya Resulallah benim sırtıma bin, öyle çık Burak’a” diye söyledi. Ve Peygamber Efendimiz de ona methetti. Hayır dualar da bulundu. Ve onun makamı işte diğer Velilere göre en üst mertebede, yani onların başları diyor benim ayak mesafemdedir.

Hazreti Musa Aleyhisselam, Kelimullah, Allâhu Teâlâ ile konuşuyorlardı. Allâhu Teâlâ dedi ki; “Onu yarın senin evinde buluşacağız.”
Yani orada konuşacağız. “Yarın için hazırlık yap”. Hazreti Musa da tabii sevindi. Ertesi gün söyledi ev halkına işte, “Allâhu Teâlâ evime gelecek, bizi ziyaret edecek. Yani burada konuşacağız biz Allahu Teâlâ ile.”
Ona göre hazırlık yapmaya başladılar. İşte evi derlediler, topladılar, sildiler, süpürdüler. O gün akşam üstüne doğru da bir ihtiyar geldi. Ona; “Ya Musa!” dedi “Benim karnım aç, bana verecek bir şeyin var mı?” O da “Dur şimdi” dedi, “Rabbül Alemin bizi ziyarete gelecek” dedi, yani burada konuşacağız. “Şimdi, tam sırası mı? dedi. “Sen de bari boş durma, al şu testiyi” dedi, “Bir testi su getir de bari” dedi, “İşte yerleri yıkayalım, edelim. Bir şeyin olsun, ecrin olsun senin de.” Verdi onun eline testiyi. Adam suyu getirdi geldi, bekledi, bekledi. Ne gelen var ne giden.

“E” dedi, “Ben gideyim bari” dedi. Ondan sonra gitti o. Tabi Allâhu Teâlâ gelmedi. Hazreti Musa ertesi gün Tur-i Sina’ya gitti. “Rabbül Alemin yalan söylemez. Bunun hikmeti nedir?” diye. Gitti sordu. “Ben dün” dedi, “Geldim” dedi. “Sen” dedi, “Benim elime dedi bir testi tutuşturdun. Beni su almaya gönderdin. Eğer sen o gelen ihtiyara izzeti ikram etseydin, Bana etmiş gibi olacaktı. Ya Musa” dedi. Yani buradaki ihtiyara verilen hürmeti dahi kendine yapılmış add ediyor Allâhu Teâlâ.

Hatta ne diyor ayet-i kerimede; “Kim ki Allah’a güzelce bir borç vermeyi ister”. Yani yapılan sadakayı ya da bir yetime, öksüze yani yapılan hayırları dahi Allâhu Teâlâ kime kendine addediyor. Kendine borç verilmiş gibi sayıyor. Anneye, babaya hürmeti, işte hastaya, mümin kardeşine şeyleri dahi hepsini ne yapıyor Allâhu Teâlâ, Kendi üzerine verilmiş gibi kabul ediyor. İşte bunlar hep edep, haya, güzel ahlakın getirileri.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey, Şeyh Edebali’yi ziyarete gitmişti. Bir oda tahsis ettiler ona gece uyuması için. Odanın içinde de Kur’ân-ı Kerim vardı ve o ayaklarını uzatıpta yatmaktan haya etti edebinden dolayı. Ve o gece uykusuz geçirdi. Sabah kalktıklarına baktılar hiç yorgan morgan serilmemiş. Nedenini sordular. Dediler; “Ben burada Kur’ân-ı Kerim varken, nasıl ayağımı uzatıp da yani uyuyayım”. Ondan dolayı Allâhu Teâlâ  onun evlatlarına tam 600 küsur sene ne verdi? Hükümranlık verdi.

Ondan sonra Bişri Hâfi Hazretleri vardı. O da sarhoştu. Her gün akşam içerdi. Küfelik gelirdi eve. Yolda bir gün gelirken ayağında hatta ayakkabıyı bile meyhanede unutmuş. Çamurlara basa basa geliyor evine. Çamurda işte Allâhu Teâlâ’nın ismini buldu. Besmele yazısını. Aldı onu “Ya Rabbil Alemin” dedi. “Senin” dedi “İsmin böyle yerlere layık değil” dedi. Aldı onu koyununa koydu, temizledi. Evinin en güzel yerine astı. Ona yaptığı edep ve hürmetten dolayı ne yaptı? Ondan sora Allâhu Teâlâ onun yolunu hidayete çevirdi. Ve o Allâhu Teâlâ’yı bulduğunda ayakları yalın ayakta ya.
Onun için Bişri Hafi deniliyor ona. Ondan sonra ayakkabı giymedi o. Bağdat sokaklarında dolaşırken ama bir kuş yere pislemiyordu. Ona Allâhu Teâlâ’ya ettiği hürmetten, yani; Veli olmuştu.
Düşün yani bir hayvan bile onun gezindiği sokaklara pislemiyordu. Ne zaman ki bir Veli baktı yere kuşlar pisliyor, “Ha” dedi, “Hz. Bişri Hakk’a yürüdü ki kuşlar artık sokaklara pislemeye başladı”. Öylelikle anladı yani.
Allâhu Teâlâ’ya karşı edep, haya ve hürmetini takınan kişiye Allâhu Teâlâ da mahluklarını, ona karşı edepli yapıyor. Kuşları sokaklara pislettirtmiyor.

Dergahların kapısında öyle yazıyordu, “Edeb Ya Hu”.
Hatta dervişler dergaha girerken, ilk önce kapının eşiğini öperlermiş, öyle geçerlermiş içeri yani. Edeb, haya, ilmin tacı.

 

NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.

#Besmele #Nur #Ehlibeyt #AshabıKiram#Bitkiler #nebatat #rızk #ahlak #edep #haya #BişriHz #PeygamberEfendimiz #Amenerrasulü #ŞeyhEdebali

CEVAP VER

Yorumunuzu yazınız
İsminizi yazınız