Mevlana Hazretlerinin hayvanlarla ilgili hikayeleri vardır. Yani kıssadan hisse çıkarmak için aslanla, kurt hikayesi var.
Aslan işte kendi avını avlıyor. Sonra canı sıkılıyor. Yanına bir tane yardımcı yaver bakıyor. Bakıyor karşıdan bir kurt geliyor. “Kurt kardeş gel bana” diyor, “Yardım et” diyor. İşte “Ben” diyor, “Avı avlayacağım. Sen de bana yardımcı olacaksın. İşte ben yedikten sonra arta kalanlarla sen karnını doyurursun” diyor.
Kurdun hoşuna gidiyor tabi hiç yorulmadan karnını doyuracak; “Tamam aslan kardeş” diyor.
“İşte bir kervan geldiği zaman bana haber ver. Ben” diyor, “Saldıracağım zaman gözüm kızarır, işte yelem kabarır, kuyruğumda başlar dönmeye” diyor. “Onları bana haber ver, yeter. Tamam mı?”
“Tamam” diyor.
“Ben çekiliyorum kenara, şöyle uzanıyorum. Sen bir kervan falan gelirse” diyor, “Bana haber ver” diyor.
“Tamam,” diyor “Aslan kardeş”.
Aradan zaman geçiyor. Bakıyor kurt bir kervan geliyor. Hemen dürtüklüyor aslanı.
“Aslan kardeş bir kervan geliyor” diyor, “Kalk”.
O da “Tamam” diyor, “Bak bakalım gözlerim kızardı mı?”
“Kızardı aslan kardeş”.
“E yelem” diyor, “Dikeldi mi?”
“Dikeldi aslan kardeş”.
“Kuyruğumda dönüyor mu?” diyor.
“Dönüyor aslan kardeş.”
Aslan bir dalıyor kervana. Paramparça yapıyor tabi. Alıyor avını geliyor, yiyor. Ondan sonra kurda veriyor, kurt da yiyor. Böyle günler geçiyor aradan. Sonra aslanın canı sıkılıyor. “Ben” diyor, “Yeter, kendi avımı kendi başımada avlarım yani,” diyor, “Sana pek ihtiyacım yok. Ben başka yerlere gideceğim. Sen,” diyor, “Kafana göre takıl sonra”.
“Tamam” diyor. O da şimdi aslandan öğrendi ya nasıl avlayacağını şey yapacağını. O da kendine bir yaver bakıyor. Bakıyor karşıdan tilki geliyor. “Tilki kardeş gel!” diyor. “Sen,” diyor, “Bana yaverlik et, yardımcı ol. İşte bir kervan geldiği zaman beni kaldır. İşte benim şöyle gözüm kızaracak, işte yelem dikelecek, kuyruğum dönecek, onları bana haber ver. Ben,” diyor, “Kervana dalayım, ondan sonra avı beraber yeriz. Tamam mı?”
“Tamam” diyor. Tilkinin de hoşuna gidiyor. Bedavadan beleş yemek buldu. Neyse aradan zaman geçiyor, bakıyor kervan geliyor. Hemen tilki uyandırıyor kurdu. “Kurt kardeş!” diyor, “Kalk bak, karşıdan kervan geliyor.”
“Tamam,” diyor, “Benim gözüme bak bakalım. Gözüm diyor kızardı mı?” diyor.
“O hoo yaldır yaldır yanıyor!” diyor. Halbuki kurdun gözü kızardı falan yok.
“Yelem,” diyor, “Dikeldi mi?” Halbuki yelesi yok.
“ Oo mızrak gibi, ok gibi hepsi,” diyor, “Dikeldi”.
“Kuyruğuma bak bakalım. Dönüyor mu?”
Tilki abartarak söylüyor. Diyor ki, “Pervana gibi dönüyor”.
Kurt o hışımla bir dalıyor kervana. Tabii haşat oluyor. Dövüyorlar onu. Geliyor kafa göz, elma karagöz olmuş. Şişmiş gelmiş. Av, mav yok tabii.
Yani buradan kıssadan hisse yani; o aslan değil. Sen kurtsun. Yani kurdun yapabilecek olduğu işleri yapmak lazım. İşte firavun da ne yaptı; aslanlığa soyundu, “Ben,” diyor, “Sizin Rabbiniz değil miyim?”
Oysa aciz bir kul. Sonra ne oldu? Musa (a.s)‘ın açmış olduğu Kızıldeniz‘de ilerliyor. Bak şimdi ona bile adamın aklı basmıyor. “Ulan bu deniz kendi kendine açılmadı işte. Bunlar için açıldı. Bu orada artık en son raddede ben Musa‘nın Rabbine iman ettim”
diyecek. Tabi Cebrail (a.s) gelip onun ağzına çamur tıkıyor. Yani, “İman ettim” derse, kurtulacak. O şekilde vefat ediyor yani, iman etmeden.
Ki Allahu Teâlâ da; “Onu Biz o kıyamete kadar insanlara ibret olsun diye tekrar deniz kenarına attık” diyor. İşte secde halinde, ne oldu şuanda müzelerde antika eşya olarak görünüyor. Yani sen bir aslan değilsin, niye çakallık yapıyorsun ki! Sen aciz bir kulsun.
Kulluğunu, abdiyetini bilmek lazım.
Yoksa Allahu Teâlâ, firavun kavmini bir seferde yok etmedi. Yani onları kaç defa denedi. İşte kurbağa, çekirge, tufan, türlü türlü afetlerle denedi onları. Her seferinde, “Ey Musa, sen ilahına dua et, bu belaları bizden kaldırsın”.
Kaldırıyor. Yine başlıyorlar. Aynı eski düzene, inkar etmeye. Başka bir musibet gönderiyor. Yani Allahu Teâlâ ne kadar sabredici. Hemen de yok etmiyor yani onları. Onlara mühlet veriyor. Ama kul işte böyle nankör. O şeyi, azapların kalktığını görüyorlar, yine iman etmiyorlar.
Aynı şey İsrailoğulları içinde geçti. Yani onlara da Allahu Teâlâ lütuflarda bulundu. Onlara hep yan çizdiler. Ama Allahu Teâlâ yine de onları hemen bertaraf etmedi yani. İşte bizim de insanların yani müşkül durumda olanın gecesine gündüz olmamız lazım. Canına can olmamız lazım ki yek vücut olabilmemiz lazım. Nasıl ki insanın küçük bir yarası eğer zamanda müdahale etmezse, büyür büyür, onun ölümüne bile vesile olabilir.
Nasıl Yavuz Sultan Selim‘in bir çıban çıktı sırtında, o ufacık çıban adamın ölümüne vesile oldu. Diğer büyük askerlerden bir tanesi Atilla. Onunla bir dikiş iğnesi parmağına dokundu, oradan büyüdü büyüdü; onun ölümüne vesile oldu.
Yani kötü olan bir şeyin de ufağı sonra ne yapıyor? Büyüyor büyüyor tesir ediyor. İyi olan şeyin de aynı şekilde. İyi olan ufak da olsa, o tesiri katlana katlana o da büyüyecektir. Yani; bize düşen Hak’kı tavsiye, güzeli tavsiye edebilmek ki o işte vücudun Ankara‘sına kadar işlemesin o ufak yaralar. Vücudun Ankara‘sı başkenti ne; kalp, gönül. Oraya meyil etmeden onları tamir etmek lazım. İyi tohumlar ekmek lazım. Küçük yaraları bertaraf etmek lazım. Yani bu hem kendimiz için hem de etrafımız için geçerli. Yani biz hem kendimizden hem de etrafımızdan da sorumluyuz.
İşte gençlerin hali belli. Kimisi diyor; “Ben ateistim” diyor. “Benim inancım yok” diyor. Kimisi diyor, “Deistim” diyor. Makam mevki sahibi olanların işte haberlerde görüyoruz.” O rüşvet aldı” diyor, “Bu dolandırdı”. Yani toplum böyle bir yola doğru gidiyor. Ama mümin olan kişiye düşen nedir; Hak’kı tavsiye edip, kötülükten men edebilmek. Elimizden geldiği kadar, anlatabildiğiniz kadar. Yani biz anlatmakla mükellefiz tabi. Ama tabi herkes kendi yolunu kendi çizmekte hür. Çünkü; Allahu Teâlâ hür irade vermiş. Onun ceremesine de tabi katlanacak olan kim; yine irade sahibi olan kişi.
İşte bazı insanlar ne diyor; “Benim,” diyor, “Dedem hacıydı, işte hocaydı, şöyle alimdi, böyle halimdi…” Halbuki bunun etkisi ancak onun sözlerine riayet edilebilirse ve hal olarak tatbik edilebilirse bir faydası olacak. Yoksa dedenin toruna bir faydası olmuyor yani; onun hacı ya da hoca olmasının.
İşte bunların iki örneği var mesela. Nuh (a.s) nefes olup insanlara tebliğ etti, can oldu, hayat oldu. Ama oğluna olamadı. Apaçık gündüz gibi aşikardı ama oğluna olamadı. Aynı şekil İbrahim (a.s) da. Babası gece gibi karanlıkta ama ondan gündüz bir ışık, nur saçan birini oldu; Hz. İbrahim (a.s) meydana geldi.Kendisi ölü hükmündeydi ama kendinden bir diri, canlı nefes meydana geldi ve o insanlara tebliğ yoluyla yine o da nefes oldu, can oldu; İslam ile hayat buldu. Hatta onlar bir tık ileri giderek, tebliğden hariç onlar için bağışlanma dua istediler Allahu Teâlâ’dan.
Ama Allahu Teâlâ Hazreti Nuh‘un oğlu için; “O senin hiçbir şeyin değil” dedi. Hazreti İbrahim içinde babası için; “O senin hiçbir şeyin değil” dedi. Çünkü onların yaratıcısı kim; Allahu Teâlâ. Soy bakımından her ne kadar bağlılık olsa da o onların dünyaya gelmesine vesile sadece. Halbuki yaratıcı Allahu Teâlâ. Onun için Allahu Teâlâ esas sizin bağınız yani; “Kardeşleriniz kim?” dedi. “Müminlerdir ancak” dedi. Yani kişinin önünü aydınlatacak olan mümin kardeşidir. Canına can olacak olan yine müminlerdir.
https://youtu.be/592lJ5YxGlk
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Mevlana #kıssadanhisse #aslan #kurt #tilki #kulluk #iman #HzNuh #Hzİbrahim #mumin #nur #Resul #Dünyahayatı #AbdiyetMakamı #tasavvufsohbeti #Hakk #muminina#insan #İslam #ibadet #zikir #zikrullah #nefs #kibir #benlik #kulolma #kul #KuranıKerim #Kuran #ayet #hadis #zikir #tasavvuf