“Müminler ancak kardeştir”, –Esteizübillah, “İnnemel mu’minune ihvetun”, yani mümin olmanında birçok vasıfları var. Peygamber Efendimiz zamanında birtakım Arapların içinden Bedeviler geldi İslam dinini öğrenmek için. “Şimdi biz iman ettik mi ya Resulullah?” diye sordular, ayet-i kerime indi; “Şimdi siz iman ettik demesinler” dedi, “Biz teslim olduk.” Yani “İslamiyeti seçtik”. İslamiyet teslim olmaktır. “Yani iman tam kalplerine oturmadı” dedi. Çünkü iman etmenin de bir çok rukunları var.
Dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve bunları fiiliyata dökmek gerekiyor. “La ilahe illallah” diyoruz, “La ilahe illallah” 32 farzı, “Muhammeden Resulullah” 54 farzı temsil eder. Bunlarla işte biz ne yapacağız, amel edeceğiz. Yani; İslam’ı bir cihetten değil, bizim birçok cihetten mücadele etmemiz gereken bir safha, işte; farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh, müsfit onları bilip, öğreneceğiz ve ona göre amel etmemiz gerekiyor. Onun için Peygamber Efendimiz; “Şu 3 zümreden birisi olun, dördüncüsü olmayın” diyor. “Ya alim olun ya alimi dinleyenlerden olun, yani sohbetinde bulunanlardan olun ya da onları sevenlerden olun, dördüncüsü olmayınız ki helak olursunuz.”
Onun için insanın gittiği ortamlar kişinin hayatına tesiri büyüktür yani, işte insanın 4 büyük düşmanı var. Bunlardan birincisi nefis, onunla mücadele etmek mecburiyetindeyiz. Bir nefis çünkü 70 şeytana bedeldir. Normalde mesela biz bir yolda gidiyoruz. “Baktığımız ilk bakış nedir Rahmanidir, ikinci defa mesela; harama ikinci defa eğer bakarsan o nefistendir” diyor. “Üçüncü defa baktığında o şeytandandır” diyor. İkinci düşmanımızda şeytan. Ondan sonra, üçüncü düşmanda bulunduğun işte arkadaş ortamıdır. Yani onun meluniyeti sana bulaşır. Dördüncüsü ise Peygamber Efendimiz, o kişiler hakkında da ne diyor; “Ahir zamanda benim ümmetimin arasında” diyor. “Ağzı iyi laf yapan münafıklarından korkarım” diyor, işte bu da nedir, bir alim ya da kendini alim zanneden kişi ne yapıyor, vaaz veriyor. “Eğer vaaz verirken, o içine bir haram koyarsa bir haram, haram söz söylerse işte; bu bir tencere yemeğe bir damla zehir koymuş gibi olur” diyor, “Bütün yemek ne olur, zehir olur. O ise mesela normalde bir arkadaş, bir kişiyi yolundan edebilir.” Ama o din alimi diye çıkan kişi ne yapıyor, 100 kişiye vaaz vermis olsa, 100 kişinin ayağını kaydırmış olacak. 1000 kişiye vaaz vermiş olsa, 1000 kişinin ayağını kaydırmış olacak.” “İşte bunun düşmanlığı daha büyüktür” diyor.
Onun için Müslümanın uyanık olması lazım, yani dinini bir nebze ögrenmesi lazım, tabi herşeyde kitaptan ögrenilmez, çünkü kitaptan daha çok Peygamber göndermiştir Allâhu Teâlâ. Bire-bir insanlarla diyalog kurarak öğretilmiştir ve ögrenile gelmiştir.
Normalde de mesela biz dünya hayatımızda, ne yapıyoruz, çocuğumuzu okula gönderiyoruz, anne-baba okuma-yazma bilmiyor mu, biliyor ama bir hocaya göndermek zorunda kalıyor. İşte sen bir dersi, nasıl geçtiğini nereden bileceksin, ona bir ögretmen, hoca var ki ona gereksinim duyuyoruz yani. Her bir de dersin, her sınavın, her sınıfın bir hocası var. Ayrıyetten; “Yeterli kalmadı” diyoruz. Ayrıyeten bir de hoca tutuyoruz, özel hoca, bu dünya işlerinde bile hoca gereksinimi duyuluyor. Ahiret işlerinde de muhakkak olması lazım gerekiyor dini ögrenebilmemiz için.
Ayetlerin bazılarının açık ve nettir hükümü ama bazı ayetleri ise Allâhu Teâlâ üstü kapalı olarak anlatmıştır. İşte biz bunların açıklamasını Peygamber Efendimizden öğreniyoruz, din alimlerinden öğreniyoruz. Yani “Zekatı ver” diyor Allâhu Teâlâ, lakin kaçta kaçını vereceğimiz yazılmıyor, onu biz Peygamber Efendimizden öğreniyoruz. “Namazı kıl” diyor, mesela; ama hangi namazı, hangi vakit namazı kaç rekat kılacağız? Bunları biz hep Peygamber Efendimiz vasıtasıyla öğreniyoruz. Bunların zahiri anlamı olduğu gibi, batını anlamı da var.
İşte müminin vasıfları Kur’ân-ı Kerim’de bildirilmiştir. “Allah ve Resulüne itaat eder” deniliyor. Yani biz fasıklar gibi olmayacağız, fasık ise ne; bilipte yapmayan yani kişi, öğretmen olmuş, doktor olmuş yani bunun kaç yıl okumuş öğrenmiş, fakat bu mesleği icra etmiyor. İcra etmeyince ne kendisine faydası var, ne de karşı tarafa faydası var. Kendi bir geçimlik sağlayamıyor ondan, karşı tarafında bir yarasına merhem olamıyor. Bu aynı fasıklık alameti. E kafir ise, inkar eden yani inanmayan.
Münafık ondan daha beter, kafir hiç olmazsa ondan mert, o inandım gibi görünüp de halbuki içten içe inanmayan. Allâhu Teâlâ onlar için, “Onlar duvara yaslanmış içi boş hurma kütükleri gibidir” diyor. Bir de “Sizin başınıza gelen güzel olaya onlar üzülürler. Sizin başınıza bir herhangi bir üzücü olay gelsede onlar sevinirler” münafığın alametlerinin durumlarını öyle bildiriyor.
Müminler düşmana karşı şedid, kendi aralarında ise yumuşak huylu, tevazulu. Peygamber Efendimiz müminler için, “Onlar bir binanın yapı taşları gibidir. Yani birbirlerine kenetlenmişlerdir” buyuruyor. Bizimde aynı o şekilde olmamız lazım, yani en uzakta dahi olsa bir din kardeşimiz hakkında hayır dua edeceğiz.
Başka bir hadiste de Peygamber Efendimiz ne diyor, üç defa tekrarlıyor; “Mutlak kabul olunur!” diye. “Ya Resulullah o nedir?” diye sorduklarında, “Müminin mümine yapmış olduğu duadır” diyor. Bunun diğer bir ismi de “Günahsız ağızla yapılan dua”, mesela ben bir günah işledim, dua ettim, günahlı ağızla kendime dua etmiş oluyorum ama başka bir mümin kardeşime ettiğim zaman ne oluyor, o günahım bende kalıyor, duam ona gidiyor, aynı şekilde bu böyle karşı karşıya gidip gelen dua, günahsız ağızla yapılmış olan dua, “Müminin mümine etmiş olduğu dua, mutlak kabul olunan dualardandır” diye buyuruyor Peygamber Efendimiz. Ama tabi ne olacak, mümin olacak, çünkü Allâhu Teâlâ ne diyor; “Müminler ancak kardeştir”. Yani senin kendi ev halkından dahi olsa, en yakının dahi olsa, ona dua yapmayı yasaklıyor Allahu Teâlâ. Hatta bunu ayet-i kerimede Hazreti İbrahim Aleyhisselam- U’lül Azm Peygamberlerden, o babası için yapmıştı. Onu hemen men etmişti.
Hz. Nuh Peygamber de aynı şekilde oğlu için dua edecekti. Allâhu Teâlâ dedi; “Seni U’lül-Azm Peygamberler listesinden silerim” dedi. “O senin ev halkın değil, o senin hiç bir şeyin değil” dedi, “Senin kardeşlerin müminler” dedi. Ondan sonra Nuh (a.s.) duasını düzeltti; “Ya Rabbel Alemin, beni, anne ve babamı, benim evime giren mümin erkek ve kadınları ve kıyamete kadar gelecek olan müminleri affedip, bağışla, magfiret eyle. Zalimlerin helakını artır” dedi ve duayı hemen değiştirdi. Çünkü Allâhu Teâlâ mümin olmayanlara dua etmesini istemiyor yani. Onun için müminler birlik, beraberlik içinde olmak mecburiyetinde, çünkü neden Peygamber Efendimiz ne diyor; “Birlikte rahmet vardır, ayrılıkta ise zulmet ve zahmet vardır.”
Peygamber Efendimiz, Ashabıyla ile bir yolculukta idi. Ashaptan birkaç kişi yolun kenarında bir mağara gördü. Kendi aralarında konuştular. “Biz buraya işte sığınalım, burada ibadat taatla meşgul olalım, yani kendimizi Allah’a adıyalım. Bunu Peygamberimize soralım bakalım, bize ne diyecek?” Bunu Peygamber Efendimize bildirdiler. Dediler, “Ya Resulullah biz burada kendimizi Allah’a adıyacağız, işte burada ibadet taatla olacağız.”
Peygamber Efendimiz dedi; “Ben buraya ruhban olarak gönderilmedim, Yani ben insanlarla sosyal ilişkileri var insanların içinde, insanların içinde olan kişi, normalde tenha olan bir yerde olan kişiden 70 kat daha fazla ecire sahip olur” dedi.
Bununla ilgili yaşanmış bir olay var. İki kardeş var, biri şehirde kendini yetiştiriyor, diğeri dağda yetiştiriyor. İkisi de keramet ehli oluyor. Şehirde olan ayakkabı tamircisi.
Bu köydeki kardeşi de bunu ziyarete geliyor. Birgün niyet ediyor, köylüden de süt alıyor. Onu koyuyor bez torbaya. Bez torbada tabi akıtması lazım sütün. Tabii kermaet ehli olmuş, damlatmıyor. O gün ne hikmetse, o ayakkabı tamircisi olan kardeşi de süt almış. O da bez torbaya koyuyor, o da keramet ehli olduğunu gösteriyor. O da işte dükkanda bir askıya koyuyor, damlamıyor. Kardeşi geliyor bunu ziyarete, selam veriyor. Hoş sohbetten sonra o da alıyor torbasını asıyor kardeşininkinin yanına. İkisininki de akıtmıyor.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra bir bayan müşteri geliyor. Ayakkabısı tamir olacak. “Çıkartınız efendim, tamir edelim.” Eteğini biraz sıyırınca bu dağdan gelen kalbi biraz oynamaya başlıyor. Süt “Tıp tıp tıp…” damlamaya başlıyor. Tabi bu dağda kadın görmemiş ki, ondan imtihan olmamış yani, dağda yetişince kaç şeyden muaf oluyor insanlarla sosyal hayata ilişkin. Ondan sonra, aile hayatı yok. Aileye karşı bir sorumluluğun yok. Çocuklarla ilgili bir sorunun yok. Komşun yok, komşu ile ilgili bir sorunun yok. Yani birçok şeyden muaf. Yani bu bir öğrencinin bir tanesi var 5 soruya cevap veriyor, bir tanesi var 100 soruya cevap veriyor.
Onun için toplulukta olan bir insanın sorumluluğu ve imtihanı daha fazla. Dağdakinin yada tenha bir yerde olan kişinin daha az, onun için ecir ve mükafat daha çabuk büyüyor.
Onun için ayet-i kerime de ne buyuruyor Allâhu Teâlâ; “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin Velisidir, yardımcısıdır. Onlar iyiliği tavsiye ederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler” buyuruyor.
Şimdi dağda olunca kiminle yardımlaşacaksın, kime iyiliği tavsiye edeceksin, kimden neyi men edeceksin? “En sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe, gerçek iyiliğe ulaşamazsınız” diyor ayet-i kerimede. Yani mümin olan bir kişi kendi için istediği hayır, hasanat, iyilik, güzel şeyler için mümin kardeşi içinde istemesi lazım. Hatta Ashab-ı Kiram Efendilerimiz bunlardan en güzel örnekler.
Bir savaş sonrası gaziler ve yaralılar vardı. İşte onların bakımlarının üstlenen kişiler var. Gidiyor o yaralı olanlara bakmak için, su ihtiyacı olana su verecek, o Ashab-ı Kiram’a veriyor suyu içmesi için. Bakıyor yanındaki mümin kardeşi kıpırdıyor. O diyor, “Bak kıpırdadı o. Onun benden daha fazla ihtiyacı vardır. Ben iyiyim şimdilik, ona ver!” diyor. Tam ona gidiyor, bakıyor etrafına başka bir mümin kardeşini görüyor. Diyor “Ben iyiyim. Ona ver!”, öyle öyle savaş meydanında dolaşıyor, birisine de su veremiyor. Yani ölüm anındayken bile mümin kardeşini düşünüyor. En son götürdüğü kişi vefat ediyor, Hakk’a yürüyor. Sonra diyor; “Geri döneyim öbür diğer ondan evvel isteyene vereyim.” Bir bakıyor o da vefat etmiş, “Ondan evvelkine bakayım” diyor, vefat etmiş, vefat etmiş, yani elindeki suyu bile dağıtamıyor. Ama son anda bile düşün yani Ashab-ı Kiram Efendilerimiz kendinden evvel kimi düşünüyor, kardeşini düşünüyor. Ensar ile muhacirlerin kardeşliği dillere destan yani “Bunu da mı yapmışlar!” denilebilecek kadar yüksek seviyede. Yani sütten gelen kardeşlik, dini kardeşlik kadar değil. Çünkü eğer öyle bir şey olsaydı Habil ile Kabil’in olayını biliyoruz, kıskançlıktan dolayı ne yaptı, diğer kardeşini katletti, işte zakirler, dervişler böyle olmamız lazım. Çünkü Peygamber Efendimiz ne buyurmuştu; “Zakirler benim ev halkım gibidir” buyuruyor. İşte Peygamberimizin ev halkından gibi olduk, hal ve hareketlerimize dikkat etmemiz lazım. Yani bu bir şehirde valinin ya da ilçede bir kaymakamın yaptığı hareket nasıl insanların gözüne batar, mesela içki içse nara atsa, insanların dilinde peleseng olur, herkes ayıplar. İşte bir dervişinde, zakirinde yaptığı hareket aynen o şekilde batar. Ona göre hal ve hareketlerimizi düzenlememiz lazım ama sıradan bir sarhoş yapsa aynı hareketi, ne derler; “Ayyaş içip, nara attı!” derler. İşte bizim halimizde ona göre olması lazım.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#zakir #dinkardeşi #tasavvufsohbeti #birlik #salihamel #Hakk #mümin #insan #islam #sohbet #kardeşlik