Allahu Teâlâ Bizden Ne İstiyor? Fatiha Suresi’nin Anlamı!
Allah’ın Rab ismi; öğreten, öğretici anlamında. Yine ilk ayette de öğretici vasfıyla hitap ediyor. Fatiha’da da aynı “Elhamdülillah Rabbil Alemin” yine orada da öğretici vasfıyla bizlere bildiriyor. Hz. Osman Zinnureyn (r.a) zamanında çok hafız ölmüştü. Ondan dolayı Kur’an-ı Kerim’i kitap halinde, fihrist halinde toplama gereği duydu ve bunu toplamaya karar verdi. Allah’ın hikmeti neticesinde ilk sure olarak Fatiha’yı diğerlerininde dizilişinde tabi Allah’ında hikmeti var bunlarda, hepsini ona göre düzenledi ve Kur’ân-ı Kerim meydana gelmiş oldu. Daha önce parça parçaydı.
Peygamber Efendimiz zamanında zaten Kur’ân herkesin aklında var idi, o zamanki en iyi, en revaçta olan şey ya da insanların beklentileri, sevinçleri “Bugün Peygamber Efendimize hangi ayet gelecek vahiy yoluyla ya da yarın hangi ayet inecek?” diye herkes merak içinde yani; en büyük telaşe ya da güzel haber buydu Ashab-ı Kiram Efendilerimiz için.
Kur’ân-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha’da da Allâhu Teâlâ ilk 4 ayette kendinden bahsediyor. Ondan sonra da diğer ayetlerde de bizden ne yapmak istediğimizi ve nasıl istememizi gerektiğini Allâhu Teâlâ bizzat kendisi ayetleriyle bildiriyor bizlere.
İlk 1.ci ayet zaten “Bismillahirrahmanirrahim”. Ondan sonra gelen ayet “Elhamdülillahi rabbil alemin”, hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Yani ulûhiyet, hamd, övgü sadece O’na aittir demek, zaten Peygamber Efendimiz ne diyor; “Ben seni senâ etmekten acizim Allah’ım, sen anca kendini senâ ettiğin gibisin” yani. Yani uluhiyetini, mahiyetini ancak Allâhu Teâlâ biliyor.
Ondan sonra gelen ayette ise “Errahmânir’rahim”, Rahman ve Rahim olan Allah’ın isminin Esmasından bahsediyor bize. Rahman bu dünyada hiç ayırt etmeden işte müşriğine de, putperestine de, mümine de hepsine ne yapıyor Rahman sofrasından herkese rızkını veriyor. Hatta bu Rahman Esmasından en vahşi hayvan dahi ne yapıyor, yavrusunu besliyor, koruyor.
Allah’ın Rahman Esması İsm-i Azam’lardan, içinde aynı bir bohça gibi birçok Esmayı barındırıyor. Rahim Esması ise sadece ahirette mümin kullarına Rahmet eden demek, çünkü herkese rahmet etse cehennemdeki kişilerin azap görmemesi lazım. Ana rahminde olan çocuk ya da çocuklar barınabiliyor ya da muhafaza olunabiliyor yani belirli bir bölge umuma değil.
Daha sonra gelen ayet ise “Mâliki yevmiddin”, “Din gününün yegane tek sahibi”, zerre kadar hayır işlemişse kişi onu görecek, zerre kadar kötülük yapmışsa onu görecek. İyilik, güzellik ekmişse onu biçecek, kötülük ekmişse onu biçecek.
Buraya kadar olan ayetlerde Allâhu Teâlâ bize Kendini tanıtıyor ve bildiriyor. Ondan sonra gelecek olan ayetlerde ise bize ne istememiz gerektiğini ve nasıl yapmamız gerektiğini bildiriyor. Yani bizim yol haritamızı çiziyor. Allâhu Teâlâ bizi boşıboş bırakmadı, Kendine muhatap aldı. Bizim bu mükenenatta bizim kapladığımız yer, toz zerre kadar, küçücük bir noktayı kapıyoruz ama Allâhu Teâlâ bize değer vermiş, “Yarattıklarımın en şereflisi” diyor, “Ahsen sıfatta yarattım” diyor ve “Meleklerine halife yaratacağım” diyor. “Ben Arş-ı Ala’ya sığmam ama mümin kulumun gönlüne sığarım” diyor. Yani müminin kalbi, gönlü Arş’tan da büyük, hazainullah sırrullah Kabe’den bile büyük, “Kabe’yi yık ama gönlü yıkma” diyor. Yani düşündüğümüz zaman Allâhu Teâlâ’nın bizi muhatap alması, Kendi sözlerini Cebrail vasıtasıyla Peygamber Efendimize, Peygamber Efendimizin ağzından gönlünden, ondan sonra kitap haline gelmesini, belgelenmesi ve bize ulaşması. Bu yeryüzünde olan olağanüstü bir şey, yani mucizevi bir şey ki Allâhu Teâlâ 4 kutlu yerden bize bu haberi getiriyor. Yani bizi kendine muhatap alması olağanüstü bir şey, bir sanatçı ya da ünlü bir kişi geldiğinde insan nasıl onunla tanışınca sevinçlik, mutluluk duyar ya da ona bir mesaj attığında ya da imzalı bir bir kağıt verdiğinde, insanlar yerinde duramıyor yani mutlu oluyor, sevinçli oluyor ama bize gelen haber, mesaj Alemlerin Rabbi olan en ala Sultan’dan geliyor yani bizim sevincimizin kat kat daha fazla olması lazım ki o yaratılmış mı bir kul, biz O’dan gelen habere bu kadar mutlu oluyoruz. Ama diğer Allâhu Teâlâ’dan gelen habere ise ne kadar sevinç diyoruz ya da ne kadar mutlu olabiliyoruz, ne kadar cezb olabiliyoruz.
Ayete devam edecek olursak, “İyya kenabudu ve iyya kenestain”; “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz”, yani nefsimize mi kulluk ediyoruz, dünyalığa mı kulluk ediyoruz, yoksa Allah’a mı kulluk ediyoruz, bunu ayırd etmemiz lazım ve “Yanlız ancak Senden yardım dileriz” diyoruz. İstemek konusunda Peygamber salat-u Selam Efendimiz hadis-i şeriflerinde ne diyordu; “Ayakkabınızın bağı dahi, ipi dahi kopsa, Allah’tan isteyin” diyor.
Musa Aleyhisselam, bir gün dişi ağrıdı ve Kelimullah zaten kendisi, direkt Allâhu Teâlâ ile konuşan peygamber. Peygamber Efendimiz; Habibullah, Allah’ın sevgilisi. İbrahim; Halilullah, Allah’ın dostu. Adem; Safiyullah. İsa; Ruhullah. Musa; Kelimullah.
Musa (a.s.) Allah’a soruyor; “Benim dişim ağrıyor ya Rabbil Alemin, bunun şifası derdi nedir? Bana yardım et!” diyor. Allahu Teâlâ’da diyor ki, “Ona falanca bir yerde bir ağaç var, yaprağından dişine koy, şifanı bulacaksın” ve dediğini yapıyor. Şifayı da buluyor, aradan baya zaman geçiyor. Ondan sonra yine tekrar dişi ağrıyor. Bu sefer ağaca gidiyor direct o yaprağı koparıyor, işine koyuyor ama şifayı bulamıyor, ağrısı geçmiyor yani, bu sefer Rabbil Alemine dönüyor; “Ya Rabbil Alemin” diyor. “Daha evvelden dişime koydum ama şifayı bulamadım”. “Ya Musa” diyor. “O zaman dişin ağrıdığında ilk önce Bize geldin, Bizden istedin. İkincisinde ise medeti ağaçtan umdun.”
Hz. Yusuf Aleyhisselam zindana düşmüştü. O zaman kralın yanından iki kişi gelmişti. “Birisi kurtulacak, diğeri ise idam edilecek” diye, ona rüyaların hükmünü vermişti. Gerçektende öyle oldu. Sonra o kralına hizmet edecek olana dedi ki; “Çıkarken efendine benden bahset” dedi. Yani “Ben buraya iftira yüzünden geldim, suçsuz yere geldim, yani benim halimi arz et ona ki hapishaneden çıkayım” ama “Şeytanda ona unutturdu” diyor tabi ayette, bunda da kadar büyük hikmet var, Allâhu Teâlâ’nın peygamberlerin hayatında olan olaylarda.
O zaman Hazreti Yusuf Aleyhisselam Mısır dilinde tam 7 kelime konuştu, işte “O Efendine benden bahset” dedi diye her kelimeye bir yıl, tam toplamında 7 yıl fazladan zindanda yattı. Tabi onda büyük hikmet var. O zindan arkadaşlarını irşat etti, hidayetlerine ermesine vesile oldu. Yani medeti sebep, öncelik yapmamak gerekiyor. Hatta Züleyha onun nefsinden murat istediğinde de ise “O senin bu kötü isteğini yapmaktansa” dedi, “Ben zindanda kalmayı yeğlerim” dedi.
Hani Mevlana diyor; “Mükevenata, dünyaya güzel sözler söyleyin, güzel şeyler isteyin” yani pozitif enerji verin.
İşte orada Hz. Yusuf zindan yerine mesela; “Ben uzak diyarda olmayı yeğlerim” deseydi, belkide o şekil uzak diyara sürülecekti. Hazreti Ömer İslam’a girmeden evvel Muaviye ile Nuşirevan ülkesine gittiğinde, onun adaletli olduğunu gördüğünde, o da öyle dedi; “Eğer ben de böyle bir yönetici olursam en az Nuşirevan kadar adaletli olmak isterim” dedi ve dediğini de tutu. Sonradan İslam’ın başına geçti, halife oldu ve adaletli simgesi ile herkes onu öyle tanıdı. Yani ilk önce Allâhu Teâlâ’dan istemek, Allâhu Teâlâ’nın kendi sözünden, Peygamberin ağzıyla ve belgeli bir şekilde bize nasıl isteyeceğimizi de öğretiyor. Yani bu resmi kuruluşa gittiğiniz zaman orada doldurulmuş belge var, “Şu belgeyi doldur. Ondan sonra bize ver”, ondan sonra bizim isteğimiz dileğimiz kabul oluyor ki bu dünya işlerinde böyle ama Allâhu Teâlâ kendisi bunu bize belge olarak vermiş ve kendi sözü yani Teala mı yerine getirmeyecek, istediklerimizi vermeyecek, muhakkak ki verecek ama kalbi gönülden istemek, olacağına şeksiz, şüphesiz inanmak. Ondan sonra ne isteyeceğimizi yine belirtiyor, “İhdinas sıratel müstakim”, “Bizi doğru yola ilet”.
Ondan sonra gelen ayet, “Nimet verdiklerinin yoluna ilet”, nimet verdikleri kim; peygamber, salihler, Muhsinler, abitler, zahitler yani; nimet verdikleri, bunlara Allâhu Teâlâ öbür alemde ne yapacak izzet-i ikram edecek, nimetleri ile onlara ikram edecek, bu ayette Allah’ın sözü. Ondan sonra gelen ayet ise sapkınların, delalete düşmüşlerin, onun yoluna değil yani bize ne istediğimizi öğrettiği gibi, bir de neyi istememiz gerektiğini öğretiyor. Mesela biz dua ettik, işte kabul olmadı, işte “Allah dualarımı kabul etmedi, isteğimin olmadı…” gibi hallere düşüyoruz. Oysa Allâhu Teâlâ ne diyor? “Ben Mümin kullarımın kimini zenginlikle, kimini fakirlikle, kimini sağlıkla, kimini dertle, bela ile bunların imanını zapt ederim.” Yani “Bunlara bunları veririm ki bunlar bundan imanlarını devam ettirirler”. Yani bizim olmazsa olmazımız maneviyat için olmalı, olmasa da olur ise dünyalık için olmalı, istedik birşey Allâhu Teâlâ’dan, işte Allâhu Teâlâ’nın vermeyişinin nedeni belkide O verse bize, delalete düşeceğiz, sapkınlığa düşeceğiz, bilmiyoruz ki, “Sizin hayır zannettiğinizde şer, şer zanettiklerinizde hayır var” diyor Allâhu Teâlâ. E biz onu istedik, istedik, bize vermedi ama verse Allah’ı unutacaksın, ya da o senin kibirini arttıracak yani Allâhu Teâlâ biliyor, biz bilmiyor, bir hikmeti vardır. “Amenna ve saddakna” diyeceğiz.
Hatta İbrahim Erzurum Hazretleri ne diyordu; “Bir şeyi fazla murad etme, olduysa da inat etme”, yani “Bir şeyler olmadıysa illa onu ısrarla isteme yani” diyor, “Bir hikmet vardır onda” diyor. Birşeyciklerde senin istemediğin bir şekilde gelişiyorsa, yani olaylar senin istemediğin doğrultusunda gelişiyorsa, bunda da diyor, “Kabul et” yani; “Bak sonuna sabreyle Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyor. Sen deme “O öyle neden şöyle, bu neden böyle yerindedir?”, O öyle Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.
Yani Allâhu Teâlâ’nın bize merhameti, şefkati o kadar büyük ki, bunu örneklemek gerekirse, mesela; anne-baba bir çocuğu var, o hasta oluyor. Ona ilaç vermek zorunda, çocuk istemiyor tabi onu, işte o ne diyor; “Benim hatırım için, beni seviyorsan için iç illa bunu, halbuki şifayı bulacak olan kim çocuk ama o sevgisinden, şefkatinden dolayı ona yapmasını istiyor ki, çocukta bunu, ilacı içince şifa bulacak, yani kendisine bir faydası yok, işte Allâhu Teâlâ’da bize, “Benim Rızam için, Benim için yap” diyor ama Allâhu Teâlâ’ya bir faydası yok, en çok bize faydası var, çünkü ne diyor “Sizin kestiğiniz kurbanların ne eti, ne de kanı Allah’a ulaşır. Sizin ancak takvanız Allah’a ulaşır”, yani biz Allah’a yaptığımız gibi ibadetlerle, O’nun Allah’lığına ne Allahlık katabilir, ne de Allah’lığını düşürebiliriz. Ancak bize faydası yaptığımızın her ibadet-i taatlerin ya da Allâhu Teâlâ bize hududullah çizmiş, aynı çocuk mesela diyoruz; “Bahçeye çık ama dışarıya çıkma!” neden, oradan gelecek olan tehlikeleri biliyoruz, bir araba çıkabilir, köpek çıkarabilir, ısırabilir çocuğu diye, onun yerine başına gelecek olan kötülüğü bildiğimiz için ona bir hudut çiziyoruz, Allâhu Teâlâ da işte bize bir hudut çizmiş, “O hududullahı aşma” diyor.
Aynı bizim nasıl çocuğumuza şevkat, merhamet ettiğimiz gibi, Allahu Teâlâ’nın bize etmiş olduğu şefkat ve merhamet, anne-babanınkinden kat kat daha fazla. Çünkü Allahu Teâlâ öyle diyor; “Kulum Bana bir adım atsa, Ben ona on adım atarım. Kulum Bana yürüyerek gelse, Ben ona koşarak gelirim” diyor.
Bir kulunun tövbe etmesinin Allâhu Teâlâ’nın sevinci, “Bir kişi” diyor, “Çölde devesiyle beraber giderken, devesini kaybetse nasıl üzülür, çünkü bütün hayat malzemeleri onda, suyu, yiyeceği, içeceği sonra onu tekrar bulsa, o kul nasıl sevinir” diyor, “İşte Allâhu Teâlâ’nın sevinci de o kuldan kat kat fazla olur” diyor, tövbe ettiği zaman, yani Allah’a yöneldiği zaman, yani Allâhu Teâlâ her zaman bizle irtibatlı ve “Kullarıma Ben zulm etmiyorum. Kullar ancak kendi kendilerine zulm eder. Rahmetim gazabımı geçti” diyor. Allâhu Teâlâ yani Allâhu Teâlâ zaten insanları affetmek için bahaneler arıyor. En büyük delili de mesela biz bir zaman Allâhu Teâlâ ancak bir günahı bir günah yazıyor, sevaba ise en aşağı 1’e 10 yazıyor ve katlarını yazıyor, bir kul tövbe ettiği zaman onun günahlarının hepsini bağışlıyor, hatta eski o istemiş olduğu günahların yerine hasene yani sevap olarak yazıyor, bu yana Allâhu Teâlâ’nın ne kadar Gafur ve Rahim olduğunun delili değil midir yani!
Allâhu Teâlâ; “Ben kulları kendim için yarattım, dünyayı ise onlar için yarattım” diyor. Biz ise bizim için yaratılana kul olmaya bakıyoruz. Bu halimiz şeye benziyor. Biz sırtımızı güneşe dönmüşüz, gölgemizi yakalamaya çalışıyoruz, yani gölge dediğimizde dünyalık, halbuki gönlümüzü güneşe Allah’a çevirsek sefer gölgemiz bizi takip edecek, yani dünyalık bizim peşimizden gelecek, ama biz tam tersini yapıyoruz. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz dahi bu dünyada doyasıya bir gün arpa ekmeği yemeden gitti. Göçtü gitti yani bu alemden. Aç kaldığı günlerde açlığını bastırmak için karnına taş bastı, taş koydu 1 gün, 2 gün, 3 gün, 4 gün. Yani alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin hali bu, bir de bu bizim kendi halimize bakın, bizim dertlerimiz, tasalarımız ne, bir de örnek alacak olduğumuz Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin haline bakalım birde. Geceleri ibadet etmekten ayakları şişiyor. Bizim gözümüz şişiyor uyumaktan tabii. Genele baktığımız zaman hali bu, tabi onun yoluna gitmeyi arzu edenler dervişler, dervişhanlar, “Kişi sevdiğiyle beraberdir”, beraber kişi sevdiğinin haliyle hallenir yani.
NOT: Sohbetlerde işittiklerinizi veya okuduklarınızı kendi kendinize yapıp, vird haline getirmeyin, tasavvuf ehli iseniz Mürşid veya vekile danışmadan günlük zikir dersine ekleme ya da çıkarma da yapmayın. Ama arasıra yapılmasında da mahzur olmadığını da belirtmek isteriz.
#Fatiha